Lübnan’da Gezilecek Diğer Yerler (Jeita Grotto, Jounieh, Byblos)
Son güncelleme tarihi: 27 Ocak 2019
Beyrut oldukça farklı bir şehir olsa da tarihi ve turistik yer anlamında fazla seçenek sunmuyor. Bu nedenle çok geniş bir ülke olmayan Lübnan’ın farklı şehirlerine gitmeye çalışmak gerekiyor kanaatimce. Ülke olarak toplu taşıma kavramının çok sıkıntılı olmasından ötürü bir yerden bir yere gitmek için taksi ve dolmuş dışında fazla seçeneğiniz olmuyor. Beyrut’ta yaklaşık 15 hattan oluşan bir belediye otobüsü sistemi var, ancak buna sistem demek ne kadar doğru olur bilmiyorum çünkü hangi otobüsün nereden saat kaçta geçtiğine dair hiçbir bilgi bulamadım gitmeden önce. Bu otobüsler de şehir içinde çalışıyor zaten, havaalanına gidecekseniz örneğin, yakın geçen bir hat var ama sonrasında 1 km kadar yürümeniz gerekiyor. Sonuç olarak eğer araba kiralamadıysanız şehir dışına gitmek için yukarıda bahsettiğim iki seçenekten bir tanesini seçmeniz gerekiyor.
Lübnan taksilerinde taksimetre yok, herhangi bir ücret standardı da yok. Taksiciyle binmeden önce konuşup pazarlık yapmazsanız korkunç fiyatlar çektiklerini duydum, o nedenle taksi gördüğünüz yerde temkinli olun, sizi her gören taksi korna çalacak, aldanmayın.
Beyrut içinde çalışan dolmuşlar olduğu gibi sizi Beyrut’tan alıp başka şehirlere götürenleri bulmak da mümkün. Akdeniz kıyısı boyunca Trablus’a kadar dolmuş veya dolmuşlarla gidebilirsiniz.
Lübnan’da geçirdiğim günlerin birini bu şerit üzerinde yer alan, kafamda belirlediğim 3 yere gitmek için ayırmıştım. Trablus’a gidecek zamanım olmasa da bu yol üstündeki diğer 3 turistik bölgeye gitmek üzere sabah vakti kaldığım hostelden çıkıp, şehrin kuzeydoğusunda deniz boyunca uzanan Charles Helou Bulvarı’na çıktım. Dolmuşların tam nereden kalktığını bilmiyorum ancak o yöne giden tüm dolmuşlar oradan geçtiği için yoldan rahatça dolmuş bulabilirsiniz.
Gitmek istediğim ilk yer UNESCO’nun dünyanın yeni 7 harikası listesine aday olmuş Jeita Grotto’ydu (Büyük Mağara). Beyrut şehir merkezinden yaklaşık 20 dakika uzaklaştıktan sonra buranın yol ayrımına varılıyor. Buradan mağaraya başka bir toplu taşıma bulunmadığından taksi tutmak mecburi gibi. Sadece benim gibi manyaklar, inişli çıkışlı vadilerden geçilen yaklaşık 5-6 kilometrelik yolu yürürdü. Ama yol boyunca Lübnan’ın belki de en yeşillik bölgelerinden birinden geçtiğinizi, gayet güzel manzaraları gördüğünüzde zaten anlıyorsunuz. Önce uzun bir tırmanış, ardından vadi inişiyle mağaraya götüren teleferiğe ulaşılıyor. Yukarı çıkan teleferikle de üst mağaranın girişine ulaşılıyor.
Maalesef içeride fotoğraf çekilmesi yasak olduğundan içeri fotoğraf makinesi sokmayı düşünmedim bile. Sonra içeride selfie yapan tipleri görünce müthiş pişman oldum tabii, bu muazzam mağaranın içinden en azından bir tane olsun fotoğraf çekebilmek isterdim. Cesaretsiz bir anıma denk geldi ben çekemedim, ama size mağaranın içinden müthiş fotoğraflara bakmanızı kesinlikle tavsiye ederim, hayatımda çok mağara görmedim ama gerçekten büyüleyici bir yer olduğunu söyleyebilirim. Üst mağarada ışıklandırmayla iyice acayip görünen birbirinden harika sarkıt dikitleri görüyorsunuz, buradan çıkıp az aşağıdan girilen alt mağarada ise sadece mağaranın tavanından damlayarak tabanda birikmiş sularla oluşan müthiş berrak gölcüğün üzerinde kısa bir tekne turu yapma şansınız oluyor.
Buradan sonraki hedefim Harissa’daki ünlü Meryem Ana Heykeli’ydi. Burası (Our Lady of Lebanon) kutsal bir mekan, Lübnan’ın değişik yerlerinden ve başka ülkelerden Maruniler buraya geliyorlar, bir çeşit hac aktivitesi gibi. Buraya gitmek için önce Cünye’ye (Jounieh) ulaşmak gerekiyor. Ben de Jeita Grotto’dan çıktıktan sonra vadiyi tekrar tırmanıp anayola ulaşmak için yola çıktım. Yolun yarısında bir taksici hemen yanaşıp nereye gideceğimi sordu. Cünye deyince 12000 LL (8 $) fiyat çekti, kabul etmeyince 10 bin’e düştü, yine kabul etmedim ve yürümeye devam ettim. Birkaç yüz metre sonra yeniden yanıma yanaşıp yola ağzına bırakmak için 3 bin istedi, bu sefer kabul ettim. Lübnan’daki taksilerin kazıkçılığı için çok başarılı bir örnek olduğunu düşünüyorum. Yol ağzında indikten sonra yoldan geçen dolmuşa 1000 Liban daha verip Cünye’ye vardım. Burası önemli deniz kenarı şehirlerinden biri, sahile yakın birçok gazino ve gece kulübü barındırıyor. Buradan Harissa’ya çıkan teleferike biniliyor. Yaklaşık 10 dakika süren yolculuk sırasında bazı apartmanların o kadar yakınından geçiyorsunuz ki evlerin içini rahatlıkla görebiliyorsunuz. Biraz tedirgin edici bir yolculuk olsa da teleferik tarihinde hiç ölümlü bir kaza yaşanmadığını öğrendim. Harissa’ya çıkınca da hem görkemli Meryem heykelini, hem de müthiş bir Cünye manzarasını buluyorsunuz. Kendim dini inançları olmayan biri olsam da insanların heykele çıkan dar merdivenlerden nasıl ‘inançlı’ çıktığını, taşların arasına muhtemelen dileklerini yazdıkları kağıtlar ve paralar bıraktıklarını görmek için heykelin yanına da bir çıkmayı öneririm gidecek herkese (o zamanlar bu ‘dışarıda olma’ halini Kiev’deki yeraltı kilisesi ‘Pecharska Larva’da tekrar yaşayacağımı bilemiyordum tabii).
‘Hac görevimi’ de yerine getirdikten sonra gidilecek son yerim, dünyanın en eski şehir kalıntılarını barındıran Cübeyl (Byblos veya Jbeil) oldu. Tahminlere göre milattan önce 7000’li yıllarda bile burada insanların şehir kurduğunu, yaşadığını bilmek ve o şehrin kalıntılarını görmek güzel bir deneyimdi. Buralar Fenike Alfabesi’nin doğduğu yerler diyebiliriz. Antik şehirdeki küçük müzede bununla ilgili bölümler de bulunuyor. Ayrıca yine tarihi bölge içinde yer alan Balmumu Müzesi’ne gitmenizi, Khalil Gibran veya ülke tarihinde önemli yeri olan meşhur ‘Şehitler’in heykellerini görmenizi öneririm. Burada güzel, turistik restoranlarda yemek yiyebilir, ülkenin en güzel sahillerinden birinde denize girebilirsiniz. Buradaki hediyelik eşya dükkanlarında çok sevdiğim bir arkadaşım için aldığım ‘Shakira Kemeri’ gibi egzotik eşyaları bulabilirsiniz.
Byblos’ta geçirdiğim zamanın ardından Beyrut’a dönme vakti geldi ve yine bir dolmuş yakalayabilmek için anayola çıktım. Dolmuştan şehir merkezine pek yakın olmayan bir yerden inip merkeze yürüdüm, kendi naçizane gezi kariyerimdeki en farklı günlerden birini geçirdiğimin farkındaydım.
Gerçekten şimdiye kadar gittiğim ülkelerin en farklısının Lübnan olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim, yaşadıklarım, gördüklerim, orada yaşayan herkes gibi benim de üzerime sinmesine engel olamadığım (özellikle Beyrut’un güneyinde ve Baalbek’te) hafif tedirginlik unutamayacağım cinstendi. Kültürel olarak bu kadar yakın olmasına rağmen Türkiye’de çok az gördüğümüz o farklı kültür ve dinlerin aşırı iç içeliği az görülen cinstendi. Şunu kesinlikle söyleyebilirim, eğer Lübnan’a giderseniz sadece Beyrut’a gidip dönmeyin. Beyrut da kozmopolitliğiyle bambaşka bir yer olsa da diğer şehirlerinde ‘Ortadoğu’yu çok daha net görebiliyorsunuz. Belki bu gittiğim yerler artık turistik olmuş yerler, ama Baalbek öyle değil mesela. Ama ne olursa olsun, kendinizi çok da tehlikeye sokmadan bahsettiğim yerlere, bunların yanı sıra gitme fırsatı bulamadığım Trablus, Tire veya Lübnan bayrağında da yerini bulan sedir ormanlarından mümkün olanlara gitmeye çalışın derim naçizane.
İletişim
Bu yazıyla ve diğer yazılarımla ilgili her türlü sorunuzu, yazıların altına yorum yaparak bana iletebilirsiniz.