Lizbon tabelası, Lizbon, Portekiz
Portekiz

Lizbon’da gezilecek yerler – Portekiz’in harika başkentinden notlarım

İlk kez 2015’te gittiğim Portekiz’in başkenti Lizbon, o günden beri gördüğüm en güzel yerler arasında yukarılarda bulunuyor. Nitekim burası İstanbul’un daha küçük ölçekli, daha az kaotik ve bir şekilde daha insancıl bir versiyonu gibiydi. 10 yıl sonra yeniden Lizbon’u kısa da olsa tekrar görme imkanım olduğunda, daha önceki ziyaretimde gördüklerimle birleştirerek bir yazı yazmaya karar verdim. Hem eskiden gördüklerimi, hem güncel olarak edindiğim pratik bilgileri bu yazıda sizlerle paylaşmak istiyorum.

Lizbon’a nasıl gidilir?

Yakın zamana kadar Türkiye’den Lizbon’a sadece Türk Hava Yolları’nın İstanbul seferleri bulunmaktaydı. Dolayısıyla Portekiz’e direkt gelmek oldukça pahalıya mal oluyordu. Artık “neyse ki” diyeceğim, Pegasus’un başlattığı Ankara ve İzmir uçuşları sayesinde farklı bir şehirden biraz daha uygun fiyata bir alternatif çıkmış oldu. Ankara-Lizbon seferi yaklaşık 5 saat sürüyor.

Lizbon Uluslararası Havaalanı, adını Humberto Delgado‘dan alıyor. Delgado, o zamanın diktatörü Salazar’a ve onun rejimine karşı çıkmış eski bir hava kuvvetleri generali. 1958’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimine aday olmuş, tartışmalı bir seçimin ardından kaybettiği açıklanmış ve sürgüne gitmek zorunda kalmış, sonra da sürgündeyken bir suikaste kurban gitmiş. Aynı zamanda Portekiz’in bayrak taşıyıcı havayolu TAP’ın kuruluşunda büyük katkısı olmuş bir isim, dolayısıyla havaalanına adının verilmesini normal karşılayabiliriz.

Burası büyük şirketlerin yanında başta Ryan Air olmak üzere düşük maliyetli havayolu şirketlerinin de sıklıkla uçuş yaptığı bir yer. Bu yüzden Türkiye’nin aksine Avrupa’nın birçok yerinden ucuza gelebilmek mümkün. Ancak bir not düşeyim, hayatımın en uzun pasaport bekleyişini Lizbon Havaalanında yaşadım. Kuyruğa girişimle çıkışım arasında tam 1.5 saat geçmişti. Aslında daha uzun kuyruklar görmüştüm ama çok az sayıda memur çalışmakta olduğu için hepimize büyük çile çektirdiler. Gittiğim dönemde havaalanı işletmecisi şirkette yaşanan eleman sıkıntısı nedeniyle böyle bir durum ortaya çıkmış. Bu da planlama yaparken aklınızda olsun.

Ayrıca Portekiz’in diğer şehirlerinden ve İspanya’nın Sevilla gibi kentlerinden düzenli otobüs seferleri de yapılıyor. Lizbon Oriente (Doğu) istasyonu hem otobüs, hem de trenlerin durduğu, şehrin en önemli ulaşım noktalarından bir tanesi.

Havaalanından şehir merkezine geliş

Havaalanı şehir merkezine oldukça yakın bir konumda, o nedenle çok hızlı bir şekilde merkeze metroyla ulaşabilmek mümkün.

Lizbon Havaalanı Metro Durağı, Lizbon, Portekiz
Lizbon Havaalanı’ndaki metro durağı

Lizbon metrosunun Kırmızı hattının (Linha Vermelha) son durağı olan Aeroporto durağı, direkt havaalanının içinde yer alıyor. Buradan 20 dakika içinde metronun diğer ucu olan São Sebastião‘ya 20 dakika içinde ulaşılabiliyor ve bu durakla son 2 durağından şehrin tam göbeğine giden hatlara aktarma yapılabiliyor. Havaalanından kalkan otobüsler de var, ancak gece 1’den önce vardıysanız metroyu kesinlikle tavsiye ederim, çok daha pratik ve hızlı olduğunu düşünüyorum. Metroya binişle ilgili daha ayrıntılı bilgiyi toplu taşıma bölümünde vermeye çalışacağım.

Eğer şehir merkezine değil de direkt olarak başka bir Portekiz şehrine gitmeyi düşünüyorsanız havaalanından çıkmadan bunu da rahatlıkla yapabilirsiniz. Kuzeyde Porto’ya, güneyde Albufeira‘ya ve Faro‘ya giden Flixbus otobüsleri var direkt havaalanından kalkan. Daha çok seyahat seçeneği için Lizbon’un seyahat merkezi diyebileceğimiz Oriente (Doğu) durağına gitmek isterseniz de az önce bahsettiğim kırmızı hatta sadece 3 durak sonra Oriente‘ye varabilirsiniz.

Lizbon’da gezilecek yerler

Comércio Meydanı (Praça do Comércio)

Burası kuşkusuz Lizbon’un en çok turistik çeken noktası, merkezi, en kalabalık yeri. Şehrin birincil meydanı olduğu gibi denize, bir zamanların limanına açılan noktası aynı zamanda. 30,000 metrekarelik bu büyük meydan, eski zamanlarda kraliyet sarayının avlusuymuş, depremde yıkılınca daha farklı bir tasarımla yeni bir kimliğe kavuşmuş.

Comércio Meydanı, Lizbon, Portekiz
Comércio Meydanı gayet büyük, etkileyici bir meydan. Lizbon’un merkezi de diyebiliriz

Meydanın ortasında, atının ayaklarıyla yılanları ezen Kral 1. José’nin heykeli bulunuyor. Buraya çıkan kemer de en az meydan kadar ikonik. Arco da Rua Augusta adıyla bilinen kemerin üzerindeki figürler, Portekiz’in önde gelen şahsiyetlerini gösteriyor, kemer ise 1755 Lizbon Depremi’nin ardından şehrin başarıyla yeniden inşasına ithaf edilmiş, bir zafer takı niteliği ve görüntüsü taşıyor. Meydanın bir yanında Rua Augusta Kemeri, karşısında ise deniz var. Diğer iki tarafta ise bir zamanlar devlet ve çeşitli bakanlık binaları varmış, şimdi bu binaların çok azı hala resmi işler de kullanılıyor. Meydanın deniz kenarındaki yakasında bulunan ve Cais das Colunas adıyla bilinen rıhtım ve önündeki 2 sütun, oturup denizi seyretmek, gün batımını izlemek için harika bir yer gerçekten.

Rua Augusta ve meydana çıkan diğer caddeler

Buraya çıkan bütün paralel caddeler son derece turistik. Ancak Rua Augusta bunların en önemlisi. Nitekim bu paralel caddelerden tam ortada yer alanı bu, meydana çıkan meşhur kemer de bu caddenin bitişinde yer alıyor. Turistik dükkanların yer aldığı, bir sürü meşhur mağazanın şubelerinin yer aldığı Rua Augusta’dan her türlü geçersiniz. Dediğim gibi tek bir cadde değil, paralel ve dik kesen bütün caddeler son derece kalabalık.

Santa Justa Asansörü (Elevador de Santa Justa)

Santa Justa Asansörü de Lizbon’un önemli simgelerinden bir tanesi. Esasen şehir içinde ciddi bir ihtiyacı gidermek için, yani dik sokakları tırmanmadan Carmo sokağının bulunduğu tepeye çıkmak için 1902’de yapılan bu ikonik metal asansör, günümüzde turistlerin akınına uğrayan bir yer, bu yüzden önünde hep uzun kuyruklar görmeniz mümkün. Tabii ki çıkılan noktada São Jorge Kalesi ve karşı yakanın (Alfama) güzel manzaraları karşınıza çıkıyor, bol miktarda fotoğraf çekebilirsiniz. İniş çıkış (veya tam tersi) 6€ ücrete tabi. Ancak Navegante Card’ınız varsa (Toplu Taşıma bölümünde detaylı bilgi mevcut) tek binişlik normal bir seyahat gibi 1.66€’ya tek yön yolculuk yapmanız mümkün, nitekim bu asansör Lizbon’un toplu taşıma otoritesi Carris’e bağlı olarak çalışıyor.

Santa Justa Asansörü, Lizbon, Portekiz
Santa Justa Asansörü, şehrin göbeğinde kendini fark ettiren bir yapı

São Jorge Kalesi (Castelo de São Jorge)

Burası muhtemelen Şehrin en önemli turistik değeri. Lizbon’un bütün şehir merkezi, o kiremit çatılı evler, 25 Nisan Köprüsü ve deniz ile şehrin bilinen bütün noktaları bu karenin surlarından görebileceğiniz şekilde konumlanmış. Lizbon da tıpkı İstanbul ve Amman gibi yedi tepeli bir şehir olarak biliniyor. İşte bu tepelerin en yükseğinin üzerine kurulmuş olan São Jorge, çok dik bir açıyla bir anda yükseldiği için şehir merkezine hem çok yakından hem de yukarıdan bakabiliyor.

Burası aslında yüzyıllar boyunca insan yerleşiminin olduğu bir alanda kurulmuş, arkeolojik kalıntılar sayesinde bu bilgiye sahibiz. Farklı uygarlıklar ve en sonunda Morolar (Moor) da denen Mağribi Araplar tarafından buraya surlar yapılmış. Bütün Güney Portekiz ve İspanya gibi burada da bir Arap hakimiyeti varmış yani. 1147’de Haçlıların desteklediği Portekizliler kaleyi, dolayısıyla Lizbon’u almış ve yeni kurulmuş Portekiz Krallığı buralarda büyüyüp serpilmiş. Sonra bir süre İspanyol hakimiyeti dönemi gelse de Portekizlilerin elinde kalmaya devam etmiş en sonunda.

Arap İslam döneminde burası bir kaleden ziyade surlar içinde kalmış bir şehirmiş hatta Cezayir’deki Kasbah gibi Kasbah imiş. Yani hem kale, hem şehir, hem saray aynı surların arkasında bulunmaktaymış. Buraya Portekizce alcaçova diyorlar ki İspanyolca’da yaygın olarak kullanılan, örneğin Elhamra’yı çevreleyen surlar için kullanılan alcázar kelimesiyle aynı kökenden geldiği rahatça anlaşılabiliyor. Arkeolojik kazılarda çok sayıda Arap sikkeleri, Müslüman mezarları ve Araplara ait gündelik eşyalar çıkmış ki buranın büyük bir Müslüman yerleşkesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu bölümleri surların içindeki müzede görebilirsiniz. Müzede ayrıca MÖ 7. yüzyıla kadar giden çanak çömlek, Roma döneminde eserler ve sonrasında Portekiz Krallığı’ndan kalan günlük eşyalar, özellikle seramikler sergileniyor. Surların içinde kalan asıl kale kısmında da gezebilir, burçlara çıkabilirsiniz. Bir de arkeolojik kalıntı bölgesinde kompleksin içindeki eski çağlardan kalma saray ve diğer evlerin duvarlarını görebilmeniz mümkün.

Dış surların üzerindeki iki kişilik çıkıntılara dikkat edin. Şehri tepeden seyrederken dinlenmek, birşeyler yazmak veya yiyip içmek için müthiş bir nokta. Ayrıca Lizbon Havaalanına inen bir sürü uçağı da buradan seyredebilirsiniz.

São Jorge Kalesi'nden Lizbon manzarası, Lizbon, Portekiz
São Jorge Kalesi’nden harika Lizbon manzaralarını görebilirsiniz

Kalede çok görkemli çam ağaçları ve sık sık acı ötüşlerini duyacağınız tavuskuşları bulunuyor. Kelimenin tam anlamıyla farklı bir renk katıyorlar. Lizbon’un güzel manzarasının tadını çıkarırken kendinizi gerçekten farklı bir yerdeymiş gibi hissetmenize fazlasıyla yardımcı oluyor bütün bunlar.

Kaleye Figueira Meydanı’ndan (Praça de Figueira) kalkan 737 numaralı otobüsle çıkabilirsiniz. Buranın yakınlarından geçen 28E numaralı tramvaya da binebilirsiniz, ama biraz yukarı tırmanmanız gerekecek.

Tabii yürümek de mümkün. Hele Chão do Loureiro adlı sokağın bitimindeki markette bulunan Elevador da Baixa adlı asansörden yararlanabilirsiniz. Asansörün çıktığı yerde de güzel bir manzara var, ancak kaleye devam etmenizi tavsiye ederim nitekim oradaki manzara daha da güzel. São Jorge Kalesi’ne giriş ücreti 15€.

São Jorge’nin etrafındaki Alfama mahallesi, eski Arap mahallesi olarak da geçiyor. Dar ve dik sokaklarıyla Lizbon’un kendine özgü, güzel bir yeri olduğunu da söyleyebilirim. Dolayısıyla buraya tramvayla çıksanız bile yürüyerek inmenizi tavsiye edebilirim.

Glória Füniküleri (Ascensor da Glória)

Lizbon denince akla ilk gelen imgelerin başında, aşırı dik bir yokuşu tırmanan sarı bir füniküler gelir. Birçok kişi için böyle olduğuna eminim. Magnet, tişört ve başka birçok hediyelik eşyanın merkezinde bu sarı füniküler yer alıyor. Nitekim 1800’lü yılların sonlarında yapılmış 3 tane böyle finiküler var. Hepsi de aynı kişi tarafından tasarlanmış bu fünikülerlerin en meşhuru, en merkezi olanı Glória adını taşıyor.

Lizbon’a gelmişken bu deneyimi de yaşamak istiyorum diyorsanız çok merkezi bir konumda bulunan Glória fünikülerini tavsiye edebilirim. Restauradores metro durağının çıkışına çok yakın bir yerde bulunan Glória yokuşunun (Calçada da Glória) başına gelip oradaki durakta sıraya girmeniz yeterli. Üzerinde 2 yazan ama resmi numarası 51E olan tramvay 2-3 dakika gibi çok kısa bir sürede Bairro Alto Mahallesi’ndeki parka ve manzara noktasına sizi çıkarıyor. Kuş uçuşu mesafesi birkaç yüz metreyi geçmiyor zaten.

Glória Füniküleri, Lizbon, Portekiz
Glória Füniküleri son derece mütevazı bir vagon aslında

Buna binebilmek için kredi kartınızdan 4.2€ gidiş dönüş ücreti ödemeniz gerekiyor, ancak Lisbon Card sahipleri ücretsiz binebiliyor. Ayrıca şehrin toplu taşıma kartı olan Navegante Card ile standart toplu taşıma ücreti olan 1.66€ karşılığında da binebilirsiniz, biz öyle yaptık.

7. Eduardo Parkı (Parque Eduardo VII)

Son derece tepelik bir şehir olan Lizbon’un fazla büyük parkı bulunmuyor, bunun istisnası olarak şehir merkezinin biraz dışında bulunan, bir tepenin sırtına yayılmış 7. Eduardo Parkı, Lizbon’un en büyük yeşil alanı denebilir. 1903’te ülkeyi ziyaret eden İngiltere Kralı 7. Edward’ın anısına bu isim verilmiş.

Enteresan bir tasarımı var bu parkın. Adeta iki tepenin arasında kalan bir vadi tabanını andırıyor bu park. Ve tepedeki heykelin olduğu noktadan ta denize kadar önünüze uzanan bir manzara bulunuyor. Adeta Erivan‘daki Cascade’i hatırlatıyor bu görüntü. Bu heykel, 25 Nisan anıtı, ülkenin demokrasiye kavuştuğu Karanfil Devrimi anısına yapılmış. Ortada kalan yeşillikte figüratif tasarımlı çalılıklar yer alıyor. Sağdan ve soldan aşağı inen yürüyüş yolları, büyük ağaçların içinde. Eskiden burası Passeio Público adlı daha genişçe bir parkın parçasıymış, ancak 19. yüzyıldaki şehir planlaması çalışmaları kapsamında ortasından bulvar geçirilince onun yerini daha farklı bir şekilde bu park almış. Lizbon’un kesinlikle akılda kalıcı noktalarından bir tanesi diyebiliriz.

7. Eduardo Parkı, Lizbon, Portekiz
7. Eduardo Parkı’nın şekilli çimleri ve arkada deniz manzarası

Parkın alt başında ise 18. yüzyıldaki yöneticilerinden Marquês de Pombal‘ın büyük bir heykeli bulunuyor, parkın aşağı sınırını belirliyor adeta. Buraya gelmek için merkezden mavi hatta binip, São Sebastião metro durağına gidebilirsiniz. Burada tepeden manzaraya baktıktan sonra Özgürlük Bulvarı’ndan (Avenida da Liberdade) aşağı yürüyerek merkeze dönebilirsiniz.

José Saramago Vakfı

Modern Dünya Edebiyatı’nın en büyük yazarlarından olan José Saramago, Portekiz’de hiç şüphesiz çok saygı gören bir kişilik, her ne kadar yöneticilerle yaşadığı sorunlar yüzünden ömrünün son 17 yılını İspanya’da geçirmiş olsa da. 2010’daki ölümünden birkaç yıl önce kurulan Saramago Vakfı, yazarın ve temsil ettiği değerlerin, duruşunun savunucusu olmayı sürdürüyor. Alfama bölgesinde bulunan Casa dos Bicos adlı tarihi ve oldukça orijinal evi mesken tutan vakıfta Saramago’nun hayatına dair bilgiler edinebileceğiniz küçük bir müze de bulunuyor.

Bu vakıf binasında Saramago’nun çalışma ortamının bir replikasının yanında farklı dillere çevrilmiş Saramago kitapları, el yazma notları ve Nobel madalyası da sergilenmekte. Ancak bu binaya girmeseniz bile en azından önünden geçin. Nitekim bu binanın önündeki oturma alanının yanındaki zeytin ağacı, sıradan bir ağaç değil. Saramago’nun memleketi Azinhaga’dan getirilen bu ağacın dibine Saramago’nun külleri gömülmüş. Siz de gidip bu ağacı görün, önündeki bankta bir soluklanın.

José Saramago'nun külleri, Lizbon, Portekiz
José Saramago’nun külleri bu zeytinin dibine gömülmüş

Fernando Pessoa Evi (Casa Fernando Pessoa)

Bir başka edebiyat devi, Fernando Pessoa’ya adanan ev de Lizbon’un bence ev görülesi yerlerinden bir tanesi. Çok değişik bir hayat hikayesi var kendisinin, ölümünden sonra ünlenmesi de aynı şekilde çok acayip bir hikaye, onlarca farklı isimle şiirler ve öyküler yayınlamış bir adam (her birinin ayrı bir yaşam öyküsü var) ve tabii ki başyapıtı Huzursuzluğun Kitabı ise eşi benzeri olmayan bir kitap. Hem roman olarak, hem de ortaya çıkarılış şekliyle.

1888-1935 yılları arasında yaşamış Pessoa’nın biraz depresif, biraz takıntılı, tuhaf ve yalnız bir karakteri varmış (her ne kadar Ophélia’ya Mektuplar kitabında son derece aşık olmuş yüzünü görsek de). Çevirmen olarak yaşamını kazanan Pessoa’nın hayattayken sadece 5 tane kitabı yayınlanmış. Ve pek de tanınmamış biri olarak öldüğünde, yatak odasındaki sandıktan çıkan binlerce numarasız sayfanın bir araya getirilmesiyle Huzursuzluğun Kitabı ortaya çıkmış.

İşte Pessoa’nın hayatının son 15 yılını geçirdiği ev bugün Fernando Pessoa Evi olarak ziyarete açık. Yazarın hayatıyla ilgili detaylı bilgi alabilir, yaşarken yayınlanan birkaç kitabının orijinal örneklerini, lise karnesini veya daktilosunu görebilirsiniz. Ancak elbette buranın en etkileyici yeri Pessoa’nın odası olmalı. Kendisiyle özdeşleşmiş takım elbisesinin yanında yatağı ve orijinal çekmeceli çalışma masasını görebiliyorsunuz. Birçok önemli eserini bu masada yazmış. Ayrıca içi karmakarışık kağıtlarla dolu bir sandık da, Pessoa’nın odasının o zamanki halini temsil ediyor. Çok sıradan bir ömür sürmüş, ancak öldükten yıllar sonra olağanüstü bir üne kavuşmuş birinin mütevazı odasında bulunmak, hele ki Huzursuzluğun Kitabı’nı okuduysanız çok garip hissettirecek size. Pessoa’dan siz de benim gibi etkilendiyseniz Lizbon’da burayı da görmelisiniz derim.

Fernando Pessoa'nın yatak odası, Lizbon, Portekiz
Fernando Pessoa’nın yatak odası öldüğünde az çok bu şekildeymiş

Calouste Gulbenkian Müzesi

Bir Osmanlı Ermenisi olarak 1869’da Üsküdar’da doğmuş, hem Osmanlı’da hem de dünyanın farklı yerlerinde işler yapmış olan Kalust Gülbenkiyan, 1955’te çok çok zengin biri olarak Lizbon’da ölmüştü. Ömrü boyunca topladığı eşyalar ve oluşturduğu koleksiyonlar, sonrasında kurduğu vakıf yoluyla genişleyerek Lizbon’da Museu Calouste Gulbenkian‘ın bir parçası haline gelmiş. Bu müzede de antik çağlara ait eserlerden başlayarak günümüze gelen koleksiyonlar yer alıyor. Özellikle İslami eserler bölümü dikkatimi çok çekti, Anadolu’dan gelmiş çok sayıda halı ve çini de müze bu koleksiyonda yer alıyor. Ayrıca Rönesans sonrası Avrupası’ndan sayısız tablo da farklı dönemlere ayrılmış şekilde bu müzede görülebiliyor.

Bu müzenin bulunduğu parkta yine Gulbenkian Vakfı’na ait bir modern sanat müzesi (Centro de Arte Moderna Gulbenkian) bulunuyor. São Sebastião metro durağının hemen yanında bulunan bu park da oldukça güzel bir yer, zaten 7. Eduardo Parkı’nın çok yakınında bulunuyor.

Banksy Müzesi (Museu Banksy)

Dünyanın değişik köşelerinde yaptığı duvar resimleriyle bilinen, belki de dünyanın en meşhur sokak sanatçısı diyebileceğimiz İngiliz sanatçı Banksy‘i duymuş olabilirsiniz. Bir Avrupalı standartlarında muhalif olduğunu söyleyebiliriz kendisinin, bu çizgi çalışmalarında da sıklıkla görülebiliyor. Aslında Kapitalist modern dünya düzenine ve tüketim toplumuna karşı bir profile çizmekle birlikte bir şekilde tam da bu sistemin parçası olduğunu da iddia edebiliriz. Hiçbir zaman kameraların önüne çıkmayan, hiçbir fotoğrafı yayınlanmamış, gerçek adı bile şüpheli olan, iyi niyetli olduğuna inanmak için yeterli sebebimiz olduğunu düşündüğüm Banksy’nin Lizbon’da da bir müzesi var. Bir benzeri Brüksel‘de de vardı, Barcelona ve Madrid’de varmış.

Lizbon Banksy Müzesi’nde sanatçının 100’den fazla ünlü eserinin, gerçek ortam mizansenini koruyarak duvarlara yapıştırılmış kopyaları sergileniyor. İngiltere’de, ABD’de, Fransa’da, Filistin’de ve en son Ukrayna’da bombalanmış evlerin duvarlarına yaptığı resimleri görebiliyoruz. Bazıları oldukça ikonikleşmiş çalışmalar, mesela İsrailli güvenlik güçlerine Molotof kokteyli atar gibi çiçek fırlatan Filistinli veya elinde silah yerine muz tutan Pulp Fiction filminin baş kahramanları gibi birçok eser, bu müzede hep birlikte sergileniyor. Ayrıca Banksy eserlerinin hareketlendirilmiş bir kopyası diyebileceğimiz 9 dakikalık Home Sweet Home adlı kısa film de müzede ziyaretçilerle buluşuyor.

Banksy Müzesi, Lizbon, Portekiz
Banksy Müzesi’nde bu şekilde çok sayıda Banksy eseri sergileniyor

13€’lük giriş ücreti biraz fazla gelse de modern sanata ve sokak sanatına ilgisi olanlara ve benim gibi sanatın derin değil yüzeysel anlamlarını çözebilecek seviyede olanlara hitap ettiğini düşündüğüm bu müzeyi ilgilenenlere tavsiye edebilirim. Sarı metro hattının (Linha Amarela) Picoas durağına çok yakın bir yerde bulunuyor.

Bu arada burada çalışan ve bize çok yakınlık gösteren Didem Hanım’a buradan çok teşekkür etmek isterim.

Lizbon Katedrali (Sé)

Lizbon’daki en eski ve önemli dini yapısı olan katedral, bilinen adıyla Sé, tıpkı São Jorge Kalesi gibi şehrin bildiğimiz halinin bir tanığı adeta. Nitekim burası Arap Müslümanların zamanında şehrin en büyük camisinin olduğu yermiş ve 1. Afonso 1147’de Lizbon’u alınca bu camiyi yıkıp olduğu yere büyük bir katedral inşa etmişler. Yani neredeyse 900 yıldır burada bulunuyor. Tabii ki bu katedral zaman içinde yapılan farklı mimari ekollerden eklemelerle çok değişmiş, büyük Lizbon depreminde yıkılan kısımları da olmuş. Şu anda olabildiğince eski bir görüntüsü olduğunu söyleyebilirim.

Katedralde Lizbon’un koruyucu azizi Aziz Vicente’nin rölikleri sergileniyor. Bazı kralların ve ailelerinin mezarları da burada bulunmakta.

Aziz Dominik Kilisesi (Igreja de São Domingos de Lisboa)

Portekiz gibi koyu Katolik bir memleketin başkentinde elbette görkemli kiliseler bulunmakta. Beni şehir merkezinde en çok etkileyen dini yapı ise aslında günümüzde bir harabe olması gereken ancak birçok badireye rağmen günümüze kadar gelebilmiş Aziz Dominik veya São Domingos’a adanmış kilise bence. Rossio Meydanı’na çok yakın bir yerde bulunan bu kilisenin temeli 1241’de atılmış, o günden beri çok şey görüp geçirmiş. 1506’da önündeki meydanda büyük bir Yahudi katliamı yaşanmış, 1531 ve 1755’te çok büyük iki depremi yaşamış. Her seferinde yeniden inşa edilen kilisenin bugünkü görüntüsüne en çok etki eden olay ise 1959’da yaşanan bir yangın. Bu büyük yangında kilisenin içindeki yüzlerce eser kül olduğu gibi tavanı da çökmüş, taş duvarlarında yangının izleri bugün bile görülebiliyor. Kilise sonra tekrar inşa edilse de duvarlar olduğu gibi kalmış. Bu da enteresan bir antik kent tapınağı havası vermiş buraya. Zaten çok merkezi bir yerde olduğu için 5 dakika için bile olsa içeri girip bir göz atın derim.

Aziz Dominik Kilisesi, Lizbon, Portekiz
Aziz Dominik Kilisesi’nin içi gerçekten çok etkileyici

Diğer meydanlar

Comércio Meydanı Lizbon’un en büyük, en merkezi meydanı olabilir ama birkaç tane daha büyük ve şehirde gezerken sık sık karşınıza çıkacak meydandan söz edebiliriz. Bir tanesi Restauradores Meydanı (Praça dos Restauradores). Portekiz Krallığı’nın İspanya’yı ülkelerinden çıkararak bağımsızlıklarını yeniden tesis etmesine ithafen dikilmiş bir obelisk var meydanda. Obeliskin üzerinde bağımsızlık savaşındaki önemli savaşların ve savaş kahramanlarının isimleri yazıyor. Glória Fünikülerinin aşağı durağında bulunuyor.

Rossio Meydanı (Praça do Rossio) ise Restaudores’den devam edip tren istasyonunun yanından geçtiğinizde karşınıza çıkacak bir noktada bulunuyor. Harika mor çiçekli ağaçlarla çevrili meydanda bir zamanlar engizisyon yargılamalarında mahkum olanlar infaz ediliyormuş. Bugün ise çok güzel ışık şovlarının yapıldığı bir fıskiyeli havuz ve Brezilya ve Portekiz’in krallığını yapmış 4. Pedro’nun yüksek bir sütun üzerinde yükselen heykeli bulunuyor.

Rossio Meydanı, Lizbon, Portekiz
Rossio Meydanı son derece güzel bir yer, aynı zamanda çok merkezi

Rossio’ya adeta bitişik bir konumda bulunan Figueira ve Martim Moniz, yakınlarda bulunan diğer meydanlar. Bu meydanlar, Lizbon’da önemli bazı ulaşım araçlarının kalkış noktası olarak hizmet vermekteler.

Manzara tepeleri

Yukarıda bahsettiğim gibi Lizbon da yedi tepeli bir şehir olarak biliniyor, hakikaten de şehrin her yerinde pek çok tepe bulunuyor. Bu nedenle çok güzel manzara noktaları da bulunuyor. Bence en güzel manzara noktası São Jorge Kalesi‘nde, ondan zaten bahsettim. Oraya çıkan asansörün üst balkonunda da Miradouro do Chão do Loureiro benzer manzaralar sizi bekliyor. Onun haricinde Glória füniküleri ile çıktığınız yerdeki Miradouro de São Pedro de Alcântara da çok güzel manzaralar sunuyor, özellikle Alfama tarafı ve kaleyi görmek isteyenler için.

Bairro Alto'dan Alfama manzarası, Lizbon, Portekiz
Bairro Alto’dan böyle güzel Lizbon manzaralarını yakalayabilirsiniz

Tarihi Alfama tarafında birkaç tane çok yüksek olmayan ama hem denizi hem de eski evleri görebileceğiniz güzel noktalar bulunuyor, bunlardan bir tanesini, çok güzel bir bahçe içinde küçük bir parkı andıran Miradouro de Santa Luzia‘yı özellikle anmak isterim.

Belém

Belém, Lizbon’un çok tarihi ve turistik bir banliyösü diyebiliriz. Zaten adı bile tarihiliğine bir atıfta bulunuyor, Belém, Beytüllahim (Bethlehem) demek. Burada Lizbon’un en görülesi yerlerinden, hatta Portekiz’in sembolü olmuş yerlerden birkaç tanesinin bulunduğunu söyleyebiliriz. Nitekim burada yapılan yapılar hep Portekiz’in denizcilik, yani aslında sömürgecilik tarihiyle ilişkili. Bu gücü sayesinde dünya devi ülkelerden biri olduğu zamanlara atıfta bulunuyor aşağıda anlatacağım yerler. Ama burada çok sayıda farklı tipte müze de bulunmakta. En meşhur yerlerinden birkaç tanesine değineyim.

Jerónimos Manastırı (Mosteiro dos Jerónimos)

Lizbon şehri içinde olmasa da Lizbon bölgesinde yer alan en önemli dini yapınlardan bir tanesinin Jerónimos Manastır kompleksi olduğunu söyleyebilirim. Vasco da Gama ve mürettebatının 1497’de Hindistan yolculuğuna çıkmadan bir gece önce geceledikleri manastıra çok yakın bir yerde inşa edilmiş burası. Zaten bu Hindistan yolculuğu anısına yapılmış. İnşaatına Kral 1. Manuel döneminde başlanmış, hatta masraflar büyük oranda deniz ticaretinden ve Hindistan gibi yerlerden gelen kazançlarla karşılanmış, tamamının bitmesi de neredeyse 100 yıl sürmüş. Aziz Hieronymus veya Jerome tarikatına bağlı olanlara emanet edilmiş burası. Sonraki yıllarda dini amaçlarından biraz uzaklaşıp ülkenin parlak sömürgeci geçmişinin somut bir hatırasına dönüşmüş, yan kısımlarına Arkeoloji Müzesi gibi çeşitli müzeler açılmış, diktatörlük yıllarında çeşitli devlet başkanlarının cenazeleri buraya gömülmüş. 1983’te UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış ve günümüze dek böyle gelmiş.

Santa Maria Kilisesi, Jerónimos Manastırı, Lizbon, Portekiz
Jerónimos Manastırı’ndaki Azize Maria Kilisesi, son derece güzel bir gotik yapı

Bu manastır iki bölümden oluşuyor diyebiliriz, birincisi kilise kısmı. Santa Maria de Belém adlı bu kilisenin içinde ve dışında çok acayip taş işlemeleri bulunuyor. Fazlasıyla gotik bir görüntüsü olan kilisenin içinde ise Portekiz tarihinin çok önemli birkaç kişisinin mezarı bulunuyor. Bu kişilerden iki tanesi benim için anmaya değer, zaten ikisinin de Hindistan seferleriyle çok yakından ilgisi var. Biri tabii ki bu kilisenin adeta yapılmasının en büyük müsebbibi diyeceğimiz Vasco da Gama. Hindistan’a denizden ulaşan ilk Avrupalı olarak kabul edilen da Gama, Portekiz’in o devirler büyük bir sömürge imparatorluğu kurmasını sağlayan yolu açmış kişi adeta. Hindistan’da valilik yaparken sıtmadan ölen da Gama’nın cenazesi, 14 yıl sonra buraya getirilmiş. Ve şu anda oldukça görkemli bir lahdin altında bulunuyor.

Diğer mezar ise, da Gama ve seferi anısına Os Lusíadas adında 1100 mısralık tuğla gibi bir destan yazmış, Portekiz’in milli şairi diyebileceğimiz Luís de Camões‘e ait. O da benzer bir lahdin altında yatmakta. Burayı yaptıran 1. Manuel’in mezarı da burada.

Manastırın ikinci ana bölümü ise 55×55 metrelik bir alanın etrafına inşa edilmiş, gotik üslupla bezenmiş 2 katlı üzeri kapalı koridorların çevrelediği avlu kısmı diyebiliriz. Cloister da deniyor buraya. Klasik bir manastır iç avlusuna benzer bir yapıda, en azından Portekiz’in farklı yerlerinde benzer manastırlar gördüm. Ancak buradaki süslemeler de tıpkı kilise gibi olağanüstü. Bu avlunun her kenarında birkaç tane oda var. Zamanında farklı amaçlarla kullanılan odalar, tıpkı kilise gibi yine Portekiz’in en prestijli şahsiyetlerinden bir kısmının son durağı olmuş. Meşhur tarihçi Alexandre Herculano ve büyük yazar Fernando Pessoa‘nın cenazeleri de bu avlunun 2 farklı odasına gömülü vaziyette. Belém’e geldiğinizde biraz da tarihi hikayelere ilginiz varsa burayı görebilirsiniz.

Belém Kulesi (Torre de Belém)

Portekiz’in görkemli günlerinin bir başka hatırası da bu kule olmalı. Yine aynı kral, 1. Manuel’in yaptırdığı bu kule, Lizbon’un savunma hattını oluşturan bir surlar ağının parçasıymış, ama aynı zamanda buradan denize açılan maceracılar için ayrılığın sembolü, gelenler için dönüşün müjdecisi gibiymiş. Yine Jerónimos Manastırı’nı hatırlatan Gotik-Arap karışımı çok akılda kalıcı bir yapı. Bir zamanlar suyun çok daha içindeymiş ama şimdi kıyıya çok daha yakında duruyor. Yine de Tagus Nehri’nin üzerinde bulunuşu, buraya küçük bir köprüye geçiliyor oluşu burayı iyice ikonik bir hale getiriyor.

Belém Kulesi, Lizbon, Portekiz
Müthiş Belém Kulesi

Zaman içinde önemini yitirmiş bir yer olsa da güzelliğini hiç kaybetmemiş. 18€’luk giriş biletini alırsanız bu kulenin üst katına çıkabilir, 25 Nisan Köprüsü’nün, Belém’in ve diğer yakın yerlerin güzel manzaralarını izleyebilirsiniz. Sembolik topları görebilir, kulenin fonksiyonuyla ilgili daha fazla bilgi edinebilirsiniz.

Keşifler Anıtı (Padrão dos Descobrimentos)

Belém kısmında dolaylı yoldan sömürgeci övüp durduğumun farkındayım, ancak bu anıtın da çok ikonik olduğunu düşünüyorum maalesef.

Diktatör Salazar döneminde planlanan ve 1960 yılında tamamlanabilen 52 metrelik müthiş heykel, bu bölgeden denize açılan gemilerin kalktığı bir yere yapılmış. Sürekli tekrar ettiğim gibi denizcilik konusunda gerçek bir öncü olan Portekizlilerin bu alanda en çok katkısı olmuş 33 figürünün kenarlarına işlendiği, yandan bakıldığında bir karaveli andıran çok güzel bir heykel bu. En önde Gemici Henrique veya Henry olarak bilinen, Azor adalarında ve Afrika kıyılarında ilk keşifleri gerçekleştiren kaşifin heykeli bulunuyor. Henry elinde tıpkı anıta benzeyen bir karavel tutuyor. Arkasında ise Vasco da Gama, Magellan, Bartolomeu Dias gibi meşhur denizciler yer alıyor. Ama anıtta sadece denizciler yok, bu keşiflere bir şekilde katkı vermiş krallar, şairler, hatta misyonerler de yer alıyor. Yani keşif falan güzel ama sömürgeci güzel günlerin anısını yad etmek isteyen bir diktatörün ecdadını ve ırklarının yüceliğini cümle aleme göstermek amacıyla yapılmış olduğu düşüncesi daha baskın çıkıyor bende açıkçası.

Keşifler Anıtı, Lizbon, Portekiz
Keşifler Anıtı’ndan mükemmel bir detay

Anıtın arkasındaki meydanda ise devasa bir pusula ve dünya haritası mozaiği var. Haritada Portekizlilerin ayak bastıkları yerler ve ilk geliş tarihleri yer alıyor.

Portekiz’in geniş denizcilik tarihine adanmış Denizcilik Müzesi (Museu de Marinha) de Belém’de, bu anıta çok yakın bir noktada yer almakta. Belém’de ayrıca arkeoloji, modern sanat, 1755 depremi ve atlı araba müzeleri gibi farklı konseptlerde müzeler bulunuyor. Lizbon’da 3-4 gün geçirecekseniz 1 gününü Belém’e ayırmanız iyi bir tercih olabilir.

Belém’e geliş oldukça kolay. Praça do Comércio’ya 7 kilometre kadar bir mesafede bulunuyor. Lizbon’un bu en önemli meydanının 500 metre kadar batısında bulunan Cais do Sodré tren istasyonundan kalkan trenlerle Belém’e hızlı bir şekilde ulaşılabiliyor. Otobüsle de gelmek mümkün.

Diğer yerler

Ek olarak dünyanın en eski kitapçısı unvanını taşıyan Bertrand‘ı da görebilirsiniz, 1732’den beri aynı yerde bulunan kitapçı, Guinness Rekorlar Kitabı’na da girmiş. Tabii ki ilk haliyle hiç alakası olmasa da okumaya meraklıysanız Rua Garrett’te burayı görebilirsiniz.

Ekstra olarak Sintra’dan da bahsedeyim. Lizbon merkeze yaklaşık 30 kilometre uzakta bulunan Sintra, hem doğası hem de tarihi ve güzel binalarıyla, sarayları ve kaleleriyle Portekiz’in en turistik yerlerinden bir tanesi konumunda. Dolayısıyla Lizbon’a gelenlerin günübirlik turlarla yoğun şekilde ziyaret ettiği noktalardan bir tanesi durumunda. Olur da Lizbon’da sıkılırsanız Lizbon Sintra turlarını incelemenizi önerebilirim.

Görülesi bölgeler, mahalleler

Bu noktada biraz özet geçmem gerektiğini düşünüyorum. Lizbon’u mahalleler halinde düşünüp en görülesi yerlerini listelemem gerekirse yukarıda bahsettiğim yerleri biraz daha iyi özetlemiş olurum diye düşünüyorum. Alfama, Arap Müslümanların bir zamanlar yerleştiği, kalenin içi ve etrafındaki yokuşlu yollardan müteşekkil mahalle. Harika manzara noktaları, güzel mekanları ve o yokuşları tırmanan tramvayların eşliğinde gezilmesi son derece keyifli bir yer olduğunu söyleyebilirim. Kale ve Sé Katedrali gibi tarihi yerler bu bölgede yer almakta.

Baixa, Comércio Meydanı, Rua Augusta gibi yerlerin olduğu, 2 taraftan tepelerin arasında kalmış adeta bir vadi tabanının denizle buluştuğu, Lizbon’un muhtemelen en kalabalık yeri, mutlaka göreceğiniz bir yer olduğu için ekstra bir şey söyleme ihtiyacı hissetmiyorum.

Baixa’nın hemen batı tepesinde bulunan Chiado da son derece bohem bir havası olan, güzel mekanların bir araya geldiği çok güzel bir Lizbon mahallesi. Buraya Santa Justa asansörüyle çıkıp kendinizi sokaklarda kaybolmaya bırakabilirsiniz.

Chiado, Lizbon, Portekiz
Chiado bölgesi Lizbon’un en hareketli yerlerinden

Chiado’nun biraz daha ilerisinde bulunan, Beyoğlu’nun ara sokaklarını hatırlatan Bairro Alto ise yine sokaklara serpiştirilmiş mekanları ve güzel manzara noktalarıyla muhakkak görmeniz gereken bir başka mahalle bence Lizbon’da

Lizbon’da toplu taşıma

Lizbon, bu kadar inişli yokuşlu bir şehir için fena sayılmayacak bir toplu taşıma sistemine sahip bence. Bir defa İstanbul’u fazlasıyla hatırlatan bir coğrafyaya kurulduğu için (hatta buraya da yedi tepeli şehir diyorlar, tıpkı İstanbul ve Amman gibi) burada çeşitli füniküler sistemleri kurulmuş. Onun dışında şehrin tepelerin arasında kalan düz merkezinde tramvaylar çok yaygın, ancak İstanbul gibi mega bir şehir olmadığı için bu kadarı da yetebiliyor. Pek çok yere otobüs ve tabii ki metro hatlarıyla ulaşılabiliyor.

Lizbon’da 4 hatlı bir metro sistemi var, hepsi farklı bir renkle ifade ediliyor. Her türlü ihtiyacı karşılıyor diyemesem de en azından havaalanından şehir merkezine gelmeyi, merkezde hızlı bir şekilde yer değiştirmeyi ve birkaç tane dış mahalleye gidebilmeye imkan tanıyor. Metro kullanımı için en makul yol olduğunu düşündüğüm Navegante Card’dan biraz bahsedebilirim. Lizbon’un başlıca toplu taşıma kartı olan Navegante, her türlü toplu taşıma aracını kullanmanızı sağlıyor. Bence havaalanındaki ilk metro durağındaki otomatlardan mutlaka bir tane alın. Sarı bir kağıt olan kartın kendi ücreti 50 cent, bunun üzerine istediğiniz kadar yükleme yapabilirsiniz. Her metro binişi, otobüs ve hatta Glória tramvayı binişi bu kart sayesinde 1.66€ oluyor. Yani ilk yüklemenizde 5€ öderseniz 3 defa toplu taşıma kullanabiliyorsunuz. Gün içinde çok sayıda metro yolculuğu yapmayı düşünüyorsanız günlük 7€ bedelli pass’i tavsiye ederim, bu da aynı makineden yükleniyor.

Lizbon’la ilgili izlenebilecek filmler ve okunabilecek kitaplar

Portekiz Edebiyatı, Avrupa’nın şüphesiz en önde gelen edebiyatlarından bir tanesi. Aslında sadece 2 tane efsane yazarı olması bile Portekiz Edebiyatını çok önemli bir yere koyar.

José Saramago tabii ki muhteşem bir yazar, 1998’de Portekiz’in ilk Nobelli yazarı olmuştu. Onu çoğumuz Körlük ve Görmek adlı romanlarıyla biliyoruz. Başka başka romanları da var, Kopyalanmış Adam gibi benim çok sevdiğim romanlarını da tavsiye etmek isterim. Direkt Lizbon’da geçen bir hikaye arıyorsanız Lizbon Kuşatmasının Tarihi adlı kitabını inceleyebilirsiniz.

Ama Lizbon deyince aklıma gelen ilk kitap, hiç şüphesiz Fernando Pessoa‘nın Huzursuzluğun Kitabı olmalı. Pessoa’nın hikayesinden biraz bahsettim, ölümünden sonra toparlanmış notlarından doğan bu kitapta Bernardo Soares adlı muhasebeciyi, Rua dos Douradores‘teki yazıhaneyi ve sürüyle depresif fikrini aklımıza kazıyor Pessoa. 800 küsur sayfa aralıksız aforizma, duvarlara yazılası yazılarla dolu çok benzersiz bir kitaptan bahsediyorum.

Tuğla gibi bir kitabı okumaya zamanı olmayanlara, çok daha yeni ve akıcı bir hikaye arayanlara Lizbon’a Gece Treni‘nden bahsetmek lazım. İsviçreli Pascal Mercier‘nin yazdığı kitapta, İsviçreli bir lise öğretmeninin bir gün karşısına çıkan kırmızı elbiseli bir kadının ardından her şeyi bırakıp Lizbon’a gidişi, burada Karanfil Devrimi’nden hemen önceki yıllarda yaşanmış bir devrim soslu aşk hikayesinin izini sürüşü anlatılıyor. 2004’te yayınlanmış kitabın 2013 yapımı bir film uyarlaması bulunuyor. Avrupa Sineması’nın farklı ülkelerinden oyuncuların bir araya geldiği filmde baş kahraman Raimund Gregorius’u İngiliz oyuncu Jeremy Irons canlandırmıştı. Film boyunca Lizbon’un farklı noktalarını görüyor, küçük bir turistik gezi yapmış gibi oluyoruz. Lizbon’dan döndükten hemen sonra izlediğinizde çok sayıda yeri tanıyacaksınız.

Lizbon ve Portekiz ile ilgili bilinmesi gereken diğer şeyler

Cristiano Ronaldo ve Força Portugal

Benim gitme fırsatı bulmadığım Ulusal Pantheon’da (Santa Engrácia) Portekizli birçok meşhurun mezarı varmış. Normalde siyasetçi ve devlet adamlarının gömüldüğü bir yer olsa da bazı önemli sanatçılar da burada yatıyor. Buraya gömülen ilk futbolcu 2015 yılında cenazesi taşınan Eusébio olmuştu. Emri hak vaki olduğunda ikincisinin Cristiano Ronaldo olması beni hiç şaşırtmaz, elbette o günleri görürsem.

Cristiano Ronaldo legosu, Lizbon, Portekiz
Cristiano Ronaldo bir legoya bile dönüşmüş vaziyette

Cristiano Ronaldo’nun ne büyük şöhret olduğuna gezip gördüğüm bazı ülkelerde çeşitli fırsatlarda tanıklık etmiştim. Bir futbolcudan daha fazlası olması, bütün defektlerine rağmen 40 yaşında hala rekabetçi bir şekilde oynamaya devam etmesi gibi çok fazla unsur sayabilir, kendisini belki futbolun LeBron James’i gibi niteleyebiliriz. Bunları niye anlatıyorum, çünkü Lizbon da Portekiz’in geri kalanı gibi Cristiano Ronaldo’yu sık sık görebileceğiniz bir yer. Bu da Força Portugal adlı dükkanlar sayesinde oluyor.

Força Portugal dükkanları adeta Cristiano Ronaldo dininin yayıldığı yerler. Bu dükkanlarda normal şartlarda Portekiz futboluyla ilgili her türlü ürün satılıyor. Ancak her dükkanın girişinde sizi karşılayan balmumu Ronaldo heykelleri, içeride ne göreceğinize dair size doğru bir fikir veriyor. Evet, içeride satılanların çoğunluğu Ronaldo ile ilgili. Ronaldo’nun milli takım formaları, hatta Al Nassr formaları satılıyor ama sadece o kadar değil. Ronaldo temalı onlarca hediyelik eşya, hatta Ronaldo parfümleri ve iç çamaşırları dahi burada satılmakta. Dükkandaki ekranlarda üzerinde yalnızca bir boxer’la top sektiren ve bizlere gülümseyerek kaslarını sergileyen Ronaldo’yu görüyoruz. Böyle birşeyi çok nadir görmüşümdür, hakikaten peygamberliğini ilan etse peşinden gelecek milyonlar varmış gibi bir muamele sergileniyor kendisine. Elbette işin mali tarafını anlıyorum, Ronaldo muhtemelen dünyadaki en meşhur Portekizli ve ülke de kendisinden bir turistik malzeme olarak olabildiğince çok yararlanmak istiyor, bu son derece normal. Yine de bana biraz fazla geldi bu kadarı.

Força Portugal dükkanlarında sadece Ronaldo yok neyse ki. Hem milli takımın, hem Benfica, Sporting ve Porto gibi önemli takımların formaları, hediyelik eşyaları vs. de burada bulunabiliyor.

Hava durumu

Tahmin edeceğiniz üzere Lizbon’da havalar genellikle güzel, sıcak oluyor. Afrika’ya ve dolayısıyla Ekvator’a yakınlığı nedeniyle doğal bir sıcaklığı var ki en soğuk aylarda bile aylık ortalama sıcaklık 10 derecenin altına pek inmiyor.

Tabii bir yandan da okyanusa yakın olması nedeniyle esintileri, rüzgarları oluyor, bu da ortamı biraz daha soğutup nemlendiriyor. Bir Porto gibi olamasa da rüzgarlara açık bir yer olduğunu da söyleyebiliriz.

Lizbon’da yeme içme

Sabahları yenilebilecek küçük bir şekerleme olarak Nata‘dan bahsedebiliriz. Ters duran bir mantarı anımsatan nata, tarçın ve başka malzemelerin olduğu küçük bir tatlı. Sabahları yemesi oldukça güzel oluyor.

Bifana diye birşey var, meşhur bir mekan olarak As Bifanas do Afonso adlı mekandan çok söyleniyor, önünde hep uzun kuyruklar olsa da bu şöhrete layık görmedim açıkçası. İnce kesilmiş domuz etinden parçaların bulunduğu küçük ekmeklerde verilen, üzerine hardal sıkılan bu bifana’lar bana pek lezzetli gelmedi açıkçası, en azından o kadar kuyruk beklediğinize değmeyebilir. Bu benim şahsi düşüncem elbette.

Tabii ki dünyaca ünlü Porto şaraplarının ana vatanı olmasa da Lizbon’da hem Porto, hem Douro hem de başka bölgelerin şaraplarından tadabilirsiniz. Eğer bazı hassasiyetleriniz yoksa bir yerlerde mutlaka bu şaraplardan tadarsınız diye düşünüyorum.

Sangria tabii ki çok Portekizvari bir içecek. Meyvelerle tatlandırılan  bir çeşit şarap olan sangria, yorulduğunuz bir günün sonunda akşam yemeğinin yanında çok güzel gidiyor. Ancak dikkatli olun, tatlı tatlı içerken bir anda çarpılmanız da mümkün, dikkatli içiniz.

Sangria, Lizbon, Portekiz
Eğer özel bir sebebiniz yoksa sangria içmeden Lizbon’dan dönmeyiniz

Bu noktada Ginjinha liköründen de bahsedebiliriz, bu da bir çeşit vişne likörü. Likör sevenlere tavsiye edilir, ancak kesinlikle sangria’nın yerini tutmuyor bence.

Lizbon, tabii ki gelişmiş bir balık kültürünün olduğu bir yer. Özellikle Rua Augusta civarlarında deniz ürünü restoranları bulabilirsiniz. Lizbon’da en çok yenen balıkların başında sardalya geliyor, hatta sardalya festivelleri bile yapılıyor. Hatta sardalyanın buralarda bir hediyelik eşya olarak satılmasından da bahsetmem gerekir. Mundo Fantástico da Sardinha Portuguesa adlı dükkanlarda inanılmaz değişik şekillerde ve farklı konseptlerde kutularda satılan sardalyaları hediyelik olarak sevdiklerinize getirebilirsiniz. Örneğin konseptlerden bir tanesinde sardalyaların üstünde farklı yıllar yazıyor. Bu yıllarda o yıllarda doğmuş ünlülerin isimleri yazıyor mesela. Bu dükkanlardan bir tanesi Rossio meydanı yakınlarında, karşınıza çıkarsa mutlaka içeri girip 5 dakika bile olsa gezmenizi öneririm.

Fado

Portekiz denince akla gelenlerin başında elbette fado geliyor. Herkese hitap etmese de etkileyici bir müzik olduğunda pek çok kişi hemfikir olacaktır. Pek çok Portekiz şehri gibi Lizbon’da da fado dinleyebileceğiniz bir çok mekan bulunuyor. Bu mekanlardan bazıları yanında şarap ve diğer atıştırmalıkların olduğu paketler de satıyor. Önceden bu tarz bir yerden randevu ayarlayabilir veya sokakta gezerken karşınıza çıkan bir yere oturabilirsiniz. Biz Bairro Alto’nun o dar, uzun sokaklarında dolaşırken bu tarz çok yer gördük. Bazıları dışarıdan bizim Türkiye’den bildiğimiz meyhanelere benziyor. Belli bir saatte canlı fado dinletisi başlıyor, oturup yemek yerken bu duygulu müziği dinleyebiliyorsunuz. Elbette diğer birçok yerel unsur gibi fado da bir turistik metaya dönmüş denebilir, yine de müzik ve şarap güzelse söyleyecek fazla birşeyimiz olmuyor.

Hazır fadodan bahsetmişken, Portekiz’in belki de en ünlü fado sanatçısı olan Amália Rodrigues‘in uzun yıllar yaşadığı evin bir müze olarak ziyarete açık olduğunu da belirtmek isterim. Merak edenler görebilir, hatta 1999’da ölen sanatçının halen hayatta olan papağanını görebilmek mümkünmüş burada.

Saat farkı

Portekiz, kıta Avrupası’nın en batısında bulunuyor. Bu benim için Portekiz deplasmanında yapılan futbol maçlarının hep 22 veya 23 gibi geç saatlerde başlamaları şeklinde somutlaşan bir şeydi açıkçası. Zaten Ankara’dan 5 saatlik uçak yolculuğuyla gelmek de ne kadar batıya gittiğinizi somut olarak gösteren bir başka gerçek.

Lizbon ile Türkiye arasında yazın 2, kışın 3 saat zaman farkı bulunuyor. Yani Avrupa standartlarında önemli bir saat farkı olduğunu söyleyebiliriz. Bir dipnot bırakmak gerekirse, Portekiz’in Atlantik’in ortasında bulunan toprakları Azor Adaları, Portekiz karasının 1 saat daha gerisinde bulunuyor.

Son sözler

Lizbon turist olarak takılması hakikaten çok çok keyifli bir şehir. İstanbul’un o kadar genişlememişi, o kadar kaotik olmayanı dedikten sonra zaten buranın nasıl bir yere benzediği konusunda bir fikriniz oluşmuştur. Eskiden buraya ulaşım imkanlarının sınırlı olması nedeniyle İspanya şehirleri kadar ziyaret edilemiyordu Türkiye’den gelenlerce, ama bence ne Madrid, ne Barcelona’da yaşayacağınız bir atmosferle karşılaşacağınız Lizbon’u muhakkak araştırın ve imkan bulabilirseniz de görün derim. Uzun uçak yolculuğu cesaretinizi kırmasın, burası cidden çok ama çok güzel, tarihi, kendine özgü bir yer.

İletişim

Bu yazıyla ve diğer yazılarımla ilgili her türlü sorunuzu, yazıların altına yorum yaparak bana iletebilirsiniz.

Özetle söylemek gerekirse, gezmeye meraklı bir beyaz yakalıyım. Üniversiteyi bitirene kadar hiç yurt dışına çıkmadıysam da, sonrasında elimdeki imkanları olabildiğince kullanmaya çalışarak 40'tan fazla ülkeye gittim. Ülkeleri sokaklarında yürüyerek, bütün müzelere ve tarihi yerlere gitmeye çalışarak, az konuşarak, az yiyip içerek, çok yürüyerek, erken kalkıp erken yatarak gezmeyi severim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir