
Brugge’de gezilecek yerler – Belçika’nın Orta Çağ şehrinden notlarım
Brüksel’e gideceğimi söylediğim zaman arkadaşlarım çoğunlukla burun kıvırdı ki neden böyle davrandıklarını anlayabiliyorum, Brüksel’i gördükten sonra da -onlarla aynı fikirde olmasam da onları daha iyi anladım. Bu arkadaşlar bana hep Brugge’ü görmemi salık verdiler, ben de tavsiyelerine uydum ve günübirlik bir Brugge ziyareti yaptım. Toledo’yu hatırlatır bir şekilde Orta Çağ manzarasını koruyabilmeyi başarmış çok güzel bir şehir buldum gerçekten de. Bu yazıda Brugge’de gördüğüm turistik bazı noktaları ve şehirle ilgili öğrendiklerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
Şehrin adına dair birkaç not
Her ne kadar çoğunlukla bu şehir Fransızca söylenişi olan Bruges şeklinde yazılsa da (ve Brüj şeklinde okunsa da) şehir Belçika’nın Flaman Bölgesinde (Flanders veya Vlaanderen) kalmaktadır ve halkı Flamandır, dolayısıyla şehrin Flamanca söylenişi Brugge‘yi (Brühe şeklinde okunuyor) yazı boyunca kullanmaya çalışacağım. Evet, şehrin adı İngilizce’ye Fransız söylenişi olan Bruges şeklinde geçmiştir, ancak şehrin meşhur futbol takımının resmi adı bile Club Brugge’dir. Her ne kadar sağda solda bahsederken Brüj desem de yazılı halinde Flamanca versiyonu kullanacağım.
Brugge nerede?
Brugge, Belçika’nın Flaman (Flanders) bölgesinin kuzeyinde kalıyor. West Flanders eyaletinin başkenti konumunda. Bu bölge, ülkede denize kıyısı olan yegane bölge ki Brugge de deniz kıyısına sadece 20 kilometre kadar bir mesafede bulunuyor. Okyanusa yakın olduğu için deniz iklimi hissedilse de yapış miktarı örneğin Brüksel’e kıyasla daha az. Karayoluyla Brüksel’e 100, Amsterdam‘a 270, Paris’e 300 kilometre civarında bir uzaklıkta bulunuyor.
Brugge’ye nasıl gidilir?
Brugge’nin şehir merkezi küçük. Bütün turistik yerler de merkez civarında olduğu için tek günde gezilebilmesi mümkün bir yer. Bu nedenle genelde günübirlik gelinip akşam olmadan dönülüyor buradan. Brugge’ye Brüksel’den tren veya otobüsle çok rahat gelinebiliyor. Brüksel Güney istasyonundan trenle gelmesi 1 saatten kısa sürüyor ve tren fiyatları, bileti aldığınız zamana göre değişmekle birlikte 17.5€ civarında. Otobüsle gelmek isterseniz de Brüksel’de hem Kuzey hem de Güney garından kalkan Flixbus otobüslerine binebilirsiniz, o da erken alırsanız 7€ gibi bilet fiyatları sunuyor. Ancak otobüs yol üstündeki Ghent’e de girdiği için sefer süresi 2 saate yaklaşabiliyor, aklınızda olsun. Otobüs durağı da tren garının hemen arkasında bulunuyor. Tren garı şehrin göbeğinde değil, ancak 15 dakikalık bir yürüyüşle rahatça merkeze geliniyor. Zaten yürürken geçeceğiniz yerler de görmek isteyeceğiniz yerler olacağı için bence bu durumun hiçbir sakıncası yok.

Eğer Brüksel merkezden değil de Belçika’da indiğiniz havaalanından direkt olarak Brugge’ye ulaşmak istiyorsanız hem Charleroi Havaalanından otobüsle, hem de Brüksel Havaalanından trenle ve yine otobüsle direkt ulaşım imkanı olduğunu belirteyim.
Bunlar haricinde Türkiye’den gelenler için bir yöntem daha olduğunu belirtmek isterim. TUI Fly Belgium’un Antalya ve Eskişehir Havaalanlarından Brugge şehir merkezine 25 kilometre uzaklıkta bulunan Oostende-Brugge Havaalanı‘na yılın belli zamanlarında direkt uçuşları bulunduğunu da söylemiş olayım.
Brugge’de gezilecek yerler
Grote Markt
Brugge şehrinin en merkezi yeri (tıpkı Brüksel gibi) şehrin tarihi pazar alanı, yani Grote Markt (Büyük Pazar). 1000 yıldan uzun süredir burada bir pazar alanı kurulmakta. Bu pazarda her Çarşamba günü sebze meyve ve diğer taze yiyecekler satılmaya devam ediyor. Ancak sadece Çarşamba değil, haftanın diğer günleri de burası ana baba günü gibi kalabalık oluyor. Meydanın etrafında Çan Kulesi ve başka birçok tarihi bina yer alıyor. Meydanın ortasında ise 1302’de Brugge’ye gelen binlerce Fransız askerinin bir gece vakti katledildiği Brugse Metten adlı olayın simgesi olmuş iki kişi, Jan Breydel ve Pieter de Coninck’in heykelleri bulunuyor.
Burası şehrin her anlamda en merkezi noktası olduğu için burada çeşit çeşit organizasyonlar da düzenleniyor. Örneğin bizim ziyaretimizden 1 hafta kadar sonra yapılan, ünlü bisiklet klasiği Ronde van Vlaanderen de burada başlıyor, biz de kurulan start kemerini burada görme şansı bulmuştuk.
Çan Kulesi (Belfort)
Brugge’nin muhtemelen en büyük sembolü, en bilinen yeri, şehrin merkezi Grote Markt’a ve bütün şehre tepeden bakan çan kulesi olmalı. 1240’ta yapıldığı günden beri şehrin manzarasındaki yerini kaybetmeyen kule, Orta Çağ kimliğinin de en bariz görüntülerinden biri haline gelmiş durumda. Geçmişte bu kule şehir halkının günlük yaşamında ciddi bir role sahipmiş. Günün başlangıcı, öğle saatleri ve akşamın gelişi çanın çaldığı anlarda belirlenirmiş. Akşam çanı çaldıktan sonra şehir surları kapatılır ve dışarıdan kimse alınmazmış. Ticaretle zenginleşmiş Flanders ve günümüzün Hollandasında böylesine ihtişamlı çan kuleleri yapmak, bir anlamda maddi güçlerinin simgesi olarak da görülürmüş.
Flanders’teki diğer çan kuleleriyle birlikte UNESCO dünya mirasına alınan Belfort tam 83 metre yüksekliğinde. Buraya çıkmak için 366 basamaklı daracık merdivenleri kullanmanız gerekiyor. Karşıdan biri geldiğinde ilerlemek imkansız hale geliyor. Ancak tepeye çıktığınızda eriştiğiniz manzara, çabanıza değiyor (verdiğiniz paraya değiyor mu onu bilemem). Hem büyük meydanı, hem de şehrin dört bir yanını görüyor, buranın gerçekten bir Orta Çağ şehri olarak ne derece iyi korunduğunu anlıyorsunuz. Ayrıca en tepede carillon denen melodili çanın devasa silindirini de görebiliyorsunuz. Verdiğiniz paraya değip değmediği gerçekten farklı bir tartışma konusu, ancak bu çan kulesinin Brugge şehrini tanımlayan yapıların başında geldiğine hiç şüphe yok.

Şimdi, bu çan kulesine çıkmak için 15€’luk giriş ücretini ödemeniz gerekiyor. Kulenin çıkış merdiveni çok dar olduğu için saat aralıklarıyla ziyaretçi kabul ediliyor, 20 dakikalık aralıklarda en fazla 20 kişi alınıyor. Bu şekilde aynı anda belli bir sayının üzerinde insanın içeride bulunması engelleniyor. Bu siteden istediğiniz tarih ve saate bilet alabilirsiniz.
Kutsal Kan Bazilikası (Heilig-Bloedbasiliek)
Burası da Brugge’nin enteresan yerlerinden bir tanesi. Efsaneye göre İsa’nın çarmıha gerilirken akan kanının silindiği bez, uzun bir yolculuğun ve aradan geçen yüzyılların ardından Kudüs’ten kalkıp Orta Çağ’da Brugge’ye gelmiş. Bu kutsal rölik 12. yüzyılda yapılan Kutsal Kan Kilisesi’nde saklanıyor ve bu kilisede ziyaret edilebiliyor. Kilise 1157’de yapılmış, oldukça eski. Ama bunun dışında normal şartlarda pek bir olayı yok denebilir, birazdan anlatacağım etkinliği saymazsak tabii.
Burg Meydanı’nda, görkemli belediye binasının hemen yanında bulunan bu mütevazı kilisede büyüklüğüne oranla ciddi bir hareketlilik oluyor, çünkü pek çok Hıristiyan kutsal kanı görüp önünde dua ederek bir çeşit hac yapmak istiyor. Biz oradayken saat 12’de kutsal kan için tören yapılacağı anons edilince bekledik, papaz elinde kanlı bezin bulunduğu muhafazayla çıkıp birkaç farklı dilde konuşma yaptı ve dualar etti. 5 dakika içinde tören bitti ve kanı görmek isteyenler yanda sıraya girmeye başladı. Birçok kişi haç çıkararak, bazıları diz çöküp uzun uzun dualar ederek kanı selamladı. Biz ne yapacağımızı bilmediğimiz için kanı başımızla selamlayıp yolumuza devam ettik, orada bulunan rahibe de bize küçük bir dua kitabı verdi. Böylece biz de istemeden hacı olduk belki de.
Bir not olarak şunu da ekleyeyim, 1304’ten beri her yıl İsa’nın Göğe Yükseliş Bayramında kutsal kan kiliseden çıkarılıyor ve Brugge sokaklarında törenlerle gezdiriliyor. Kiliseye giriş ücretsiz, ancak farklı eşyaların ve diğer röliklerin bulunduğu hazine bölümüne girebilmek için 5€ vermeniz gerekiyor.
Rozenhoedkaai
Brugge’ün her yanı fotoğrafı çekilesi yerlerle dolu olsa da, bu nokta en çok Instagram paylaşımına konu edilen yer anladığım kadarıyla. Reie Nehrinin dirsek yaptığı bir noktada tarihi evler, köprüler, turistlerin oturduğu mekanlar hep bir araya geliyor ve burayı en özel manzara noktalarından biri haline getiriyor. Sadece bu nokta değil, buraya doğru uzanan Djiver caddesi ve çevresi de Brugge’nin en güzel yerlerinden. Nehirde yüzen kuğularla şehrin kanallarını dolanan tur teknelerinin yan yana geldiği manzaralara bu bölgede şahit olabiliyorsunuz.

Burası tekne turlarının başlangıç noktalarından biri aynı zamanda. Mutlaka görün demiyorum, %100 görürsünüz zaten.
Begijnhof
Beguinage kavramı, Hollanda ve Belçika’da Orta Çağ’dan itibaren oldukça yaygınmış. Katolik inancına sahip, dinine uygun yaşamak isteyen ancak ancak kutsal bir yemin etmeyen ve diledikleri zaman ayrılabilen kadınların kurduğu komünlere beguinage deniyormuş. Ve bu yaşam alanları, amacına uygun olarak etrafı binalarla bir avlunun etrafına sıralanacak şekilde, dışarıdaki dünyanın kargaşasından nispeten uzak, sessiz sakin yerler olarak tasarlanmış.
Artık bu şekilde yaşayan pek insan kalmasa da bu alanlardan hem Belçika’da, hem Hollanda’da çok sayıda mevcut. Brugge’de de güzel örneklerinden bir tanesi bulunuyor. 1245’te kurulan bu beguinage, tek katlı beyaz boyalı evleri, ortadaki avluyu halı gibi kaplayan sarı beyaz nergis çiçekleriyle ve Begijnhofkapel adlı küçük şapeliyle ayrı bir dünya gibi adeta. Burada hala insanlar yaşıyor, beguinage kurallarına göre yaşayıp yaşamadıklarını bilmiyorum. Yine de burayı gezerken insanların hayatına saygı göstermeniz, sessiz olmanız bekleniyor. Her ne kadar kalabalık turist grupları ve rehberleri bunu pek önemsiyormuş gibi görünmese de o yüksek duvarlar sizi az da olsa dış dünyadan tecrit ediyormuş hissine kapılabiliyorsunuz. Ortamın görece sessizliği, sizi de sessiz olmaya itiyor diyebilirim. Kaldı ki bundan 800 yıl önce muhtemelen bu sessizlik ve tecrit edilmişlik hissi çok daha güçlü bir şekilde hissediliyormuştur.

Brugge’deki beguinage‘ın Hollanda ve Belçika’nın Flanders bölgesindeki diğer 12 tanesiyle birlikte 1998’de UNESCO Dünya Mirası listesine alındığını da belirtmek isterim.
Begiunage’ın kuzey kapısından çıktığınızda vardığını küçük meydan ve park alanına Wijngaardplein deniyor. Buradan at arabalarına binip şehri gezebilir veya yeşilliğin üzerinde özgürce yayılan kuğu ve ördek gibi hayvanları seyredebilirsiniz. Burası Brugge’nin en güzel yerlerinden biri, Orta Çağ atmosferini sonuna dek yansıtan binaların olduğu, güzel kafe ve restoranlarla dolu bir bölge. Buradan başlayıp Walplein’dan geçerek Church of Our Lady’e giden yollar, kuşkusuz şehrin en güzel yerleri arasında tepeye oynar.
Meryem Ana Kilisesi (Onze-Lieve-Vrouwekerk, Church of Our Lady)
Katolik Brugge şehrinin en bilinen kiliselerinden bir diğeri de Meryem’e adanmış olan Onze-Lieve-Vrouwekerk veya kısaca O.L.V.-Kerk. 12 yüzyılda yapımına başlanmış, eklemeleriyle birlikte inşaatı 15. yüzyıla kadar sürmüş olan bu büyük kilise, Gruuthusemuseum’un hemen bitişiğinde bulunuyor. Kilisenin yerinde 8. yüzyılda kalma bir şapel varmış, onun üzerine inşa edilmiş burası. Kilisenin ücretsiz görülebilen kısmında Mısırlı Aziz Antonios’un bir kol kemiğini ve Meryem’in hayatını anlatan bazı tabloları görebilmek, kilisenin ne kadar büyük olduğunu anlayabilmek mümkün. Ayrıca şu an bembeyaz olan duvarların bazılarının altından çıkarılan orijinal duvar resimlerini de görebiliyoruz. Ancak kilisede bulunan en önemli eserin, ünlü İtalyan heykeltıraş Michelangelo’nun yaptığı bir Meryem ve Çocuk heykeli olduğunu söyleyebiliriz.

115 metrelik tuğladan çan kulesi, şehrin en yüksek yapısı ve neredeyse her yerden görülebiliyor. Dünyadaki en yüksek tuğla kulelerden bir tanesi aynı zamanda. Kiliseye giriş ücretsiz, ancak Michelangelo’nun heykelini ve Burgonya düklerinin mezarlarının bulunduğu bölümü görebilmek için 8€ değerindeki bileti almanız gerekiyor.
Gruuthusemuseum
Brugge’nin önemli müzelerinden biri de Gruuthusemuseum. Orta Çağ yıllarında şehrin en önemli kişilerinden Louis de Gruuthuse ve soylu Gruuthuse ailesinin eviymiş bir zamanlar. Sonrasında burada rehin dükkanı açılmış, 19. yüzyılda Brugge şehri burayı satın alıp aslında uygun restorasyonların ardından müze olarak hizmete açmış. Bu müze evde o dönemin ev eşyalarından duvar kilimlerine, mücevherlerden Brugge şehrinin manzaralarını yansıtan tablolara çok sayıda eser görülebiliyor. Bunlar hem ait oldukları dönemin ruhuna ışık tutuyor hem de Brugge’nin ticaretle ne kadar zenginleşmiş bir yer olduğunun kanıtı niteliğinde. O dönemin zenginlerinin nasıl bir hayat sürdüğünü eşyalarda ve tablolarda takip edebilmek mümkün.

Burası Pazartesi günleri kapalı, diğer günlerde giriş ücreti 15€. Müzenin sesli rehberine (audioguide) bu adresten ulaşıp bu görkemli evin tarihi ve göreceğiniz eşyaların hikayelerine dair daha fazla bilgi edinebilirsiniz.
Historium
Brugge’nin uzun tarihinin özellikle Orta Çağ’daki yıllarını takip edebileceğiniz bir Brugge deneyimi sunan Historium da şehirde görebildiğimiz yerlerden biri. Tıpkı Amsterdam gibi ticaretle zenginleşmiş Brugge’ün altın çağı olan 15. yüzyıldan görüntüler eşliğinde gezebileceğiniz Historium’da şehrin tarihine dair çok şey öğrenebilmeniz mümkün. Grote Markt’ta bulunan Historium’a giriş ücreti 21 €. Biletleri buradan alabilirsiniz. VR destekli anlatımı almak isterseniz ekstradan 5 € daha vermeniz gerekiyor.
Museum Sint-Janshospitaal (St. John’s Hospital)
Avrupa’nın hala ayakta olan en eski hastane binalarından bir tanesi, Brugge’deki Aziz John Hastanesi’ne ait. Burası 12. yüzyılda yapılmış. Fakirlere, düşkünlere, hacılara hizmet veren bu hastane zaman içinde yapılan ek binalarla genişlemiş. 8 binası olan çok büyük bir komplekse dönüşmüş. 1977’de kapanana dek hastane olarak hizmet vermeyi sürdürmüş, kapanışının ardından bir süre ihmal edilse de sonra binalar restore edilmiş ve müzeye dönüştürülmüş. Bugün Aziz John Hastanesi’nde ressam Hans Memling’in tabloları ve diğer sanat eserleri sergileniyor. Ayrıca o dönemin tıbbına dair bilgiler de veriliyor. Yan bir binada bulunan küçük eczane müzesini de anmış olayım, orada da dönemin eczanelerinin bir canlandırması var, hatta önündeki küçük yeşil alanda bazı şifalı bitkiler numunelik olarak yetiştirilmekte.
Bu müzeye giriş ücreti de 15€.
Minnewater Park
Brugge şehrine trenle de otobüsle de gelseniz merkeze yürüyerek gelmeye karar verdiğinizde ilk göreceğiniz yer Minnewater Park olacaktır. Aşıklar Parkı olarak da bilinen bu parkta köprüler göletler, tarihi yapılar ve müthiş doğal güzellikler yer alıyor. Burada bulunan gölet ve aynı adı taşıyan köprü (Minnewaterbrug), parkın en bilinen yerleri. Nitekim söylenene göre bu köprüden geçen sevgililer sonsuza dek birbirlerini severlermiş. Bu parkın adını aldığı efsanede de bir aşk hikayesi anlatılıyor zaten. Hikayeye göre Minna adlı soylu bir aileden genç bir kadın, bir anlatıma göre alt tabakadan, bir başka anlatıma göre de “karşıki aşiretten” Stromberg’e aşık olmuş. Ancak babası bu damat adayını kızı için uygunsuz bulmuş. Babasının onu bir başkasıyla zorla evlendirme girişimleri sonucunda Minna sevgilisine kaçmış, ancak o yorgunlukla sevgilisinin kollarında ölmüş ve bu parkın olduğu yere gömülmüş. Bana biraz zorlama bir hikaye gibi gelse de efsaneler her yerde var, bu da başka türlü bir Malabadi Köprüsü hikayesi diyebiliriz.

Ben şahsen gittiğim zaman bu hikayeyi bilmiyordum. Bu bilgisizliğim yine de müthiş manzaraların, şatoları hatırlatan evlerin tadını çıkarmama engel olmadı. Bir de köprünün başındaki barut kulesine (Poertoren) de dikkat edin diyeceğim, parkın görünümünü çok güzel tamamlayan, 14. yüzyıldan kalma bir yapı olarak not edebilirim. Bunun yanında buradaki nehre set çeken, böylece su seviyesini regüle eden görevlinin evi olan Sashuis‘i de muhakkak fark edersiniz, ikisi de son derece masalsı yapılar bence.
Bruges Beer Experience
Belçika bira kültürünün inanılmaz seviyelerde olduğu bir yer, zaten Brüksel’de Delirium gibi bir yerin bulunmasından bile bunu söylemek mümkün. Brugge’nin en tarihi bira üreticilerinden olan De Halve Maan’ın yakın zamanda şehir içine bira boru hattı döşediğini ve işletmelere bu şebeke vasıtasıyla bira yolladığını da biliyoruz. İşte bu zengin bira kültürünün hem anlatıldığı, hem de turistlerden biraz para kazanma fırsatı olarak kullanıldığı bir bira müzesi bulunuyor Brugge’de. Grote Markt’ın köşesinde yer alan Beer Experience’ın müze kısmında biranın tarihine dair bilgiler veriliyor ve birayı oluşturan bileşenleri yakından tanımanız ve hatta koklamanız mümkün oluyor. Ayrıca aldığınız bilete göre bira tadımı yapabiliyorsunuz. 16 çeşit biradan seçim yapabildiğiniz bar kısmını müzeye girmeden ziyaret edebiliyorsunuz. Giriş ücreti bira tadımı hariç 14, 3 çeşit bira tadımıyla birlikte 20€.
Diğer yerler
Brugge’de her yere girmeye zamanınız yetmeyebilir, ama dışarıdan görüp kısa da olsa dikkatinizi vermeye değecek yerler bulunuyor. En başta Burg meydanında Kutsal Kan Bazilikası’nın yanındaki Belediye Binası (Stadhuis), gotik mimarisiyle çok dikkat çekici bir yer. Üst katlarını 8€ karşılığında gezebilmek mümkün, ancak girişteki salona ücretsiz şekilde girip binanın içinin neye benzediğini görüp çıkabilirsiniz de. Bunun dışında buraya çok yakın bir yerde bulunan tarihi balık pazarı Vismarkt‘ı (çarşambadan pazara dek balık satışı hala devam ediyor) da anabiliriz, diğer günlerde burada çeşitli hediyelik eşyalar ve yerel sanatçıların yaptığı resimlerin satıldığını görebilirsiniz. Bunlar haricinde hem dışı hem de içiyle etkileyici bir kilise olan Kurtarıcı Katedrali (Sint-Salvatorskathedraal), akustiğiyle ünlü Concertgebouw Brugge adlı konser salonu, Patates Kızartması Müzesi (Frietmuseum) gibi konsept yerleri sayabiliriz. Ancak Brugge’nin bunlardan fazlası olduğunu, en turistik olmayan sokaklarında bile gezmenin çok keyifli olduğunu bizzat deneyimledim, dolayısıyla burada geçirdiğiniz her saniyeden keyif alabileceğinizi düşünüyorum, nereye gittiğiniz fark etmeksizin.

Brugge filmleri ve kitapları
Hepimiz biliyoruz ki film dediğimizde bu sorunun tek bir yanıtı var. Tabii ki 2008 yapımı In Bruges‘den söz ediyorum. Brugge’e gelseniz de gelmeseniz de mutlaka seyredin diyebileceğim kadar güzel bir film. İrlandalı oyun yazarı Martin McDonagh’ın yönettiği ilk sinema filmiydi ve hem McDonagh’a hem de Bruges’e büyük bir şöhret getirmişti. Sonrasında McDonagh, Seven Psychopats, Three Billboards Outside Ebbing, Missouri ve The Banshees of Inisherin gibi filmleriyle dünya çapında ün kazandı, Oscar ödülü sahibi bile oldu. Ancak birçok kişi için In Bruges, en iyi filmi olarak kaldı.
In Bruges filminde Londra’da kiralık katillik yapan iki kişinin büyük bir hata sonucunda geçici olarak kaçmak zorunda kaldığı Brugge’de geçirdikleri günleri ve başlarına gelen olayları izliyoruz. Çaylak bir tetikçiyi oynayan Colin Farrell ve daha tecrübeli bir başka tetikçi olan Brendan Gleeson’la film boyunca ücretsiz bir Brugge turu yapıyoruz. Şehrin benzersiz atmosferini bu ters giden cinayet hikayesiyle paralel bir şekilde soluduğumuz film boyunca Brugge’ün meşhur meydanı ve çan kulesini yakından görebiliyoruz. Ayrıca Brugge üzerinden giden muhabbetlerde Belçikalı olmayanların, en azından Britanyalıların Brugge ile ilgili ne kadar önyargılı olduklarını da anlıyoruz. Her şekilde keyifle izlenebilecek bir film ve eminim ki Brugge’nin tanıtımına çok büyük katkısı olmuştur.
Kitap olarak da Georges Rodenbach’ın 1892’de yazdığı Ölü Brugge‘yi tavsiye edebilirim. Karısını kaybeden bir yazarın Brugge’ye taşınması ve burada yaşadığı kasvetli hayatı konu edinen kısa romanı da okuyabilirsiniz.
Son sözler
Yazı boyunca yeterince hissettirememiş olabilirim Brugge’nin ne kadar güzel bir şehir olduğunu, en azından standart turist beklentilerine göre belki de dünyanın en güzel yerlerinden biri olduğunu kolayca söyleyebilirim. Bir turistik destinasyondan beklenen her şey var, yürüyerek rahatlıkla gezilebilecek kadar küçük bir merkez, insanı zamanda geriye götüren, kanalları, köprüleri, her şeyiyle dünyada eşine az rastlanacak türden bir şehir diyebilirim. Hem 1 gün içinde rahatça gezilebilecek olması, hem de Brüksel’e, Amsterdam’a yakın bir yerde bulunmasıyla da gezi planlarına eklenesi bir yer olduğunu düşünüyorum, siz de Belçika planlarınıza mutlaka dahil edin.
İletişim
Bu yazıyla ve diğer yazılarımla ilgili her türlü sorunuzu, yazıların altına yorum yaparak bana iletebilirsiniz.
