Gezi,  Spor

Belgrad’dan Euroleague Manzaraları (Kızılyıldız – Valencia Maçı İzlenimleri)

Son güncelleme tarihi: 27 Ocak 2019

Son Balkan gezime kadar yurt dışında birçok futbol maçı izlediğimi daha önceki yazılarımda hem burada, hem yazıhane‘de yazmıştım. 1 kere buz hokeyi maçı bile izlemiştim, ama benim asıl sevdiğim spor olan basketbolun bir maçını izleme şansım olmamıştı. Belgrad’a gelme durumum söz konusu olunca basketbol maçı araştırması yapmam kaçınılmazdı.

Araştırmalarım sonunda Sırbistan’ın tek Euroleague takımı Kızılyıldız’ın benim bulunacağım sırada BC Valencia ile karşılaşacağını öğrendim. Ama maçın tarih ve saati farklı sitelerde farklı veriliyordu, Euroleague resmi sitesiyle Kızılyıldız’ın resmi sitesi bile farklı günler veriyordu. Bu yüzden bilet alma işini Belgrad’a bıraktım, adı büyük bir maç olmadığı için muhakkak bilet bulunur diye düşündüm. Hem zaten 2 takımın da pek iddiası yoktu.

Eski adıyla Pionir, yeni adıyla Aleksandar Nikolić Spor Salonu…

Maça 3 gün kala biletler satışa çıktığında tam gün ve saat belli olmuş oldu (Euroleague sitesi haklıymış). Belgrad’a varır varmaz, yani maça 1 gün kala ilk iş eski adıyla Pionir, 2016’da aldığı yeni adıyla Aleksandar Nikolić salonuna gittim. Ancak orada bilet satılmıyormuş. Beni Tašmajdan (Taşmeydan) yakınlarındaki bir gişeye yönlendirdiler. Orayı buldum, ama Türkiye’yi bayağı hatırlatan bir şekilde sistemde arıza olduğunu söyleyip Dom Omladine adlı alışveriş merkezindeki gişeye yolladılar. Neyse ki orada sistem sağlammış, 1000 Sırbistan Dinarı (yaklaşık 40 TL) karşılığında en ucuz biletten bir tane aldım.

1000 Dinarlık maç biletim…

Maç günü salona yürüyerek giderken şehirde öyle acayip bir atmosferle karşılaşmadım. Tabii Kızılyıldız denince benim beklentim televizyondan gördüğümüz aşırı ağır atmosfer, sağa sola saldıran manyak taraftarlar falan görmekti. Ama 5000 kişilik salonun önünde gayet sakin insanlar ve birkaç tane çekirdek, kuruyemiş satan amcayla karşılaştım. Salon girişinde standart bir arama yapıldı. Tribüne çıkarken ponpon kız gibi giyinmiş güzel bir kadın beni karşıladı. Bir anlığına “yanlış yere mi geldim acaba” şeklinde tereddüt yaşadım hakikaten. Ben doğru yere gelmiştim, ablamızın görevini daha sonra öğrenecektim.

Biletlerde koltuk numarası yoktu, sadece blok adı vardı bu yüzden blokta boş bulduğum bir yere oturdum. Salon dolmamıştı, tribünlerde tahminen 2-3 bin seyirci vardı. Maç başlayana kadar herhangi bir gürültü patırtı da çıkmadı. Ancak maç başlarken Euroleague marşı ‘Devotion’ı ‘Crvena Zvezda’ tezahüratlarıyla bastırdılar. Tribünlerde ne kocaman flamalar, ne yanan meşaleler ve dolayısıyla salona çöken bir duman tabakası, ne de durmaksızın bağıran seyirci gördüm. Forma-atkı giyen bile fazla değildi. Beklediğim ekstrem atmosfer maç başladıktan sonra da oluşmadı. Sadece hakemin ortadaki kararlarda rakip Valencia lehine karar vermesi durumunda bireysel şekilde inanılmaz reaksiyonlar gördüm. Yanımdaki adam mesela, sırf gürültü olsun diye adeta anırdı, başkaları da bağıra bağıra hakeme birşeyler dedi, tahmin ediyorum ki ana avrat sövdüler. Ama maçın başında olmadığı gibi yine aşırı durumlar yaşanmadı. Hatta kadın ve çocukların da bolca olduğu, güzel bir ortam vardı denebilir.

Maçın 3 çeyreği çekişmeli geçti denebilir…

Maça gelirsek, Valencia alan savunmasına Rafa Martinez ve Joan Sastre’yle şut sokarak, Kızılyıldız ise Taylor Rochestie’nin orta mesafe şutları ve içeriyi etkili kullanarak başladı. Ama maç hiç kopmadı ve ilk yarı 50-48 bitti. İlk yarıda iki şey dikkatimi çekti: Hep söylenir ya ‘basketbolu bile seyirci’ diye, Sırp seyirci gerçekten 10 numara tepkiler gösterdi kararlara. Diğeri ise taraftarın en çok sevdiği oyuncunun Pero Antic olmasıydı, ki onun oyunda olduğu anlarda takımın savunma direnci gerçekten çok yüksekti.

Tabii yerinde gelen reaksiyonda seyircinin kafasının ayık olması da bir etken olabilir. Salonun giriş kısmında bazı bar ve restoranlar bulunuyor. Ancak maçtan 4 saat öncesinde ve maç bitiminden 4 saat sonrasına kadar alkol satışı yasak. Başka bir yerde içip gelenleri elbette engelleyemezler ama genel bir taşkınlık olmamasında bu yasağın muhakkak payı vardır. Kaldı ki ben zamanında Bayer Leverkusen – Borussia Dortmund Bundesliga maçı izledim, stat içinde alkol satılması bir yana, seyirciler maç devam ederken bile bardak bardak bira içiyorlardı. Ülkelerin spora bakışlarını şekillendiren spor kültürleri arasındaki farkı bariz bir şekilde görebilmek mümkündü orada, ben de bunu hatırladım.

Salonun girişindeki mekanlarda maç öncesi ve sonrasında alkol yasağı varmış…

Girişte bizi karşılayan hanım abla ve aynı şekilde giyinmiş birkaç arkadaşı, devre arasında sponsor firmanın düzenlediği seyirci yarışmasında arkada duran, hediyeleri tutan, kendini gösteren ekibin üyesiymiş. Ponpon kız ekibi başkaydı (Red Passion Fly).

Kızılyıldız’ın ponpon kız ekibi Red Passion Fly…

3. çeyreğin ilk 6-7 dakikasında başa baş oyun devam etti. Ancak Kızılyıldız adam adama savunmaya geçip şut attırmayınca, Tibor Pleiss’a iyi tutunca, hücumda da James Feldeine adeta alev alınca fark açılmaya başladı. Son çeyrekte hem Feldeine, hem de arkadaşları iyi oyuna devam edince fark 20’lere çıktı. Maç 106-90 Kızılyıldız galibiyetiyle bitti. Maç sonunda oyuncular seyircilere ‘üçlü’ değil, ‘tekli’ çektirdi (hep beraber elleri kaldırıp bir kez ‘hey’ demece). Seyirciler mutlu mesut salondan ayrıldı. Devre arasında çıkış tünelinin tepesine gelip hakemlere manyak gibi bağıran bazı seyircileri saymazsak herhangi bir taşkınlık yaşanmadı.

Dediğim gibi, bu maçın zaten fazla bir iddiası yoktu. Bir Partizan derbisi veya güçlü bir rakiple oynanan bir maç olsaydı, ya da baştaki çekişme sona da yansısaydı belki böyle olmayacaktı. Ama bu haliyle son derece keyifli ve sakin bir Euroleague maçı izleme deneyimi yaşamış oldum. Belgrad’a gidenlere basketbol maçlarına bir bakmalarını öneririm, çünkü Sırbistan basketbolu gerçekten kalpten seven bir ülke. Okul bahçelerinde ya da ayrıca yapılmış potalarda basketbol oynayan o kadar çok genç gördüm ki, “Yugoslav ekolü”nün kolay kolay bitmeyeceğine ben ikna oldum.

İletişim

Bu yazıyla ve diğer yazılarımla ilgili her türlü sorunuzu, yazıların altına yorum yaparak bana iletebilirsiniz.

Özetle söylemek gerekirse, gezmeye meraklı bir beyaz yakalıyım. Üniversiteyi bitirene kadar hiç yurt dışına çıkmadıysam da, sonrasında elimdeki imkanları olabildiğince kullanmaya çalışarak 40'tan fazla ülkeye gittim. Ülkeleri sokaklarında yürüyerek, bütün müzelere ve tarihi yerlere gitmeye çalışarak, az konuşarak, az yiyip içerek, çok yürüyerek, erken kalkıp erken yatarak gezmeyi severim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir