Malta’da gezilecek yerler – Akdeniz’in küçük ülkesinden notlar
Son güncelleme tarihi: 7 Nisan 2024
Esas olarak Avrupa’da gidebileceğim yeni pek bir yer kalmayınca Malta’ya gitmeye niyetlenmiştim. Aslında Malta vizesi almak zorunda kalacağıma üzgündüm. Nitekim çok uzun süreli vize verebileceklerini düşünmüyordum. Ancak hem nispeten kolay bir süreç oldu hem de tahmin ettiğimden uzun bir vize verdiler. Belki de en önemlisi Malta, düşündüğümden daha fazla gezilebilecek yere sahipmiş, en azından 3-4 günlük kısa bir gezi için.
Malta eriği, Malta köpeği, dil okulları ve bahis şirketleriyle bildiğimiz Malta, her ne kadar dünya tarihinde büyük bir rol oynamış olmasa da en azından bin yıllardır insanların yaşadığı ve zaman zaman hakimiyet savaşı verdiği küçük bir ada ülkesi olarak varlığını sürdürüyor.
Bir başka not: Malta küçük bir yer olsa da kendine özgü özellikleri bulunan bir yer, o yüzden burada dikkat edilmesi gereken bazı küçük noktalar var. Bu püf noktalarını ve ayrıca Malta tarihi, coğrafyası, dili ve kültürüne ait öğrendiklerimi anlattığım, ayrıca vize alma sürecinde yaşadıklarıma dair bir başka yazı daha yazacağım.
Malta’ya nasıl gidilir?
Akdeniz’in ortasında, Sicilya kıyılarına yaklaşık 100, Afrika’da Tunus’a ise yaklaşık 300 kilometre uzaklıkta bulunan Malta’nın tek uluslararası havaalanı olan Luqa’ya Türkiye’den Türk Hava Yolları düzenli sefer yapıyor. İstanbul’dan uçuş süresi 2-2,5 saat arası. Luqa’ya Avrupa’nın birçok şehrinden uçuş yapılıyor, bu nedenle eğer devam eden Schengen vizeniz varsa Avrupa’nın başka bir havaalanı üzerinden Ryan Air ile daha ucuza gelebilmeniz mümkün olabilir. Öte yandan Türkiye’den THY haricinde başka bir direkt ulaşım aracı bulunmuyor.
Ayrı bir ulaşım aracı olarak da İtalya’nın Sicilya adasındaki Pozzallo kasabasından Valletta’ya yaklaşık 2 saatte giden bir feribot olduğunu da belirteyim.
Malta’da gezilecek yerler
Malta Avrupa’nın en küçük ülkelerinden biri olmakla birlikte (sadece 316 km², nüfus 500 bin’in biraz üzerinde) 3 adadan oluştuğu ve adaların farklı bölgelerine dağılmış ziyaret noktaları barındırdığı için planlama aşamasında biraz uğraşmak gerekiyor. Yine de birçok yerini birkaç gün içerisinde görebilmek mümkün, nitekim Malta’da otobüs ağı oldukça gelişmiş vaziyette. Ben de bu yazıyı farklı adalara ve şehirlere bölerek yazmak istedim.
Malta Adası
Malta Cumhuriyeti’nin adını aldığı en büyük adası Malta’da, ülkenin en önemli şehirleri, havaalanı ve turistik yerlerin büyük çoğunluğu bulunuyor.
Valletta
Valletta Malta’nın en önemli kenti, merkezi, başkenti konumunda. Adını 1565’teki Osmanlı kuşatmasını püskürtmüş Provence’lı şövalye Jean Parisot de Valette‘ten alan şehir, Osmanlıların ayrılmasının ardından büyük surlarla çevrelenmiş. 2. Dünya Savaşı sırasında Alman bombardımanlarıyla ciddi hasar almış ancak yıllar içinde yeniden yapılmış. Hem Malta Şövalyelerinin sarayı, hem İngiliz sömürgecilerinin yönetim merkezi, hem de günümüzün Malta Cumhuriyeti meclisi Valletta’da bulunuyor. İstanbul’un İstiklal Caddesi’ni hatırlatan caddelerinin yer aldığı, her türlü restoran, turistik eşya dükkanı, müze ve diğer yerleriyle Valletta, Malta’nın merkezi olmayı yüzyıllardır sürdürüyor. Denizin dibinde bir tepenin üzerine kurulmuş Valletta’da bulunan turistik mekanlarla yazıya başlayayım.
St. John Eş Katedrali (St. John’s Co-Cathedral)
Malta’nın en bilinen turistik yeri burası diyebiliriz, Maltaca adı Kon-Katidral ta’ San Ġwann. Nitekim burası Malta’daki Hıristiyanlığın merkezi konumunda. Osmanlı kuşatmasının bitişinden kısa bir süre sonra şövalye Jean de la Cassière tarafından yaptırılan katedralde başta İtalyan Mattia Preti olmak üzere çok sayıda ünlü Rönesans sanatçısının emeği var. Özellikle katedralin merkezinde yer alan ve katedrale adını veren Vaftizci Yahya’nın hayatını anlatan tavan işlemeleri Preti’ye ait ve göz kamaştırıcı.
Katedraldeki şapellerin her biri farklı bir ülkelerden gelen şövalye grupları (langue) tarafından yapılmış ve içinde o grupların simgeleri bulunuyor, o ülkeden gelen ünlü şövalye ve büyük üstatların heykelleri var. Yine bütün kilise tabanında ünlü şövalye ve diğer önde gelen Maltalı şahsiyetlerin mezarları bulunuyor, her birinde de isimleri ve armaları işlendiği için zemin rengarenk. Alt kattaki asıl mezar odasında ise Jean de Valette, Alof de Wignacourt, Philippe Villiers gibi büyük üstatların lahitleri görülebiliyor.
Bu katedralin dünyada en bilinen tarafı ise ünlü İtalyan ressam Caravaggio‘nun en iyi eserlerinden biri olan Vaftizci Yahya’nın Kafasının Kesilmesi tablosunun bulunması. Barok ressamlarının en iyilerinden olan Caravaggio’nun Malta’da bulunduğu kısa süre içinde yaptığı bu tablonun bulunduğu oda, katedralin de en kalabalık bölümü. Nitekim boyut olarak en büyük Caravaggio eseri olmasının yanında sanatçının imzasının bulunduğu tek eseri aynı zamanda. Özellikle ışık kullanımı ve dini bir sahneyi son derece gerçekçi tasviriyle kendisinden sonra gelenlere örnek olan ve Barok akımın adeta kurallarını belirleyen Caravaggio’nun bu etkileyici tablosu, katedralin simgesi olmuş durumda. Bunun hemen yanında sanatçının bir St. Jerome tablosu da yer alıyor yan tarafta. Her ne kadar Malta’da sadece 1 yıl kadar kalabilmiş olsa da Caravaggio’nun etkisi günümüze dek sürmüş ve bunun en somut kanıtı da bu tablo ve gördüğü ilgi.
St. John Katedrali’ne giriş ücreti 15€, Malta Pass geçmiyor. Oldukça büyük bir katedral olduğu ve dikkat edilesi çok fazla detay barındırdığı için buraya 1 saat kadar bir zaman ayırmanız yerinde olur. İçeri girerken verilen audioguide sayesinde odaların ve farklı bölümlerin anlamına dair daha fazlasını da öğrenebilirsiniz.
Buraya dair bir başka notum ise, buranın içi değil dışındaki bir yerle ilgili olacak. Bilet için kuyruğa girdiğiniz yerde bir heykel var. Adı Büyük Kuşatma Anıtı (Great Siege Monument). Adadaki birçok yer gibi Osmanlı kuşatmasından kurtulmalarının anısına yapılmış. Bu heykelin etrafında birçok fotoğraf, mum ve yazılar, pankartlar bulunuyor her daim. Ancak bunlar kuşatma için değil, 2017’de bir suikast sonucu öldürülen ve ölümüyle büyük halk protestolarına yol açan araştırmacı gazeteci Daphne Caruana Galizia anısına yerleştirilmiş. Galizia yaptığı haberlerde hükümet yetkililerinin karıştığı büyük yolsuzlukları ortaya çıkarmış bir kişiydi ve arabasına konan bomba nedeniyle ölümünün arkasında devletin ihmali, hatta sorumluluğunun olduğu düşünülüyor. Hatta dönemin başbakanı ve cinayette rolü olan bir iş insanıyla bağlantıları olduğu çıkan başbakan Joseph Muscat, kamuoyu baskısıyla 2020’de istifa etmişti.
Malta halkı doğaçlama bir şekilde bu kuşatma anıtını Galizia için bir anma yerine çevirmiş adeta ve aradan geçen yıllara rağmen hala Galizia’yı unutmamışlar belli ki. Kuyrukta beklerken bu detaya da dikkat etmenizi tavsiye ederim.
Büyük Üstatlar Sarayı (Grandmaster’s Palace)
Zamanında Malta Şövalyelerinin Büyük Üstadının konutu olan, sonra İngilizlerin yönetim merkezi olarak kullanılan ve sonrasında Malta meclisiyle Malta cumhurbaşkanın konutu olarak kullanılan saray, günümüzde yine Malta cumhurbaşkanının resmi konutu ve müze olarak kullanılmakta.
Silah ve zırhların yanında bazı müzelerinin de gezmeye açık olduğu bina, benim gittiğim dönemde kapalıydı o yüzden ben gezemedim, ancak dışarıdan bakmakla yetinebildim. O yüzden hakkında fazla birşey yazamıyorum. Ama siz açık yakalayabilirseniz burayı görün derim.
St. Elmo Surları ve Savaş Müzesi (Fort St. Elmo)
Osmanlı kuşatmasının en yoğun yaşandığı yerlerden biri olan St. Elmo Kalesi, Valletta’nın en bilinen yerlerinden biri. Valletta’nın tam ucunda, liman girişine hakim burunda 1552’de yapılmaya başlanan kale, 1565’teki kuşatmada Osmanlı’nın eline düşse de sonra kuşatmanın kalkmasıyla iyice güçlendirilmiş, İngilizler zamanında güçlü toplarla tahkim edilmiş ve restorasyonlarla günümüze dek gelmiş. Kale kompleksinin içine de Malta Savaş Müzesi yerleştirilmiş.
Kalenin Akdeniz’e bakan surlarında St. Elmo’nun tarihine dair bilgilendirme levhaları bulunuyor, kaleyle ilgili gelişmeler, dönemin önemli olayları paralel bir kronoloji içinde anlatılıyor.
Çoğunlukla eski asker barakalarından oluşan müze kısmında ise Malta’nın antik çağlardan bu yana tarihi anlatılıyor. İlk insanların gelişi ve yerleşimler, bu uygarlıklar ve savaşlar genel çerçevede değerlendiriliyor. Ancak Malta Şövalyelerinin gelişinden sonrasıyla ilgili daha fazla bilgi ve eşya var. Özellikle Osmanlı’nın o dönemki deniz gücüne ve Malta kuşatmasındaki başarısızlıklarının Avrupa tarihinde ne kadar önemli olduğuna dair tekrar tekrar vurgu yapılıyor. Bunun haricinde kısa Fransız işgali ve sonrasında İngilizlerin 1800’de gelişlerine dair geniş bilgi veriliyor. Malta’nın İngiliz sömürgesi olarak İmparatorluk için jeopolitik önemi (örneğin Süveyş Kanalı’na yakın olmak gibi), Dünya savaşlarında İngilizlerin reviri ve esir kampı olması, hele 2. Dünya Savaşı’nda bayağı harabeye dönmesi gibi olaylar, çok sayıda silah, mühimmat ve savaşla ilgili eşyalarla birlikte anlatılıyor.
Müzedeki eşyaların en değerlisi de muhtemelen 1942 Kral 6. George’un Malta halkına verdiği ve Malta bayrağında yer alan George Nişanı’nın kendisi olmalı. En sonda ise Malta’nın savaş sonrası yıllarda yaşadıkları, kalenin hapishane olarak kullanılan bölümlerinde anlatılıyor.
In Guardia
St. Elmo’da müze haricinde zaman zaman sergilenen çok ilginç bir gösteri var, onu da söylemeden geçmek istemem. In Guardia adındaki bu şovda Malta Şövalyelerinin bir ritüeli, turistlere gösteriliyor. St. Elmo’nun geniş iç avlusunda gerçekleşen şovda şövalye kılığına girmiş aktörler, bir teftiş ritüelini canlandırıyor. Sunucu görevini üstlenen bir şövalye, sahnelenen olayların açıklamasını yapıyor. Gösteri başlamadan önce sunucu, Malta Şövalyelerinin Kudüs’te başlayan tarihine dair bilgi veriyor. Sahneye çıkan bando, asker ve şövalyelerin ardından büyük üstat herkesi selamlayarak alana giriyor.
Bu sırada tuhaf bir şekilde Caravaggio sahneye giriyor. İtalya’dan yeni gelmiş Caravaggio da üstada bağlılığını bildiriyor, üstat ve bir rahip tarafından kutsandıktan sonra resmen Malta Şövalyelerine katılıyor. Bu sırada Malta şövalyelerini oluşturan 8 ülkenin bayraklarını taşıyan askerler, şövalyelik bayrağına sırayla bağlılıklarını bildiriyor. Bu esnada bu ülkelerin konumu ve şövalyelik yapısı içindeki görevleri sunucu tarafından anlatılıyor. Örneğin İtalyanlar donanmadan, Almanlar şehir surlarından, Castillalılar ise diplomatik işlerden sorumluymuş, bunları öğreniyoruz. Arkasından tüfekle atış yapan ve kılıçla düelloya çıkan birkaç asker marifetlerini gösterdikten sonra büyük üstat ve diğer askerler sahneden çekiliyor, çıkarken de büyük üstat biz seyircilere el sallıyor.
Bütün şov yaklaşık 45 dakika sürüyor. Denk gelirseniz seyredebilirsiniz, öğretici ve bilgilendirici tarafı kuvvetli bence. Daha öncesinde Rodos‘a geldiyseniz orada öğrendiklerinizle kolayca birleştirebilirsiniz burada gördüklerinizi.
Fort St. Elmo kompleksine giriş ücreti 7€, Malta Pass ile ücretsiz. In Guardia’ya denk geldiyseniz seyretmek için 10€ ödemeniz gerekiyor.
Güzel Sanatlar Müzesi (MUŻA)
Bir zamanlar İtalyan şovalyelerinin kaldığı hanın bulunduğu binada yer alan Malta Güzel Sanatlar Müzesi, ülkenin sanat geçmişinin en zengin koleksiyonuna sahip yer denebilir. Müzenin ilk odalarında büst ve portrelerden oluşan eserler yer alıyor. Bu büstler arasında günümüzün İngiltere Kralı olan Prens Charles’tan hiç tanınmamış kişilere dek geniş bir yelpazede Maltalı sanatçıların eserleri sergileniyor. Ayrıca Antonio Sciortino ve Vincent Apap gibi ünlü Maltalı heykeltıraşların heykelleri koleksiyonda mevcut. Ömrünün önemli kısmını Malta’da geçirmiş, İtalyan şövalye-ressam Mattia Preti’nin de Rönesans esintileri taşıyan dini tabloları bu müzede bulunuyor. Müzede şövalyelerin ve Osmanlı kuşatmasının da eserler aracılığıyla anıldığı bölümlerle karşılaşacaksınız.
Hem Maltalı, hem de Malta’da zaman geçirmiş Avrupalı sanatçıların eserlerinden müteşekkil sanat müzesi, Avrupa’daki benzerleri gibi çok zengin olmasa da müze severlerin görmesi gereken bir yer bence. Giriş ücreti 10€, Malta Pass ile ücretsiz.
Upper Barrakka Gardens
Valletta’nın karşısındaki Üç Şehrin (Three Cities) ve arada kalan Büyük Liman’ın (Grand Harbour) en güzel manzaraları Upper Barrakka Gardens adlı parktan görülebiliyor. Bu küçük parkta bir miktar yeşilliğin dışında Malta’da savaşmış dünyanın farklı yerlerinden askerlerin anısına çakılmış plakalar ve bazı önemli şahısların heykellerini göreceksiniz. Başta İngilizler olmak üzere, Amerikalı, Polonyalı ve diğer ülkelerden gelmiş askerlerin anısı yaşatılıyor. Burada ayrıca Malta’da gerçekleşmiş önemli olayların (mesela 1989’da George H.W. Bush ile Mihail Gorbaçov arasındaki Malta Zirvesi gibi) anısına plakalar da bulunuyor. Yalnız dikkatli olun, rüzgarlı günlerde burası ekstra rüzgarlı oluyor, fotoğraf makinenizi veya telefonunuzu düşürmeyin.
Valletta’nın merkez otobüs durağından yürüyerek kolayca ulaşılabilen bahçelere eğer deniz kenarından geliyorsanız, Barrakka Lift adlı 1 Euroluk asansörle de çıkabilirsiniz.
Lower Barrakka Gardens
Valletta’nın alt kısımlarında, Siege Bell Anıtının hemen karşısında bulunan Aşağı Barrakka Bahçeleri, oldukça küçük ancak yine güzel manzaralı bir park. Hatta Valletta’nın liman bölümünün en güzel manzaraları burada bile diyebilirim. İçinde birtakım heykeller, havuzlar ve tıpkı üst bahçedeki gibi farklı ülkelerin önemli olaylarının anılarının yaşatıldığı plakalar bulunuyor.
Valletta Kapısı, Parlamento Binası ve Açık Hava Tiyatrosu
Malta’nın geri kalanının Valletta’ya giriş için ana kapısı olan City Gate, Malta tarihi boyunca defalarca değişmiş. Şu an gördüğümüz hali ise dünyaca ünlü İtalyan mimar Renzo Piano’nun elinden çıkmış.
Otobüs durakları ve Triton Çeşmesi’ni geçtikten sonra varılan şehrin kapısı, bir dönemler olduğu gibi oldukça sağlam surların arasında yer alıyor. Burayı geçip şehre girdikten sonra hemen sağda Parlamento Binasını görüyorsunuz. 2015’te yapılan bu binadan önce Malta Meclisi, Grandmaster’s Palace’ta toplanmaya devam ediyormuş.
Bu bölgedeki bir diğer eser ise yüksek Roma sütunlarıyla kolayca fark edilen Açık Hava Tiyatrosu. 1866’da açılan Kraliyet Opera Binası önce 1873’teki bir yangınla küle dönmüş ve 1877’de yeniden yapılmış. Ancak 1942’de Alman uçaklarının bombardımanlarıyla yerle bir olmuş, sadece dış duvar ve sütunlarının bir kısmı ayakta kalabilmiş. İşte bu Opera Binasının bulunduğu yerde, ayakta kalan duvarların içine 2013’te inşa edilen açık hava tiyatrosunda zaman zaman performanslar sergileniyor. Bütün bu binalar ve genel olarak bölge, Renzo Piano tarafından tasarlanmış.
Açıkçası Piano’nun bu kadar önemli bir mimar olduğunu bilmiyordum, kendisinin dünyanın her yerinde mimarı olduğu eserlere bakınca bir kısmını daha önceden benim de gördüğümü fark ettim. Benim cahilliğim, kendisinin modern mimarinin en büyüklerinden biri olduğunu yeni öğrendim. Siz de bir göz atabilirsiniz bence yaptığı işlere.
Valletta ve çevresindeki diğer görülebilecek yerlere de hızlıca değinmek isterim. Şehir kapılarının hemen dışında bulunan, Yunan deniz tanrısı Poseidon’un oğlu Triton figürlerinin üzerinde yükselen Triton Çeşmesi, yine buraya yakın bir yerde bulunan Malta Savaş Anıtı (War Memorial), Floriana tarafında yer alan, içinde ünlü şövalyeler ve başka ünlü Maltalıların heykellerinin bulunduğu Maglio Bahçesi ve Malta savunması anısına 1992’de Kraliçe Elizabeth’in açtığı, büyük bir çan ve meçhul asker anıtının bulunduğu Kuşatma Çanı (Siege Bell) gibi tarihi yerleri de görebilirsiniz. Malta’daki soylu ailelerde biri olan de Piro ailesine ait ve hala aile üyelerinin yaşadığı, ancak gün içinde müze gibi ziyaret edilebilen evleri Casa Rocca Piccola da ziyaret edilebilecek yerler arasında başı çekiyor. Ayrıca modern sanat sevenlerin ücretsiz olarak girebileceği ve çeşitli dönemsel sergilerin yer aldığı Spazju Kreattiv de Valletta’da görülebilecek diğer yerler arasında.
Ayrıca Valletta’nın hemen karşısında yer alan, 3 tane burun şeklinde olduğu için Three Cities bölgesinde de çeşitli müzeler ve önemli surlar yer alıyor.
Ben gitmediğime pişmanım, St. John Katedrali yakınlarında bir ara sokakta bulunan küçük St. Paul of the Shipwreck Church adlı kiliseyi de anmak isterim. Bir deniz kazası sonucu adaya sürüklenen ve adalılar tarafından kurtarılan Aziz Paul ve gemi enkazına adanmış bu kilisede St. Paul’e ait olduğuna inanılan sağ el bilek kemiğinin sergilendiğini söyleyebilirim.
Sliema
Sliema (Slima okunuyor), Valletta’ya yakın küçük şehirciklerden bir tanesi, ayrıca ülkenin en kalabalık ve turistlerin en rağbet ettiği yerlerin başında geliyor. Nitekim burada çok sayıda otel bulunuyor, hem lüks hem de mütevazı seçenekler bir arada mevcut. Her ne kadar tarihi kalıntı anlamında neredeyse hiçbir şey vaat etmese de Sliema, Malta ziyaretinizde huzur içinde kalacak yer anlamında iyi seçeneklere sahip. Lokasyon olarak da oldukça iyi. Valletta’yı geçiyorum, sayısız restoranı, barları ve gece kulübüyle birlikte eğlence sektörünün kalbi buranın komşusu St. Julian’s (San Ġiljan) bölgesinde atıyor.
Deniz kenarı yolları adeta İstanbul’un Avrupa yakasındaki sahil yoluyla eşdeğer olduğundan trafiği tam bir ömür törpüsü olsa da gezmesi ve zaman geçirmesi keyifli bir yer bence. Öte yandan biraz yukarıda kalan yerleri ise Beyoğlu’nun arka sokakları gibi, dar ve yokuşlu. Bunlara rengarenk cumbaları evleri ve evlerin ilginç art deco işlemelerini de eklediğinizde burası bol miktarda Instagram fotoğrafı çekme imkanı veriyor diyebilirim.
Malta’nın tuhaf coğrafi yapısı nedeniyle her ne kadar Sliema, Valletta’ya kuş uçuşu olarak çok yakın olsa da kara yoluyla gitmesi çok dertli. Dolayısıyla Sliema’da kalacaksanız Valletta’ya gidiş için sahilden kalkan tekneyi kullanmanızı öneririm. Karşı kıyıya varması 5 dakika civarında, tek yön bilet 1.5, gidiş dönüş 2.8 Euro. Ancak Valletta’ya otobüsle de gitmek gayet mümkün. Örneğin 15 veya 21 numaralı otobüsler sık sık hareket etseler de bu kadar kısa yolu beklenmeyecek kadar yavaş geçiyorlar. Ayrıca Sliema’dan Malta’nın neredeyse her yerine giden otobüslerin kalktığını belirtmek isterim.
Ħaġar Qim ve Mnajdra
Malta’nın Ġgantija’dan sonraki en eski yapıları olan neolitik tapınaklar Ħaġar Qim (Hacar gim okunuyor) ve Mnajdra (Mnaydra okunuyor) Malta’nın mutlaka görülmesi gereken yerleri arasında.
M.Ö. 3500 civarlarında yapıldığı düşünülen bu tapınaklar, devasa taş blokların nasıl olduğuna akıl sır erdirilemeyecek kadar başarılı bir şekilde birleştirilmesiyle inşa edilmiş. Ġgantija kadar eski olmadığı için hem tapınak detayları hem de tapınaktan çıkarılmış buluntular açısından daha korunmuş, daha zengin bir yer.
Biletinizi almanızın ardından tapınaklarla ilgili bir filmin oynatıldığı salona girebilirsiniz. Sonra da tapınakların tarihine ve alandaki arkeolojik kalıntılara değinen küçük bir müzeden geçiliyor. Tapınakların 19. yüzyılın ortalarında keşfedilmesinin ardından zaman içinde uğradığı aşınmalardan bahsediliyor mesela, nitekim bu tapınaklar, Malta’nın genelindeki gibi kireç taşından yapılmış ve doğal etkilerle bütünlüğünü kaybetmeye müsait bir durumda. Bu nedenle tapınakların üzeri devasa tentelerle kapatılmış durumda ki taşlar en azından güneş ve yağmur etkisinden korunabilsin, tıpkı Göbeklitepe’dekiler gibi.
Bu müzede, Ħaġar Qim ve Mnajdra’dan çıkarılan çömlek parçaları ve etkileyici figürinler dışında, tapınaklardaki ilginç bir fenomenden de bahsediliyor. İki tapınakta da ekinoks günleri yani 21 Mart ve 21 Eylül’de, ayrıca yaz ve kış gün dönümlerinde güneş ışıkları, tapınakların içindeki belli noktalara direkt yansıyıp içeriyi aydınlatıyor. Bu fenomenin benzerinin Mısır’daki Ebu Simbel‘de de yaşandığını görmüştüm. Dolayısıyla bu tapınağı yapanların tıpkı Antik Mısırlılar gibi üst düzey astronomi bilgisine sahip oldukları ortada. Üstelik tapınaklardaki kayaların üzerine oyulmuş figürlerde güneş ve yıldızlar gibi gök isimlerinin hareketlerine dair gözlemler yapıldığına dair işaretler de bulunuyor. Müzede bu konudaki teorilere yer veriliyor.
Müzenin 100 metre ötesinde bulunan Ħaġar Qim’de dev kayaların net bir şekilde şekilde belirlediği odaların içindeki kayaların üstündeki dekoratif süslemeler görebilirsiniz. Ayrıca özel olarak belli bir amaç için yapıldığı anlaşılan eşyaya benzer kayalar da odaların içinde bulunuyor.
Ħaġar Qim’in 500 metre aşağısında yer alan bir diğer benzer tapınak Mnajdra da en az Ħaġar Qim kadar görkemli. Hatta daha iyi korunduğu bile söylenebilir. Burada da çeşitli odalar ve dekoratif figürlerin işlendiği kayalar yer alıyor. Hatta burada üzeri benek benek yuvarlak oyuklarla dolu kayalar var ki bunların bir çeşit takvim olabileceği tahmin ediliyor. Denize nazır bir tepeye kurulmuş bulunan Mnajdra’nın etrafında çeşitli yürüyüş yolları da bulunuyor.
Bence Malta’nın en görülesi yerleri arasında başı çeken Ħaġar Qim ve Mnajdra tapınak komplekslerine giriş ücreti 10€, Malta Pass ile ücretsiz. Buraya gelmek için Valletta’dan 74, Mdina’dan 201 numaralı havaalanı otobüsüne binmek gerekiyor, kompleksin girişine 200 metre uzaktaki Ħaġar durağında inebilirsiniz. Burası her ne kadar merkezden uzak gibi görünse de yolculuk süresi 45 dakika civarını geçmez.
Mdina
Malta’nın tarihi başkenti Mdina (Emdina okunuyor), Malta’nın en iyi korunmuş tarihi alanına, belki tek gerçek anlamda “old town”ına ev sahipliği yapıyor. Nitekim Fenikeliler zamanında kurulan şehir Roma, Bizans, Arap ve Aragon devirlerinde bile varlığını sürdürmüş, Malta Şövalyeleri gelene dek de adanın yönetim merkeziymiş. Günümüzün modern Rabat şehriyle bitişik vaziyette bulunan Mdina’nın surları arasında birçok görülesi yer bulunuyor.
St. Paul Katedrali
Valletta’daki Co-Cathedral’i kıskandıracak kadar renkli ve görkemli bir dini yapı olan St. Paul Katedrali, Mdina surlarının merkezinde yer aldığı gibi şehre gelirken uzaktan rahatlıkla görülebiliyor. Zamanında Publius’un gemi kazasından kurtulan Aziz Paul’u karşıladığı yerde yapıldığına inanılan orijinal katedral binasının tarihi, 13. yüzyıla kadar gitse de 1693’teki depremde büyük hasar görmüş ve mimar Lorenzo Gafà tarafından yeniden tasarlanarak, yıkıntıların üzerinde 1705’te yeniden yapılmış. İçinde renkli değerli taşlardan süslemeler ve başta Mattia Preti olmak üzere birçok ünlü sanatçının çalışmaları bulunuyor. Ayrıca Malta’daki diğer kiliseler gibi zeminde renkli işlemeler ve yazıların olduğu sayısız soyluya ait mezarlar da bulunuyor.
Katedral Müzesi
Katedralin hemen karşısında bulunan müzede ise bir zamanlar katedralde bulunan ve günümüze kadar gelebilmeyi başarmış, heykeller ve din adamlarının eşyaları ve tablolar sergileniyor. Bunların bir kısmı depremden önceki dönemden kalma. Bunlara ek olarak Alman sanatçı Albrecht Dürer’e ait Bakire Meryem’in hayatını anlatan ahşap baskı resimler de müzenin envanterinde yer alıyor. Ayrıca Malta’nın milli şairi olarak kabul edilen, milli marşın yazarı Dun Karm Psaila’nın birkaç kişisel eşyası da koleksiyonda yerini bulmuş.
Hem Katedral, hem de müzeye aynı biletle giriliyor. Bilet ücreti 10€.
Mdina Experience
Mdina tarihiyle ilgili geniş bilgiye ulaşmak istiyorsanız Mdina Experience adlı 3 boyutlu görsel şova katılmanızı öneririm. Mdina tarihini 7000 yıl öncesinden, mağara adamlarından başlayarak anlatmaya başlayan filmde Fenikelilerin şehri kurması, Romalıların gelişi, Arap dönemi, Norman Roger’ın adayı alışı ve sonra para karşılığı Aragon Kralı 5. Alfons’a satması, Osmanlı kuşatmasını Malta Şövalyeleri ve topyekün halk direnişiyle bertaraf etmeleri, sonrasında yaşanan büyük veba ve deprem felaketlerinin ardından Fransız ve İngiliz yönetimlerinin gelişi anlatılıyor. Olayların yukarıdaki gibi genel hatlarının yanında küçük detayları da öğrenebiliyorsunuz, elbette Malta’nın resmi tarih anlatısı açısından. Özellikle Osmanlı’nın Malta kuşatmasına dair çok fazla hikaye anlatılıyor. Filmi Türkçe dublajla da izleyebilirsiniz.
Bir restoranın üst katında yer alan sinema salonlarında görebileceğiniz Mdina Experience’a giriş ücreti 6€, Malta Pass sahiplerine ücretsiz. Film yaklaşık yarım saat sürüyor.
Mdina’da hiçbir yere girmeseniz bile surların içinde sokaklarda dolaşmak, evlerin önündeki çiçekleri görmek, surların üzerinden adanın diğer yerlerine ve denize doğru bakmak çok keyifli. Bu nedenle Mdina, Malta ziyaretlerinin mutlaka bir parçası olmalı.
Mdina’ya gelmek için Valletta’dan 51 numaralı Rabat otobüsüne binebilirsiniz, yol 35-40 dakika sürebiliyor ama trafiğe göre daha kısa da olabilir. Sliema’dan gelmek için ise 202 numaraya binebilirsiniz.
Marsaxlokk
Bir ada ülkesi olan Malta’nın belki de en bilinen sahil kasabası Marsaxlokk (Marsaşlok şeklinde okunuyor), çok küçük olsa da Malta’nın görülmeye değer yerleri arasında gösteriliyor. Nitekim burada hem yerel halk, hem de turistlerin uğradığı, Pazar günleri kurulan bir deniz ürünleri pazarı bulunuyor. Balık ve diğer deniz ürünlerinden hoşlanıyorsanız buraya gelmenizi tavsiye ederim, zaten Valletta’da deniz kenarı şehri havasını pek bulamayacaksınız.
Buranın yakınlarında bulunan Għar Dalam Mağarası ve birkaç denize girme alanına da uğrayabilirsiniz gelmişken. Direkt kumsal diyemiyorum, çünkü bu bölgede kumsaldan çok kayalık yerlerde denize giriliyor.
Marsaxlokk’a Sliema ve Valletta gibi merkezlerden düzenli otobüs seferleri yapılıyor. Havaalanından direkt buraya gelmek isterseniz de 119 numaralı otobüse binerek yarım saat gibi bir sürede ulaşabiliyorsunuz.
Gozo
Malta Cumhuriyeti’ni genel anlamda 3 ada oluşturuyor. Ülkeye adını veren asıl adadan sonra ülkenin ikinci büyük adası olan Gozo’ya da bence gelmişken gitmek gerekiyor, nitekim insanlık tarihinin en eski ve hala ayakta kalan yapılarından bir tanesi burada görülebiliyor. Bunun haricinde Gozo kendine ait bir kültür ve kimlik oluşturabilmiş bir yer (en azından iddiaları bu yönde).
Gozo’da görülesi en azından birkaç yer olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak bu tarihi eserler ve plajlar, tıpkı Malta adasında olduğu gibi farklı yerlere dağılmış vaziyette. Bu nedenle hemen limandan kalkan hop on hop off otobüslerini tavsiye etmek isterim, nitekim bunlar adanın önemli her yerine uğruyorlar. Eğer imkanınız varsa bunların kullanmanızı tavsiye ederim. Malta Pass sahipleri 28€’luk ücreti ödemeden bedava bu otobüsü kullanabiliyorlar. Malta Pass sahiplerinin Malta veya Gozo’da 1 kez hop on hop off’u kullanma hakları oluyor, benim naçizane tavsiyem bu hakkınızı Gozo’da kullanmanız yönünde olur.
Yukarıda dediğim gibi Gozo, Malta’ya yakın olsa da kültür anlamında kendini ayrı yere koyan insanlara sahip. Coğrafya olarak da Malta’dan biraz daha engebeli, daha kırsal bir hissiyat uyandırıyor. Nüfusu da Malta adasına göre çok daha az. Tabii anlatılan hikayelerde 1551’deki ilk Osmanlı kuşatmasında Malta’yı alamayan Osmanlı’nın Gozo’yu aldığı, buradaki bütün nüfusu köle olarak Libya’ya gönderdiği söyleniyor. Ancak burada Victoria çevresi tarihi açıdan, geri kalan yerler ise doğal güzellikler anlamında tatmin edici seçenekler verdiği için Gozo da bence Malta ziyaretinde görülmesi gereken bir yer. Mümkünse 1 gün ayrılmalı buraya.
Ġgantija
Göbeklitepe’nin keşfine kadar insanlık tarihinin en eski yapısı olarak bilinen Ġgantija (Cigantiya şeklinde okunuyor), her ne kadar bir taş yığını gibi görünse de buradan çıkarılan buluntular ve tapınağın kendisi insanı hala hayretlere sevkedecek kadar acayip.
Devasa Neolitik taşların üst üste dizilmesiyle oluşturulan, yukarıdan bakıldığında iç içe geçmiş çemberleri hatırlatan Ġgantija’nın mütevazi giriş kapısından geçtikten sonra önce buranın neden önemli olduğuna dair bilgiler veren ve çeşitli buluntuların gösterildiği küçük bir müzeye giriyorsunuz. Burada bölgeden çıkarılmış binlerce yıllık kalıntılar yer alıyor.
Tapınak bölümünde ise odalar ve buraların en azından bir zamanlar nasıl göründüğünü hayal edebilecek kadar ayakta kalabilmiş devasa kayalar göreceksiniz. Yukarıdan çekilen fotoğrafları çok acayip, keşke benim de kuş bakışı görebilme şansım olsaydı.
Normal giriş ücretinin 10 € olduğu, Malta Pass ile ücretsiz Ġgantija’ya 1 saat civarında bir süre ayırmanız yeterli olur kanımca.
Victoria (Rabat)
Gozo’nun en merkezi yeri diyebileceğimiz Rabat (veya 1887’de verilmiş adıyla Victoria) adanın gerçek anlamda bir şehri andıran tek yeri olabilir. Tam bir akropol diyeceğimiz, şehrin ortasındaki tepeye konuşlanmış Cittadella‘da (Kale) birkaç turistik yer dikkat çekiyor. Bir defa Cittadella’nın antik çağlardan beri insan yerleşimlerinin bulunduğu bir yer olduğunu söyleyebiliriz. Sonra zamanla bir kaleye ve Osmanlı varlığının bitmesinin ardından da aşırı güçlü surlarıyla görkemli ve korkutucu bir yapıya dönüştüğünü belirtelim.
Bu kalenin en bilinen yeri, Meryem’in Göğe kabülü anısına yapılmış Assumption Katedrali olmalı. 1716’da bugünkü gördüğümüz haliyle inşa edilmiş olan katedrali 1992’de Kraliçe Elizabeth de ziyaret etmiş. Oldukça güzel bir barok mimariye sahip.
Bunun dışında Gozo Hapishanesi de ziyaret edilebilir. Uzun yıllar sürgünlerin kanunlara karşı gelenlerin atıldığı hapsin dar koridorları ve küçük hücrelerini görebilirsiniz. Özellikle hücre duvarlarındaki yazılar ve gemi çizimleri oldukça ilginç. Adanın geneline hakim kireç taşlarının rahatça çizilebilmesi nedeniyle o günlerde duvarlara rahatça yazılmış birçok şey hala yerinde duruyor.
Ayrıca Gozo Arkeoloji Müzesi de ilgilenenleri görmesi gereken bir yer. Eski bir konakta bulunan 2 katlı müzede ada tarihine buluntularla birlikte bir göz atılabiliyor. Müze koleksiyonunda Ġgantija’da bulunduğu sanılan bir kadın büstü ve Arap döneminden kalma bir Müslüman mezar taşı gibi parçalar var. Bence en enteresanı ise, Bernardo de Opuo adlı bir askerin evinin önüne konmuş levhaydı. Hikayeye göre Osmanlı kuşatmasında karısı ve çocuklarını, köle alınıp götürülmesinler diye öldüren bu asker, adanın önemli kahramanlarından biri olarak kabul ediliyor. Bu bahsettiğim tabelada ise “talih cesurların yanındadır” ifadesi yer alıyor. Müze ve hapishaneye Malta Pass ile ücretsiz girilebildiğini hatırlatayım.
Gozo’da küçük birçok yer var görülebilecek. Xewkija’daki muhteşem Vaftizci Yahya Kilisesi, Dwejra’da eskiden Azur Window‘un (denizde kayaların bir kemer gibi yükseldiği, pencere gibi kalmış boşluktan geçilebilen doğal bir yapı) yer aldığı, ancak 2017’de yıkıldıktan sonra bile görülmeye değer kalabilmiş kayalık sahil şeridi ve bir hac mekanı olarak ziyaret edilebilen, yine görkemli bir kilise olan Ta’ Pinu, diğer önemli yerler arasında. Bunları hop on hop off otobüsü ile görebilmeniz mümkün.
Gozo’ya gidiş
Gozo’ya gitmenin biraz daha yavaş ancak ucuz yolu, Malta adasından kalkan arabalı vapurlara binmek. Adanın en kuzeybatı ucunda bulunan Ċirkewwa’daki (çirkevva okunuyor) limandan gün boyu kalkan feribotlar, 20 dakika içinde Gozo’daki Mġarr (emcar okunuyor) iskelesine ulaşıyor. Yaklaşık yarım saatte bir gemi kalkıyor ve gemiye binerken herhangi bir ücret kesilmiyor. Ancak dönüş biletini alırken tüm ücreti ödüyorsunuz, o da gidiş dönüş 4.65 Euro.
Ċirkewwa’ya gitmek için de Valletta’dan kalkan 41 ve 42, Sliema’dan geçen 222 numaralı otobüslere binebilirsiniz. Otobüsler 1 ila 1.5 saat içinde vapur iskelesine ulaşıyor trafik durumuna göre tabii. Bunların dışında direkt Malta havaalanından geçen X1 numaralı otobüsü de tercih edebilirsiniz, eğer Gozo’da kalma niyetiniz varsa.
Gozo’ya Valletta’dan direkt giden feribotlar da bulunuyor. Örneğin Gozo Fast Ferry‘nin saatte bir kalkan gemileri, 45 dakikalık bir sürede Mġarr’a ulaşabiliyor. Gemi bileti tek yön 7.5 €. Zamanınız varsa otobüs bence daha mantıklı bir seçenek ama özellikle Valletta ve Sliema içindeki trafik durumuna göre otobüsler oldukça yavaş kalabiliyor, bunu da aklınızda tutun.
Malta’da gezilebilecek diğer yerler
Malta küçük bir yer olsa da birçok tarihi ve turistik değere sahip. Bunlar arasında en ilginci, Popeye Village bence. Malta adasının kuzeybatı tarafında yer alan Mellieħa (Melliha okunuyor) yakınlarında kurulmuş bu köy, bir yerleşim birimi değil aslında. Adından da anlaşılabileceği gibi, bildiğiniz Temel Reis Köyü. 1980 yılında çekilen Robin Williams’ın Temel Reis’i oynadığı, belki de dünyada Safinaz’a en çok benzeyen kişi olan Shelley Duvall’in ise Olive Oyl karakterine can verdiği Popeye filmi, Malta’da çekilmiş ve filmin çekimleri için adada uygun bulunan bir deniz kenarına Sweethaven kasabası sıfırdan kurulmuş. Çekimlerin bitiminin ardından ise set sökülmeden korunmuş, günümüzde de burası bir tema parkı olarak kullanılmakta. Zaman içinde Malta bu filmi öylesine sahiplenmiş ki hediyelik eşya dükkanlarında Temel Reis tişörtlerine, Safinaz oyuncaklarına rastladığınızda şaşırmayın.
Uzaktan manzarası oldukça güzel olsa da o kadar uğraşıp buraya gitmeye değip değmeyeceğine herkes kendisi karar verebilir. Biz de zaten kısa süre önce yaşanan fırtına nedeniyle binalardaki tamirat nedeniyle kapalı olan köye gitmedik. Siz de yalnızca filmi izlemekle yetinebilirsiniz.
Ayrıca Marsaxlokk yakınlarında yer alan Għar Dalam Mağarası da Malta’nın önemli turistik değerlerinden biri olarak kabul ediliyor. Ben gitmedim ama daha fazla zamanım olsaydı gitmek isterdim. Valletta’dan 80 ve 82 numaralı otobüslerle buraya ulaşılabiliyor.
Bir diğer ilgi çekici yer de adadaki Türk Şehitliği. 1965’teki Osmanlı kuşatması esnasında ölen ve sonrasında kölelik yapan diğer Osmanlıların gömüldüğü mezarlık, Marsa şehrinde bulunuyor. Zaman içinde farklı yerlerde bulunan mezarlık, Sultan Abdülaziz döneminde şu anki konumuna taşınmış ve yeniden inşa edilmiş. Zaman içinde çeşitli restorasyonlardan geçen mezarlık, Valletta’dan otobüsle rahatça ulaşılabilecek bir noktada bulunuyor.
Son Sözler
Her ne kadar Malta’nın her türlü turistik noktasını görebilmeniz için yaklaşık 1 hafta zaman ayırmanız gerektiğini öğrenmiş olsam da benim gibi 4 günlük bir ziyarette de gayet bol yer görüp güzel zaman geçirebileceğinizi söyleyebilirim. Bu küçük ülke, Avrupa’nın birçok yerini görmüş benim gibi kişiler için tatmin edici ölçüde farklı ve güzel bir deneyim sunuyor diyebilirim. Yurtdışı deneyiminiz pek olmasa da Malta’yı ziyaret edilmeye değer bir ülke olarak not etmek isterim.
Malta’da gezilebilecek yerlerle ilgili sorularınızı yorum olarak yazabilirsiniz. Malta’ya giderken aklınızda olması gerekenleri, nasıl Malta vizesi aldığımı ve Malta tarihine dair öğrendiklerimi aktardığım diğer yazıma da göz atmanızı tavsiye ederim tekrar.