Genel,  Spor

Gezmek yerine koşmak ve biraz bürokrasi

Zamanında Haruki Murakami’nin Koşmasaydım Yazamazdım adlı bir kitabını okumuştum. Kitapta Murakami, maraton koşularına hazırlık sürecini ve uzun mesafe koşularının profesyonel ve özel hayatında ne büyük bir yeri olduğunu anlatıyordu bu kitabında. Ki kendisi birçok yol maratonu ve birkaç ultra maraton koşmuş bir insan. Her yıl düzenli olarak bir maraton bitiriyormuş. Şahsen ben de 2 maraton tamamlamış biri olarak bunun ne kadar zor bir şey olduğuna şahitlik edebilirim.

Covid-19, tüm dünyada milyarlarca insanın hayatını geri dönülmez şekilde etkilerken, herkes kendine göre bir başa çıkma yöntemi arıyor. Özellikle benim gibi, eski normalde sürekli yeni yerler görmek için fırsat kollamış biriyseniz. Bütün bu kısıtları, yasakları ve sıkışmışlığı kabullenmek dışında pek bir çarenin görünmediği bu ortamda, en iyisi kendimize birtakım uğraşlar bulmak, sanki bütün bunlar hiç yaşanmadı da “ben de zaten tam bunları yapacaktım, zaten ne zamandır evde oturamıyor, kendime vakit ayıramıyordum” gibi düşünmek herhalde. Kendimizi kandırmanın bir başka şekli, insanı rahatlıkla bunalıma itecek bütün bu yaşananlarla başa çıkmakta faydalı oluyorsa, olabilecek en masum formuna bürünüyor bence.

Koşmanın anlamı

Benim için koşmak yeni birşey değil. İlk kez 9 yaşımdayken bir koşu etkinliğine katılmıştım. 1 kilometre yarışıydı. Beni koşuya sokan öğretmenlerin beklentilerinin ötesinde bir derece elde etmiştim. Benim koşma huyum olmadığından, haliyle beklentim de yoktu. Ama müsabaka seviyesinde devamı gelmedi. Yıllarca herhangi bir yarışmaya katılmadan, sadece kendi zamanlarımı tutup kendime göre rekorlar kırarak koştum.

Son 4-5 yılda fırsat buldukça katıldığım çeşitli koşulardan büyük zevk alıyorum. İddialı olmasam da, düzenli antrenman yapmasam da, Murakami’nin anlattığı gibi maratona uygun bir hayat sürmesem de o ortamda bulunmak ve kendime göre bir dereceyi kovalamak hoşuma gidiyor. Özellikle farklı yerlerde yapılan yarışlara katılıp, bunları fırsat bilerek yeni yerler görmeye çalışmak da amaçlarım arasına eklendi. Yani bir bakıma, sevdiğim iki şeyi birbirine bağlayarak bir taşla iki kuş vurabilmek için ayarlamalar yapmaya çalışmak da diyebiliriz buna. Bu nedenle 2019’da esasen gezmeye gittiğim Vilnius‘ta, tesadüfen haberdar olduğum Run Vilnius etkinliğiyle bir anda kendimi 21 km koşarken bulduğum gün benim için çok özeldir.

Tabii 2020’nin özellikle ikinci yarısındaki yarışların pandemiye kurban gitmesiyle 2021 koşu takvimleri oldukça temkinli bir şekilde ilerliyor. Yapılması kesinleşen koşu sayısı oldukça az denebilir. Yılın sonuna doğru ertelenmiş koşular da var, ancak birçok organizasyon, son ana kadar kesin bir karar açıklamaktan çekiniyor.

Bütün tedbirlere rağmen hala pandemi belirli bir hızla yayılmayı sürdürürken eldeki seçenekleri iyi kullanmak gerekiyor. Şu şartlarda, hele ki başka bir şehre, koşmaya gitmenin anlamı daha farklı, daha yoğun. Bir yarıştan ziyade farklı birşey yapmak için bir araç, manzara değişikliği için mükemmel bir bahane, giderek sıradanlaşan hafta sonlarını beklenir kılan yenilikler adeta benim için.

O yüzden üst üste iki haftasonunda önce Antalya’da Runatolia, sonra da Selçuk’ta Efes Ultra organizasyonlarında koşmak bana eziyet gibi görünmedi hiç. İkisi için de kaydımı birkaç ay öncesinden yapıp uçak biletlerimi önceden ayarlarken, koşuların iptal edilmesi, bu yüzden de uçak biletlerini değiştirmekle uğraşma ihtimali bile beni korkutmadı. Ankara’dan biraz uzaklaşıp başka bir yer görmek için biraz rahatımın bozulması gerekiyorsa, ‘öyle olsun’ demeye hazırdım.

Runatolia’ya katılanlar biliyorlar, söylediklerine göre organizasyon önceden belirlenen koşu tarihinin değişmemesi için büyük çaba sarfetmiş ve bunu da başarmış. Ama koşu gününün sokağa çıkma yasaklarıyla örtüşme ihtimali yüksekti yine de. Seyahat yasağı olmasa da, başka şehirlerden kalkıp Antalya’ya gelmiş insanların, sokakta polis tarafından çevrilip mağdur olmaması için buldukları çözüm ise “ferdi sporcu lisansı” alınması olmuş. Bu lisansı gösterince sokaklarda dolaşılmasına, antrenman yapılmasına izin verilecekmiş. Göğüs numarası da aynı işlevi görecekmiş gerçi ama henüz almamış olanlar için, ekstra bir koruma kalkanı olarak düşünülmüş.

Ben de sadece bu yarışta değil, sonraki yarışlarda da faydası olabileceğini düşünerek lisans almak için çalışmalara başladım. Şu işe bakın ki tam o haftadan geçerli olmak üzere devlet, haftasonu kısıtlamalarını belirli ölçüde kaldırınca lisans almam, anlamını kısmen yitirdi. Zaten yasakların devam ettiği pazar günleri ne Antalya’da, ne de İzmir’de hiçkimse yolumu kesip orada ne aradığımı sormayınca biraz beyhude bir çaba mı harcadım diye düşünmedim değil.

Yine de yazının bu noktasında nasıl ferdi sporcu lisansı çıkarılacağını anlatmak istiyorum, yazının kalanıyla ne kadar uyumsuz olsa da bunu yapacağım çünkü  belki de bütün yazdıklarımın insanlara en çok faydası dokunacak kısmı burası olacak. Özellikle Ankara’da yaşayanlara yardımcı olacağını düşünüyorum, ama prensipte diğer şehirlerde yaşayanlar da faydalanabilirler.

Öncelikle ferdi sporcu lisansını “atletizm” sporu için almak gerektiğini, kayıtlara geçmesi için söylemiş olayım. Başka sporlar için de lisans alınabiliyor ve hepsinin değişik ücretleri var. Atletizm ferdi lisansı ücretsiz veriliyor.

Ferdi sporcu lisansı bürokrasisiyle mücadele

Lisans alma sürecine geçmeden önce, Gençlik Spor İl veya İlçe Müdürlüklerinden ferdi sporcu lisansı almak için gereken belgeleri listeleyeyim.

  1. Nüfus cüzdanı fotokopisi
  2. 2 adet fotoğraf
  3. Sağlık raporu
  4. Ferdi lisans başvuru formu

Görüldüğü gibi çok fazla belge istenmiyor. Nüfus cüzdanı ve fotoğraf kolay, başvuru formunu da lisans almaya gittiğinizde veriyorlar. Önceden halletmek isterseniz benim gibi GSB sitesinden indirip çıktısını aldıktan sonra doldurabilirsiniz de. Burada asıl zorlayıcı kısım sağlık raporu oldu.

Aslında tanıdığınız bir doktor varsa veya çalıştığınız kurumda bulunan şirket hekimi ile muhabbetiniz iyiyse sağlık raporunu hiç uğraşmadan alabiliyorsunuz. Ancak bu ikisine erişiminiz yoksa, sağlık raporu için biraz acı çekmeniz gerekebiliyor. Kendimden biliyorum.

Ben ilk olarak şansımı aile hekimimde denedim. Vermeyebileceğini tahmin ediyordum, nitekim doktor daha kapısından içeri adımımı atmadan raporu veremeyeceğini, Şehir Hastanesinin Spor Hekimliği bölümüne gitmem gerektiğini söyledi. Spor Hekimliği olmayan hastanelerde birkaç farklı bölüme gitmek gerektiğinden en garanti yol buymuş.

Bildiğiniz gibi devlet hastanelerinden randevu almak için MHRS kullanılıyor. Bu siteden Ankara’daki Spor Hekimliği bölümlerini arattığımda sadece Ankara Şehir Hastanesi ve bir de 2 tane Eğitim Araştırma Hastanesi’nden randevu alınabildiğini gördüm.

Bilkent’teki Şehir Hastanesi Fizik Tedavi Hastanesinde 8.30’daki günün ilk randevusunu aldım. Doktor bana bakmaya geçmeden önce, Gençlik Spor Bakanlığı sisteminden sağlık raporu sevki yaratmamı istedi. Ayrıca istediği tetkiklerin listesini de bir kağıda yazıp elime tutuşturdu. Neyse ki GSB sistemine önceden bakmıştım, e-devlet şifresi ile giriş yaptıktan sonra Sağlık İşlemleri>Sağlık Raporu için Sevk (Z02.05 Belgesi Almak İçin) sayfalarını takip ederek sevki telefondan hallettim. Sonra da tetkiklerimi yaptırdım. EKG, tansiyon, nabız, SpO2 değerlerime bakıldı. Doktor EKG’de küçük birşeyden emin olmak için beni Fizik Tedavi Hastanesinin Kardiyoloji bölümüne konsültasyona yolladı, ancak ciddi bir durum olmadığı anlaşılınca uzun beklemelerin ardından “Sporcu lisansı almama engel bir durum olmadığını bildirir” sağlık raporunu alabildim. Bu raporun tam adı, Z02.5 kodlu Spora Katılım için Muayene raporu. Neredeyse bütün günümü yiyen bu işlerin ardından, geriye yalnızca Gençlik Spor İl Müdürlüğü’nden lisansı almaya gitmek kalmıştı.

İşin son kısmı, rapor almak kadar zor olmadı. Cebeci’de, Kıbrıs Caddesi’nin hemen başında bulunan Ankara Gençlik Spor İl Müdürlüğü’nün ek binasının hemen girişinde yer alan lisans birimine bu 4 belgeyle gitmeniz yeterli. Öğleden sonra 13:30’da mesaiye başlayan görevliler, benden ve benim gibi koşu lisansı almaya gelmiş diğer kişilerden belgeleri aldıktan 15 dakika kadar sonra üzerinde fotoğrafımın yapışık olduğu PVC kaplı, imzalı, mühürlü bir kağıt parçasından ibaret olan lisansı hazırlayıp verdiler. Rapor nedense yaklaşık 7 ay gibi bir süre için geçerli olacak şekilde düzenlenmişti.

Pandeminin verdiği iki ders

Özellikle sağlık raporu işlerinin gına getirdiği anlarda “neden bunlarla uğraşıyorum” düşüncesine kapılmadım değil. Ama iyice sıradan bir hale gelmiş bir hayatın orta yerinde, daha ne kadar böyle gideceği benim kontrol gücümün çok ötesine geçmişken, bize tanınan üç kuruşluk özgürlük alanını sonuna kadar kullanma şansından vazgeçmek içimden gelmedi. Gezmeyi sevdiğim gibi koşmayı da çok seviyorum. Pandeminin verdiği en büyük derslerden biri de, “halen yapabiliyorken sevdiğiniz, yapmak istediğiniz şeyleri yapın” değil mi zaten? Bunu Antalya’da, Efes Antik Kenti’nde dolaşırken tekrar anladım.

Pandeminin bana verdiği ikinci ders de, özellikle Efes Ultra’yı kendime göre başarılı sayılabilecek bir dereceyle bitirmem sayesinde farkına vardığım bir gerçek sayesinde oldu. Söylediğim gibi, koşmak uzun yıllardır hayatımın bir parçası olsa da, hayatımda ilk defa düzenli olarak her hafta koşu antrenmanı yapabildiğim bir dönem geçirdim, bunda pandeminin büyük payı var. Kendi başıma veya arkadaşlarımla yaptığım akşam içmeleri, pratikte imkansız hale geldiğinde, haftada en azından bir akşamı sokağa çıkma yasağı başlamadan koşabildiğim kadar koşmaya ayırdım. Biraz daha istikrarlı ve rahat koşabildiğimi üst üste 2 yarışta açık şekilde gördüm. Hoşumuza gitmese de pandemi bize belirli bir disiplini dikte ediyor (disiplin çağrıştıran şeyler normal olarak pek sevilmez zaten, askerlik gibi), ama bundan kaçış yoksa eğer, bu tepeden inme disiplini doğru şeyleri tekrar edebilmek için bir düzene çevirmek gerektiğini anladım. Bu rezil 2020 ve sonrasındaki pandemi yılları bizim için mazi olduğunda, geriye dönüp baktığımızda iyi hatırlayabileceğimiz birşeyler bulmak istiyorsak, bence bunun farkında olabilmemiz gerek. Yoksa hayatımızın bu yıllarının çöpe gittiği hissinden kurtulamayabiliriz.

Evet, koşmak gezmenin yerini tutmuyor, evet her türlü kısıtlama tepemizdeyken canımızın istediği birçok şeyi yapamıyoruz. Ama şunu anladım, hiçbir pandeminin elimizden alamayacağı birşey varsa eğer, o da eldeki tüm imkanları zorlamak için duyduğumuz azim olmalıymış gibi hissediyorum artık.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir