Brüksel Grand Place
Belçika

Brüksel’de gezilecek yerler – Belçika ve Avrupa’nın başkentinden notlarım

Açıkçası Brüksel hiçbir zaman çok merak ettiğim bir şehir olmadı. Belçika’yla ilgili gidenlerden duyduklarım burayı mutlaka görmem gerekiyor düşüncesini oluşturmadı bende. Avrupa Birliği’nin merkezi olması haricinde pek de kendine özgü bir güzelliği olduğunu duymuş değilim. Yine de görmediğim ülkelerden birinin başkenti olması nedeniyle Brüksel’e bir gezi planladım ve burada fazla durulmamasını tavsiye edenlerin aksine olabildiğince uzun zaman geçirmeye çalıştım. Ve olması gerektiğinden fazla küçümsendiğine fikrine vardım. Bu yazıda Brüksel’de görebildiğim yerleri ve buraya gelişle ilgili faydalı bilgileri okuyabilirsiniz.

Not: Ben 2025 Nisan ayında gittiğimde 1 Euro 39 TL’ye eşitti, hesaplarınızı buna göre yapabilirsiniz.

Brüksel’e nasıl gidilir?

Brüksel’e Türkiye’den yılın her gününde düzenli uçak seferleri yapılıyor. THY, Pegasus ve AJet İstanbul’dan düzenli olarak, Ankara’dan ise haftanın belli günlerinde direkt uçuşlar yapıyor Brüksel Havaalanı‘na. Hatta haftada 2 defa Eskişehir’den Brüksel’e direkt uçan SunExpress seferleri de bulunuyor. Bir not düşeyim, Pegasus seferleri Brüksel değil, yaklaşık 50 kilometre mesafedeki Charleroi-Güney Brüksel Havaalanı‘na yapılıyor ki buraya dair daha çok bilgiyi birazdan paylaşacağım.

Brüksel, Kuzeybatı Avrupa’daki merkezi konumundan ötürü komşu ülkelerden otobüs ve trenle rahatça ulaşılabilecek bir yerde. Amsterdam (yaklaşık 210 km), Almanya’nın batı kentleri ve Fransa’dan, Paris’ten (yaklaşık 310 km) düzenli seferlerle buraya kolayca ulaşmak mümkün. Brüksel Güney Tren İstasyonu (Zuid veya Midi olarak adlandırılıyor), şehrin en önemli ulaşım merkezi denebilir. Farklı şehirlerden gelen trenlerin büyük kısmı burada yolcularını indiriyor. Tren garına bitişik otobüs garı da Flixbus gibi firmaların otobüslerinin kalktığı yer. Bir de Brüksel Kuzey İstasyonu var (Noord), buraya da çok sayıda tren ve istasyona bitişik durağa şehirler arası otobüsler geliyor.

Brüksel Midi İstasyonu, Brüksel, Belçika
Brüksel Midi İstasyonu

Belçika bir Avrupa Birliği üyesi olduğu için doğal olarak bordo pasaport sahiplerinin Schengen vizesi olması gerekiyor burayı ziyaret edebilmek için. Ben de bu sebeple Belçika vizesi aldım. Belçika vizesinde Türkiye’de yetkili kurum VFS, ancak vize randevusu öncesinde doldurmanız gereken başvuru formuna VOW sistemi üzerinden erişebiliyorsunuz. Orada hesap açıp başvuru formunu oluşturmanızın ardından otomatik olarak VFS sistemine yönlendiriliyor ve randevu tarihinizi seçebiliyorsunuz. Yani randevu almadan planınızı büyük oranda şekillendirmeniz, vize formunda yazacak bir otel rezervasyonu yapmanız gerekiyor da diyebilirim.

Ben 2024 Aralık ayının ortalarında başvuru formunu doldurup randevu tarihlerine bakabilme hakkı elde ettiğimde ancak 2025 Mart’ın başına randevu tarihi bulabildim. Biraz daha geç davransaydım bilet tarihimden öncesine bir randevu bulamayacaktım. Şu adreste belirtilen belgeleri topladıktan sonra, gidişime 3 hafta kala başvurdum, ancak gidişime bir hafta kala vizemi alabildim. Dolayısıyla Belçika’ya vize almak istiyorsanız gidişinizden en az 3 ay önce süreci başlatıp planlarınızı yapmanız şiddetle tavsiye olunur.

Charleroi Havaalanından Brüksel’e gidiş

Ben de Belçika’ya Pegasus ile Charleroi Havaalanı üzerinden vardım. İstanbul’dan Charleroi’ya yolculuk yaklaşık 3 saat sürüyor. Burası iki terminalli, oldukça küçük bir havaalanı. Çoğunlukla Ryan Air gibi düşük bütçeli (low cost) havayolu şirketlerinin kullandığı bir yer. Belçika’nın 5. büyük şehri Charleroi’ya yakın, tam olarak da Gosselies adlı kasabada bulunuyor. Bu yüzden girişte Gosselies mührü basılıyor pasaportlara.

Buradan yaklaşık 50 kilometre uzakta bulunan Brüksel şehir merkezine biraz uzun ama yine de kolay bir yolla varılabiliyor. Flibco şirketinin otobüsleri 20 dakikada bir Brüksel’e doğru hareket ediyor. 1 numaralı terminalin (T1) çıkışında bilet gişelerini kolayca görebilirsiniz. Ancak  biletleri önceden almanız faydalı olur, hem zaman de para tasarrufu açısından. flibco’nun sitesinden kolayca bilet alınabiliyor. Biletinizi önceden almış olursanız yine T1 çıkışına yakın bir yerde bulunan Flibco terminaline direkt gidebilirsiniz.

Bu otobüsler havaalanından Brüksel Midi Tren İstasyonu’na kadar gidiyor ve 1 saat içinde Brüksel’e ulaşıyor. Tek yön bilet ücreti 19.95€. Flibco’nun Charleroi’dan sadece Brüksel’e değil, Brugge, Liege ve Ghent gibi şehirlerine de otobüsler bulunduğunu hatırlatmak isterim.

Brüksel Havaalanından şehir merkezine gidiş

Burası daha yakın olduğu için Brüksel merkezine ulaşım çok daha hızlı ve kolay tabii. Havaalanının içinden erişilebilen Brüksel Havaalanı-Zaventem durağından geçen birçok tren, Brüksel şehir merkezine gidiyor. Yarım saatten az süren bir yolculukla merkeze varılabiliyor, bilet fiyatı da bindiğiniz trene göre değişiyor. Bunun dışında 12 numaralı otobüsle de havaalanından şehir merkezine gidebilmek mümkün, ücreti 7€ civarında ve yoğunluk durumuna göre yolculuk 45 dakika kadar sürebiliyor.

Brüksel’de gezilecek yerler

Grand-Place

Bence Avrupa şehirlerinin en iyi meydanlarından biri Brüksel’de bulunuyor. Şehrin kendisinde pek bir atmosfer göremesek de bu meydana hakkını vermemiz gerekir. Çok büyük diyemeyiz belki ama barok ve gotik mimariyle tamamen çevrilmiş, özellikle akşam üstü saatlerinde olanca kalabalığıyla adeta klostrofobik bir hissiyat veren bu meydanı görmemeniz mümkün değil.

Bu göz alıcı meydanın Charles Buls Caddesi’yle birleşen köşesinde Everard t’Serclaes adlı bir şövalyenin heykeli bulunuyor. Hikayeye göre bu bronz heykelin koluna dokunmak insana şans getirirmiş. Bu nedenle heykelin kolu ellenmekten parıl parıl parlamış. “Adet yerini bulsun” kafasında birisiyseniz bu heykeli mutlaka görün.

Brüksel Şehir Müzesi

1887’de kurulan şehir müzesi, Grand-Place’in en güzel binalarından biri olan Kralın Evi (Maison de Roi), yani Brabant Düklerinin sarayında yer alıyor. Brüksel şehrinin geçirdiği aşamaları son derece güzel bir şekilde izleyebiliyoruz. Brüksel evlerinde kullanılan porselenler, metal eşyalar, kapı süslemeleri gibi daha gündelik eşyalar ve kiliselerde bulunmuş olan tablo ve heykeller giriş katında yer alıyor. 2. katta ise şehrin yaşadığı değişim ve bugünkü haline dair bilgiler veriliyor. Şehre surların yapılışı ve özellikle 19. yüzyılda şehirden geçen Senne nehrinin sularının yönünün değiştirilerek aktığı yatağın tamamen kapatılması şehrin çehresinin bayağı değiştirmiş. Ayrıca şehrin aldığı göçmenler ve bunun etkileri de anlatılıyor. Yani Brüksel tarihine dair hızlı bir bilgilendirme istiyorsanız bu müzeye gelebilirsiniz.

Brüksel Şehir Müzesi, Brüksel, Belçika
Grand Place’ta bulunan Brüksel Şehir Müzesi binası da oldukça güzel

Müzede ayrıca meşhur Manneken Pis heykelinin 17. yüzyılda yapılmış orijinali de bu müzede sergilenmekte. Hatta tek bir oda buna ayrılmış vaziyette, Manneken Pis hakkında bilgiler ve meşhur kıyafetlerinin bir bölümü sergileniyor. Bu arada Manneken Pis’in yüzlerce kıyafetinin yer aldığı müzeye, yani GardeRobe MannekenPis‘e gitmek isterseniz bu müzenin biletiyle 2 gün içinde ücretsiz gidebilirsiniz.

Brüksel Şehir Müzesi’ne giriş ücreti 10€.

Manneken Pis

Avrupa’nın en meşhur heykellerinden biri olan Manneken Pis, Brüksel’in şüphesiz en bilinen sembollerinden biri. Nitekim heykelin ortaya çıktığı tarih tam bilinmese de ta Orta Çağ’da bile orada olduğuna dair kanıtlar varmış. Bugünkü hali ise 1619’dan beri aynı şekilde yerinde. Heykelin adı da, tam olarak kendisini tanımlıyor. Manneken Pis, tarihsel olarak Brüksel civarında konuşulmuş olan bir Felemenkçe lehçesinde “işeyen küçük adam” demekmiş. Benzerlerini farklı yerlerde ve konseptlerde de görmüş olabileceğiniz, küçük bir havuza işeyen çocuk heykellerinin belki de ilham kaynağı, şüphesiz ki en bilineni bu.

Manneken Pis, Brüksel, Belçika
Manneken Pis, çıplak haliyle

Bayramlarda ve önemli günlerde, günün önemine uygun kıyafetler giydirilen heykel, binlerce farklı kıyafet giymiş şimdiye dek. En azından 1698’den beri kostümler giydirilen heykelin giydiği kıyafetler, heykelin 100 metre kadar aşağısında bulunan GardeRobe MannekenPis adlı müzede sergileniyor, meraklısına bunu da söylemek isterim.

1987’de yapılan Jeanneke Pis adlı heykel, Manneke’nin dişi versiyonu diyebiliriz, Aynı şekilde bir havuza işeyen küçük bir kız çocuğunun betimlendiği heykel yine şehrin merkezinde bulunuyor. Bu havuza bozuk para atıldığında sevdiğine sadık kalınacağına inanılıyormuş, bu yüzden tıpkı Roma’daki Aşıklar Çeşmesi gibi buraya da bozuk para atma geleneği var. 1999’da yapılan Het Zinneke adlı bu konseptin üçüncü ve son halkası, bir kaldırım babasına işiyormuş gibi yapan bir köpeği betimliyor.

Kraliyet Sarayı

Belçika, Avrupa’nın halen ayakta olan en eski monarşilerinden bir tanesi. 1831’de kurulan Belçika Krallığı, günümüze dek aralıksız bir şekilde varlığını sürdürdü. Diğer Avrupa monarşileri gibi ülke yönetiminde sembolik bir noktada bulunsa da teorik olarak ülkenin yöneticisi ve başkomutanı hala kraliyetin başındaki kişi olmayı sürdürüyor. 2013’ten beri de Kral Philippe, hanedanın başında.

Belçika Kraliyet Sarayı, Brüksel, Belçika
Kraliyet Sarayı’nın önünde böyle geniş bir cadde bulunuyor.

Şehrin merkezinde bulunan kraliyet sarayını dışarıdan da olsa görmenizi tavsiye ederim. Zaten sadece Temmuz’un sonundan Ağustos’un sonuna kadar, yılda 1 ay kadar bir süre için ziyaretçilere açık. Ancak meraklılarına bu sanal turu tavsiye ederim, ben de bu şekilde sarayın içinde neler olduğunu görebildim. Saraydan bahsetmişken sarayın karşısında bulunan Parc de Bruxelles’i de anayım, çok tarihi olduğu için eski bir hava veriyor ve burada gezileriniz arasında keyifli bir dinlenme mümkün. Ayrıca Kraliyet Sarayı’na bitişik St. Jacob Kilisesi’ni (Sint-Jacob-op-Koudenbergkerk) de görün. Belki bizim gibi bir kilise korosuna denk gelirsiniz.

Kraliyet Güzel Sanatlar Müzesi (Musées Royaux des Beaux-Arts de Belgique)

Brüksel’in en önemli sanat müzesi diyebileceğimiz Güzel Sanatlar Müzesi de çok büyük, en azından birkaç saatin ayrılması gereken bir müze. Müzede hem Belçika topraklarından çıkan, hem de dünyanın farklı yerlerinden gelen sayısız eser sergilenmekte. Devasa resim ve heykellerin sergilendiği ana salonun ardından farklı dönem ve konseptlere göre sıralanmış eserleri görebiliyorsunuz. Frans Hals, Ferdinand Bol gibi isimlerin eserleri müzenin koleksiyonu arasında. Ayrıca Brueghel ve Rubens’in ve ondan etkilenmiş diğer sanatçıların eserlerinin sergilendiği odaları ziyaret edebiliyorsunuz. Eserlerin çoğu dini tandanslı olsa da günlük hayattan, Belçika tarihinin önemli anlarından eserleri görebiliyorsunuz. Sadece eserlerin kendisi değil tabii, örneğin büyük Hollandalı üstatlardan kabul edilen Brueghel’in tablolarındaki detayların anlatıldığı slaytları da bir odada izleyip üstada bir kez daha hayran kalmak mümkün olabiliyor.

Sanatseverlerin Brüksel’e gelmişken mutlaka görmelerini tavsiye edebileceğim müzenin giriş ücreti 10€. Ancak müze içinden direkt bağlantısı bulunan Magritte Müzesi’ne de gitmek isterseniz 15€’luk kombine biletten de alabilirsiniz.

Magritte Müzesi

Sürrealizmin dünyadaki en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen René Magritte‘in adını taşıyan bu müzede de sanatçının çok sayıda meşhur eseri ziyaretçilerle buluşuyor. Müzede önce Magritte’in hayatına dair bilgiler veriliyor, sonrasında ilk dönem eserlerinden başlayarak en bilinen Dadaist ve Sürrealist eserlerine kadar uzanan bir yelpazede eserleri sergileniyor. Ayrıca reklamlar için yaptığı çalışmalar da müzede bulunmakta. Bu müzede görebileceğiniz, sanatçının en bilinen eserleri arasında İmgelerin İhaneti (üzerinde Bu Bir Pipo Değildir yazan, pipo resmi olan meşhur çalışma), dağ başında bir kartal imgesini seçebildiğimiz The Domain Of Arnheim ve eşi Georgette’in portresi gibi daha birçok portreyi ve imgeleri merkezi alan çalışmaları sayabiliriz. Her ne kadar bu müzede kendisini göremesek de Magritte’in en bilinen eserlerinin başında gelen İnsanoğlu (yüzü yeşil bir elmayla kapalı olan bir adamın resmi) eserine ithafen müzenin yer aldığı binanın üzerinde kocaman bir yeşil elma bulunuyor, müzeden çıktıktan sonra bunu da görebilirsiniz.

Tek başına bu müzeye giriş ücreti 10€, ancak yukarıda da belirttiğim gibi Güzel Sanatlar Müzesi’yle birliktekombine bilet alırsanız 15€ karşılığında iki müzeyi de görebilmek mümkün ki benim tavsiyem de bu yönde olacak.

Bu müzeden çıktıktan sonra tepeden aşağı yürüdüğünüzde karşınıza çıkacak Sanat Dağ Bahçesini (Jardin du Mont des Arts) de görün, çiçeklerle oldukça dekoratif hale getirilmiş bu bahçeden geçerek şehrin merkezine doğru yürüyebilirsiniz.

Atomium

Artık günümüzde iletişim imkanlarının gelişmişliği nedeniyle çok da büyük önem atfedilmeyen dünya fuarları, eski zamanlarda çok daha önemli olmasının yanında, yapılan şehirlere kalıcı izler de bırakırlarmış. Mesela San Francisco‘daki 1915 Expo’sunda inşa edilen Palace of the Fine Arts, fuarın ardından kaldırılmadı ve şehrin içinde farklı bir yere taşındı, halen San Francisco’nun en önemli simgelerinden biri olmayı sürdürüyor. Benzer bir durum Brüksel için de geçerli. 1958 yılında yapılan Expo için inşa edilmiş olan Atomium adlı fütüristik yapı, hala aynı yerde durmaya ve çok sayıda turist çekmeye devam ediyor.

Soğuk savaşın zirveye çıkmaya başladığı 1950’li yıllarda gerçekleşen bu fuarın merkezinde, bütün dünyaya nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılabileceği mesajını vermek için yapılan, birbirine bağlı 9 küreden oluşan ve hayali bir atomu simgeleyen Atomium, 6 aylık fuarın ardından aynı yerde kalmaya devam etmiş. 2006’da yapılan restorasyonun ardından çok daha turist dostu bir hale gelmiş. Atomium’u oluşturan atom çekirdeklerinde günümüzde farklı konsept sergiler bulunuyor. Atomium’a giriş ücreti 16€. Online bilet için şu sayfayı ziyaret edebilirsiniz.

Atomium, Brüksel, Belçika
Atomium’un ‘çekirdeklerine’ asansör ve merdivenlerle çıkılıyor.

Buraya gelmek için Brüksel metrosuna binip 6 numaralı hattın sondan bir önceki durağı olan Heysel’de inebilirsiniz. Heysel adı özellikle futbolseverlere tanıdık gelecektir. 1985’teki Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası final maçının öncesinde Liverpool taraftarlarının Juventus’lu taraftarların bulunduğu tribüne saldırması, çıkan izdihamda çoğu İtalyan 39 kişinin ölmesiyle sonuçlanan Heysel Faciası’nın yaşandığı Heysel Stadı, bu metro durağının tam yanında. Sonrasında stadın adı Kral Boudouin olarak değiştirildi. Buraya da dışarıdan bir bakabilirsiniz.

Bu arada bu fuarı konu edinen İngiliz yazar Jonathan Coe’nun Expo 58 adlı kitabı da meraklısına tavsiye edebilirim. Kitapta Brüksel ve özellikle Atomium’un bulunduğu Laeken bölgesinin bir arka plan olarak kullanıldığını söyleyebilirim. Sürükleyici bir soğuk savaş kitabı diyebilirim.

50. Yıl Parkı (Parc du Cinquantenaire – Jubelpark)

Şehir merkezinin doğusunda bulunan bu park, Brüksel’in en büyük parklarından biri. Belçika Krallığı’nın bağımsızlığının 50. yılı şerefine 1880’de açılan park, girişindeki devasa kemeri, kocaman yeşil alanlarıyla çok büyük bir park. İçinde de çok sayıda müze ve anıt var. Müzeler arasında Kraliyet Sanat ve Tarih Müzesi’ne gitme imkanı buldum.

Kraliyet Sanat ve Tarih Müzesi

Burası 4 kata yayılmış devasa bir müze. Adından anlaşılacağı üzere kraliyetin topladığı her türlü sanat değeri taşıyan parça bu müzede yer almış. Roma-Yunan devrinden heykeller, günümüzün Belçika topraklarında yaşamış ressamların eserleri, duvar kilimleri ve günlük eşyalardan oluşan büyük bir koleksiyon var örneğin. Özellikle Amerika kıtasındaki eski uygarlıklardan gelen buluntular oldukça geniş kapsamlı ve ilginçti. Okyanusya’daki Easter Adası’ndan gelen devasa heykel de benzer bir şekilde ilgimi çekti diyebilirim.

Müzede bizim coğrafyalardan gelen eserler de sergileniyor. Eski Osmanlı, İran, genel olarak Orta Doğu’dan, farklı çağlardan eserler bulunuyor. Bence antik Mısır’a ayrılan kat ve İslami Sanatlar odası oldukça görülesi yerlerdi. Mısır bölümünde genel antik Mısır tarihine dair bilgi verip Nil havzasından getirilmiş çok sayıda eşyayı görebiliyorsunuz. Hatta Luxor‘daki Krallar Vadisi’nde bulunan bir mezar odasının birebir kopyası bile var. İslami Sanatlar odasında ise Emevilerden başlayarak Abbasi, Fatımi, Memluk, Endülüs, İran ve Osmanlı’dan kalma çeşitli eserler yer alıyor. Osmanlı’dan çini ve kilimler, İran’dan minyatürler, işlemeli fayanslar sergileniyor örneğin. Kahire‘de gördüğüm İslami Sanatlar Müzesi’nin küçük bir örneği diyebilirim adeta. Giriş ücreti 10€ olan bu müzede en büyük problem, İngilizce açıklamaların az olmasıydı. Salonların büyük kısmında Fransızca ve Flemenkçe açıklamalar bulunuyor. Buna rağmen bu dev müzede birkaç saat geçirmeye değer diye düşünüyorum.

Buranın dışında Ordu Tarihi Müzesi ve Otomobil Müzesi gibi başka yapılar da park arazisinde bulunuyor. Ordu Tarihi Müzesi‘nin (Royal Museum of the Armed Forces and Military History) bir bölümünde devasa bir hangar bulunuyor, orada eski savaş uçakları sergileniyor. Ayrıca silahlar, kıyafetler hatta askeri bandolardaki müzik aletleri, Fransız ve Rus ordularının farklı dönemlerine ait pek çok silahla birlikte burada sergileniyor. Belçika tarihini savaşlar ve silahlar üzerinden anlatan müze, resmi sitesinde yazdığına göre en az 3 saatinizi ayırmanız gereken büyük bir müze. Büyük kemerin (Arcade) üzerine çıkmak için de bu müzeden geçmeniz gerekiyor. Giriş ücreti 12€.

Büyük kemerin diğer yanında ise Otomobil Müzesi (Autoworld) var. 250’den fazla nadir arabanın sergilendiği, yine devasa bir hangar diyebileceğimiz bu müzede çok farklı cinsten araba bulunuyor. Formula 1 arabalarından dünyanın ilk üretilen modellerine, klasiklere, Belçika’nın yerli arabası Minerva modellerine kadar araba severlerin ilgisini çekecek büyük bir koleksiyon oluşturulmuş. Buraya giriş de 16€. Şu sayfadan online tur yapabilirsiniz.

Ayrıca Brüksel Ulu Camii de yine bu parkta yer alıyor. Söylediğim gibi oldukça geniş ve etrafı açık bir park, bulutsuz havalarda biraz güneş yüzü görebilmenize imkan veriyor Brüksel gibi bir şehirde. Bunun haricinde Brüksel’de göreceğinize çok şaşıracağınız, ancak 50 yıl önce hayvanat bahçesinden salındığı günden beri şehir hayatının bir parçası haline gelmiş yeşil papağanları da parkta görebilirsiniz, gözünüz ağaçlarda olsun. Parka Brüksel metrosunun Schuman veya Merode duraklarından birinde inerek ulaşabilirsiniz. Şimdi bu parkta görmeyi en merakla beklediğim yerden bahsedeyim.

Kongo’daki Belçikalı Öncüler Anıtı

Bence 50. Yıl Parkı’ndaki en ilginç yer, Kongo’ya gitmiş Belçikalı öncülere (yani bildiğiniz sömürgecilere) adanmış anıttı. Anıtın tam adı Kongo’daki Belçikalı Öncüler Anıtı (Monument aux pionniers belges au Congo). Brüksel’in en tartışmalı, bu nedenle en görülesi yerlerinden biri olan 1921’de yapılan bu anıtı görmeyi çok istiyordum, gittiğimde uzun uzun inceleme fırsatı da buldum. Belçika Kralı 2. Leopold’ün ve Belçika Ordusu’nun Kongo’daki “kahramanlıkları” anısına dikilen bu anıt Leopold’ü “beyaz adamı” yüceltirken Kongoluları, genel anlamda “medeniyetten nasibini alamamış, vahşi” Afrikalıları oldukça aşağılayan kabartmalarıyla, tam bir sömürgeci güzellemesi diyebiliriz.

Ben de biraz bu anıttaki detaylardan bahsetmek istiyorum. Anıtın üzerinde farklı semboller üzerinde anlatımlar yapan kabartmalar bulunuyor. Örneğin, yanında bir timsahla vahşi ormanda yaşayan bir Kongolu, Belçikalıların medeniyet ve tabii ki Hıristiyanlığı getirişi ve en sonunda Kongolu bir kadının kendini ve çocuklarını kral Leopold’e benzeyen bir karakterin önüne atması gibi detaylardan bahsedebiliriz.

Anıt doğal olarak çok sayıda saldırıya maruz kalıyor. Üzerinde sprey boyalarla yazılan sloganları her zaman görebilirsiniz. Belçika devleti, resmi söylem olarak elbette Kongo’da yaptıklarından ötürü pişmanlığını bildirmiş bir ülke. Zaten anıtın önündeki açıklamalarda bu anıtın ırkçı yanına dair net konuşmuşlar. Buna diyecek birşey yok. Eminim ki varlığından utanç duyduklarını beyan ettikleri bu anıtı kaldırmak isterlerdi. Ancak tahmin ediyorum ki genç kuşakların Belçika’nın sömürgeci geçmişiyle yüzleşmesi vs gibi gerekçelerle anıt hala yerinde. Ve tabii ki Kraliyetin Kongolulardan resmen özür dilememe ısrarı sürdükçe anıtın üzerinde yazılar görmeye devam ederiz.

Kongo'daki Öncüler Anıtı, Brüksel, Belçika
50. Yıl Parkı’ndaki Kongo Anıtının üzerinde sürekli sprey boyalı yazılar bulunuyor.

Bu anıtta sadece Brükselli siyah Afrikalılar açısından değil, Araplar açısından da tartışmalı taraflar var. Nihayetinde bu anıt Kongo’daki Arapları mağlup ederek burada köle ticaretini bitiren, Kongolulara Hıristiyanlığı ve medeniyeti götüren bu sevgili Avrupalıların kendilerini tebrik etmek adına yaptığı bir anıt. Kendilerini ve Kongolu yardıma muhtaç vahşileri betimlerken bir yandan da Arap köle tüccarlarına da ciddi ithamlarda bulunuluyor. Dolayısıyla anıtın üzerindeki “Arap” ifadeleri kazınmış, ancak Belçikalı milliyetçi kesimler tekrar eklemişler, bu da anıtın bir başka tartışmalı tarafı olmuş.

50. Yıl Parkı’na geldiğinizde burayı kesin görün, nitekim günün birinde burayı kaldırmaya karar verebilirler. Parkın merkeze yakın tarafındaki girişte bulunuyor burası.

BelVUE Müzesi

Belçika’nın modern tarihinin 1830’da kraliyetin gelişiyle başladığını kabul edersek, BelVUE Müzesi’nin bütün bu tarihi kapsayan özel bir müze olduğunu söylememiz gerekir. Belçika krallığının kurulduğu günden başlayarak geçirdiği bütün aşamaları anlatan, çok dolu ve interaktif bir müze. Yaklaşık 200 yıllık tarihin siyasi, ekonomik ve kültürel her adımını müzedeki bilgi notlarından izleyebiliyoruz. Bu dönemlere ait çeşitli eşyalar da sergileniyor, istatistikler de veriliyor. Bazı odalarda tematik çalışmalar var, örneğin çoğulculuk, Belçika sanayisi, göçmenler, dil, Avrupa Birliği vs. konularında ayrıntılı bilgiler ve tanıklıkları bulabilmek mümkün.

Belçika’nın sömürgeci geçmişine dair de çok detaylı bilgiler veriliyor. Genel tonun, Belçika’nın Kongo’da yaptıklarından ötürü çok pişman olduğu, adeta özür diler gibi olduğunu söyleyebiliriz. Kongo’nun madenlerinin ve kauçuk gibi hammaddelerinin nasıl kullandığını gösteren güzel istatistikler var mesela. Ama hepimiz için çok bilindik olan Avrupalı söylemlerini de, çoğulculuk, bireysel özgürlük, Avrupa’nın ortak değerlerini de sık sık görüyoruz burada.

Bence BelVUE çok öğretici bir müze, kesinlikle görmenizi tavsiye ederim. Giriş 10€. Ayrıca buranın alt kısmında yeni keşfedilmiş bir saray kalıntısı Coudenberg de bulunuyor. İkisine birden kombine biletle 18€ ödeyerek girebilirsiniz. Hemen Kraliyet Sarayının yanında bulunduğunu da belirteyim.

Çizgi Roman Müzesi (Comics Art Museum)

Brüksel’de göreceğiniz yerlerden dünyada bir benzerini zor bulacağınız bir yer varsa, bence Çizgi Roman Müzesi tam olarak orasıdır. Nitekim kendisi Hollanda veya Fransa’dan çok da farklıymış gibi görülmeyen Belçika’dan çıkan en özgün şeyin çizgi romanlar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tenten’den başlayarak, Red Kit, Şirinler ve Spirou gibi sayısız çizgi roman, bizlerin de çizgi filmler vasıtasıyla tanıdığı popüler kültür ürünleri haline dönüşmüş durumda. İşte bütün bu eserler, yaratıcıları ve genel anlamda çizgi roman kültürüne dair pek çok şeyi Çizgi Roman Müzesi’nde görebilmek mümkün.

Ünlü Belçikalı mimar Victor Horta’nın tasarımı, 20. yüzyıl başlarında yapılmış binada hem çizgi roman tekniklerine dair çok şey öğrenebilir, hem de Belçikalı birçok çizgi romanın ve onları yaratan kişilere dair bilgi edinebilirsiniz. Adı bugünkü gibi çizgi roman olmasa da aslında matbaanın icadından beri o tarz kitapların çıkmaya başladığını, ilk zamanlar dini nitelikteki bu yapıtların özellikle 19. yüzyılla birlikte gazetelerde günlük olayları aktarma ve hikaye anlatma amaçlı olarak kullanıldığını görüyoruz. Sonra bir çizgi romanı meydana getirmenin bütün adımlarının anlatıldığı güzel bir bölümle müzede geziniz devam ediyor. Senaryo oluşturma, karakalem ve mürekkeple taslakların çıkarılması, renklendirme, kapak tasarımı ve dijital imkanların kullanımına dair bilgiler ve araç gereçler sergileniyor. Ayrıca çeşitli çizgi roman türlerine (tarihi, öğretici, mizahi, bilimkurgu gibi) dair de örnekler müzede bulunuyor. Ayrıca bir şöhretler müzesi alanı var, orada da Hergé, Peyo, Morris gibi meşhur çizerlerin hayatı anlatılıyor. Dijital bir ekranda Belçika ve dünya tarihi, bu ünlü çizgi romanların zaman çizelgesiyle beraber veriliyor. Müze, en üst kattaki modern çizgi roman örnekleriyle sona eriyor.

Ayrıca müze bünyesinde yapılan atölye çalışmalarına davet edilen genç sanatçıların yeni eserlerinin gösterildiği ayrı bir bölüm de bulunmakta. Çizgi Roman Müzesi’ne giriş ücreti 14€. Bu çizgi filmlere ve genel olarak popüler kültüre ilgisi olanlara müzeyi tavsiye etmek isterim.

European Quarter

Brüksel, Avrupa Birliği’nin başkenti diyebilmeye en çok yaklaşacağımız şehirdir muhtemelen. Avrupa Parlamentosu binalarından birinin yanı sıra Avrupa Konseyi ve daha birçok AB biriminin binası Brüksel’de bulunuyor. Bu binalar ise European Quarter denilen bölgede yer alıyor. Bu bölgede gezip dolaşmak ve AB’ye dair bilgiler alabilmek, hatta programa göre parlamentoya girebilmek de mümkün.

Delirium Café

Belçika, Avrupa’nın bira merkezlerinden biridir dersek yanlış olmaz ki burası adını bildiğimiz birkaç marka dışında bilmediğimiz onlarcasını da çıkarmış bir ülke zaten. Brüksel’in sıradan bakkallarında bile çeşit çeşit bira satılıyor. Ancak Brüksel’de bira içme deneyimini yaşamanız gereken bir yer varsa orası da Delirium Café olmalı. Burası aslında tek bir mekandan ziyade bir binanın giriş katını tamamen kaplamış bir barlar zincirine benziyor. Bu son derece atmosferik bar/kafede bin çeşit bira satılıyormuş ki tek tek saymasam da saymasam da gerçekten çok değişik biralar olduğunu söyleyebilirim. Çok farklı türlerde ve aromalarda biraların satıldığı bu mekanda yer bulmak her zaman çok kolay olmasa da sadece atmosferi görmek için bile uğrayabilirsiniz. Zaten Jeanneke Pis’in hemen bitişiğinde bulunuyor.

Delirium Cafe, Brüksel, Belçika
Delirium Cafe’nin içinde değişik bir atmosfer var.

Delirium’dan bahsetmişken Belgian Beer World Experience‘tan da bahsetmek istiyorum. Şehrin göbeğinde yer alan eski borsa binası La Bourse’ta bulunuyor. Tarihi şehir merkezini tepeden görebilmenizi sağlayan teras katına çıkarak orada 150 çeşit Belçika birasını deneyebilmenizi mümkün kılıyor burası. Ayrıca Belçika’da biranın tarihini ve bira yapım süreçlerini anlatan bir çeşit müze de bulunuyor. Giriş ücreti 19.5€, ücrete bir bira dahil.

Diğer yerler

Brüksel’de birkaç tane daha görülesi yer olduğundan bahsetmek isterim. Her ne kadar dışında pek özel birşey olmasa da ünlü sinema oyuncusu Audrey Hepburn Brüksel’de doğmuştu, o evi dışarıdan görebilmek mümkün mesela. Bir asilzade ailesine doğan Hepburn’ün evinin bulunduğu mahallenin bugün göçmenlerle dolu olduğunu görmek size ilginç hissiyatlar yaşatabilir. Bunun dışında bir de Laeken Parkı‘ndan söz edebilirim, Atomium yakınlarında bulunan bu park, Brüksel’deki en büyük parklardan biri ve devasa çayırlarla kaplı. Şehir sakinlerinin her kesiminden kişilerin çimlerde uzanarak bu parkta zaman geçirdiğini görme imkanım oldu.

Bir de Laeken Parkı’na yakın bir yerde bulunan Meryem Ana Kilisesi’nden (Église Notre-Dame de Laeken). 19. yüzyılda Neo-Gotik tarzda inşa edilen kilisede Belçika Kraliyet ailesinin üyelerinin mezarları bulunuyor. Yani bütün krallar bu kilisenin altındaki mezar odalarına gömülmüş. Dışarıdan heybetli bir görüntüsü olan kilisenin içi de Belçikalılar açısından böyle bir öneme sahip. Kilisenin bitişiğindeki Laeken Mezarlığı’na da eğer açıksa bir göz atabilirsiniz, burası birçok önemli Belçikalının gömüldüğü bir mezarlıkmış. Mezar taşları arasında oldukça sanatsal heykeller de bulunmakta.

Brüksel’e gelmeden okunabilecek kitaplar ve izlenebilecek filmler

Açıkçası Brüksel’de geçen, Belçikalı bir yazara ait kitap bulmakta zorlandım. En azından ben bu konuda yaptığım araştırmada yaygın bir şekilde tanınan bir Belçikalı yazara rastlamadım. 1911’de Nobel alan Maurice Maeterlinck’i saymazsak tabii, ama onun da Brüksel’e adanmış bir kitabı var mı diye baktım, göremedim. Bu nedenle sırf Brüksel’de geçen bir kitap okumuş olayım diye İngiliz yazar Jonathan Coe’nun Expo 58 adlı kitabını okudum, ama o da Brüksel’den ziyade tarihi arka planına odaklanmamız gereken bir kitaptı.

Zaten Belçika Edebiyatı denince kimin aklına ne geliyordur bilemiyorum. Benim de aklıma çizgi romanlar geliyor ki Belçika’nın çok köklü bir çizgi roman ekolü bulunuyor. Tenten, Red Kit, Şirinler gibi hepimizin tanıdığı çizgi romanlar Belçika menşeili sanatçılar tarafından yapıldılar.

Brüksel’de yenilip içilebilecekler

Brüksel çok büyük bir gastronomi şehri sayılmaz. Ancak her noktasında karşılaşabileceğiniz iki sokak yiyeceğini mutlaka anmak lazım. Biri patates kızartması, diğeri de tabii ki waffle. Bunları muhakkak tüketirsiniz diye düşünüyorum, nitekim acıktığınızı hissettiğiniz her anda karşınızda bunları bulabilirsiniz. Önlerinde de kuyruklar görebilirsiniz, şaşırmayın.

Patates kızartması dükkanı, Brüksel, Belçika
Brüksel’de birçok patatesçinin önünde böyle kuyruklar bulunuyor.

Elbette içecek anlamında yukarıda bahsettiğim Delirium’u tekrar analım.

Son sözler

Açıkça söylemek gerekirse Brüksel’den ziyade Brugge veya Gent gibi daha güzel Belçika şehirlerini görmek gerektiğini söyleyeceklere hak verebilirim. Brüksel, “güzel şehir” dendiği zaman çoğu kişinin aklında oluşan standartları sağlıyor denemez. Ancak benim gibi müze gezici bir karakter açısından zengin bir şehir olmadığını söylersem haksızlık etmiş olurum. Dolayısıyla Brüksel’de geçirdiğim zamanı hoş bir şekilde hatırlayacağımı söyleyebilirim. Elbette bir Amsterdam olmasa da burada da görülecek şeyler çok diye düşünüyorum.

İletişim

Bu yazıyla ve diğer yazılarımla ilgili her türlü sorunuzu, yazıların altına yorum yaparak bana iletebilirsiniz.

Özetle söylemek gerekirse, gezmeye meraklı bir beyaz yakalıyım. Üniversiteyi bitirene kadar hiç yurt dışına çıkmadıysam da, sonrasında elimdeki imkanları olabildiğince kullanmaya çalışarak 40'tan fazla ülkeye gittim. Ülkeleri sokaklarında yürüyerek, bütün müzelere ve tarihi yerlere gitmeye çalışarak, az konuşarak, az yiyip içerek, çok yürüyerek, erken kalkıp erken yatarak gezmeyi severim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir