Bosna’ya dair bilinmesi gerekenler
Son güncelleme tarihi: 19 Haziran 2024
Bosna-Hersek öyle bir ülke, Saraybosna öyle bir şehir ki 90’lardaki savaşı, onun öncesini ve sonrasını anlatmadan sadece buranın gezilecek yerlerinden bahsederek geçiştirilemezdi. Saraybosna’da gezilecek yerler yazımda o kadar çok detay vermeye kalktım ki sonunda gezilecek yerler kadar uzun yazdığımı gördüm. Böyle olunca da hem Saraybosna ve Bosna-Hersek tarihine, hem de Bosna-Hersek ziyaretiniz esnasında dikkat etmeniz gerekenlere dair ayrı bir yazı yazmak istedim. Bosna, Türkiye’den gidecekler için gezmesi son derece rahat bir ülke olsa da bazı konularda ekstra bilgi vermek, okuduğum ve anladığım kadarıyla Saraybosna tarihinden de bahsetmek istedim. Umarım okuyanlar yeni birşeyler öğrenebilirler.
- Saraybosna ve Bosna-Hersek tarihi
- Bosna-Hersek’in başkenti
- Bosna-Hersek’in bayrağı
- Savaşın izleri
- Bosna’ya seyahat
- Yeme içme
- Bosna’da çok kültürlü yaşam
- Bosna’da para birimi
- Spor kültürü
- Bosna-Hersek’in yönetim şekli
- Son sözler
Biraz uzunca bir Saraybosna ve Bosna-Hersek tarihi
Saraybosna (veya yerel adıyla Sarajevo) merkezi konumundan ve su kaynaklarına rahat erişiminden dolayı yüzyıllarca insanların yerleşimlerine yakın bir noktada kurulmuş. Biz Bosna Banlığı‘ndan itibaren alabiliriz. 12. yüzyılda Macar krallığına bağlı özerk bir yapı olan Bosna Banlığı ve onu takip eden Bosna Krallığı, diğer komşu Slav devletleriyle birlikte burada 300 yıl varlığını sürdürmüş. Dini açıdan Hıristiyan olmakla beraber direkt Katolik veya Ortodoks çoğunlukla ilişkilendirebilecek bir halkı yokmuş, Sırp ve Hırvatların aksine. Bogomilizm denen bir mezhep, Bosna halkı arasında oldukça yaygınlaşmış. Osmanlı’nın Fatih devrinde 1463’te Bosna’ya girişiyle birlikte bu coğrafyada Müslümanlaşma süreci başlamış, Bosna’da Osmanlı sancakları kurulurken halk da zamana yayılan bir süreç içerisinde İslam’a girmiş. Hatta Bogomilizm’deki bazı etkenlerden (mesela haç kullanılmaması, İsa’nın tanrının oğlu olarak kabul edilmemesi gibi) ötürü bu mezhep mensuplarının İslam’a Hıristiyanlıktan daha yakın olduğu, bu nedenle nispeten kolay bir şekilde Müslüman oldukları da söyleniyor.
Osmanlılar ve Avusturya-Macaristan
Bizim bildiğimiz anlamda, bizim bildiğimiz yerdeki Saraybosna’yı Osmanlılar kurmuş desek yanlış olmaz. Çeşitli kayıtlarda adı geçen bazı küçük şehirler olmuş zaman içinde ama şehrin bugünkü sınırları içinde düzenli bir yerleşim oluşmamış. İlk sancak beyi İsa Bey’in katkılarıyla şehir Başçarşı etrafında şekillenmeye başlamış, Sonrasında gelen Gazi Hüsrev Bey’in vakfı aracılığıyla yaptırdığı eserler, burayı bugünkü tipik Osmanlı kenti görünümüne kavuşturmuş. Bu sırada Endülüs’ten kovulup Osmanlı topraklarına sığınan Seferad Yahudileri’nin yerleştirildiği yerlerden biri de Saraybosna olmuş, dolayısıyla şehrin ilk yıllarından itibaren Yahudiler, buranın kültürünün şekillenmesinde kendi rolünü oynamış. Katolikler ve Ortodoksları da katınca şehir, farklı din ve kültürlere mensup kişilerin bir arada yaşayabildiği çok kültürlü yapıya en başından beri sahip olagelmiş.
Osmanlı’nın güçlü dönemlerinde Saraybosna da büyüyüp gelişmiş, Balkanlarda önemli bir merkeze dönüşmüş. 1697’de şehri işgal eden Kutsal İttifak orduları şehir merkezini yakıp yıkmış. Şehir Osmanlılar tarafından onarılsa da bir daha eski haline gelememiş ki devletin güç kaybını düşündüğümüzde bu anormal sayılmaz. Sonraki yıllarda çeşitli karışıklıklar, isyanlar yaşansa da 1878’e dek şehir bir şekilde Osmanlı’nın parçası olarak kalmış. Ancak Berlin Anlaşması‘yla Bosna vilayetinin himayesi Avusturya-Macaristan’a geçmiş ve 400 yılı aşkın Osmanlı hakimiyeti fiilen sona ermiş.
Avusturya-Macaristan döneminde şehirde teknolojik anlamda bazı atılımlar olmuş. Örneğin imparatorluğun ilk elektrikli tramvay sistemi burada inşa edilmiş. Günümüzde Mostar treninin de takip ettiği önemli demiryolları yapılmış. Özellikle şehrin batısına doğru, günümüzde bazılarını halen görebildiğimiz Orta Avrupa mimari ekolüne ait binalar inşa edilmiş. Ulusal Müze ve Belediye Binası, hatta Sebilj bile o dönemde inşa edilmişti. Ancak 1908’de Bosna’nın resmen Avusturya-Macaristan tarafından ilhak edilmesi bir anlamda sonun başlangıcı oldu. Dünyadaki milliyetçilik akımları Osmanlı’yı vurduğu gibi Avusturya-Macaristan’ı da etkileyecekti haliyle. Genç Bosnalılar adlı Slav milliyetçisi örgütün, 1914’te Saraybosna’yı ziyaret eden veliaht prens Franz Ferdinand‘a düzenlediği suikast girişimi ve birkaç denemeden sonra Gavrilo Princip’in bunu başarmasıyla şehir, bir dünya savaşının fitilini ateşlemiş oldu adeta. Sonrası malum, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu savaşı kaybederek parçalandı.
Yugoslavya yılları
1. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Yugoslav krallığının parçası olan şehir, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra da Sosyalist Yugoslavya devletinin parçalarından olan Bosna-Hersek Federal Yugoslav Cumhuriyeti’nin başkentiydi. Yugoslavya yıllarında sanayi açısından büyük yatırımlar yapıldı, şehir kalabalıklaştı ve zenginleşti. Şehrin simgelerinden biri olan Trebević Teleferiği de bu yıllarda inşa edilmiş mesela. Ama Yugoslavya’nın Saraybosna’ya verdiği en önemli şey, 1984 Kış Olimpiyatları olmalı. Sadece Saraybosna’nın değil, bütün Yugoslavya’nın adeta gurur kaynağı olan, nispeten mütevazı bir ülke olarak olimpiyat düzenlemeyi başarabildiklerini tüm dünyaya gösterdikleri Saraybosna ’84 için tüm ülke seferber olmuş. Şehre ve etrafına birçok tesis yapılmış ve belki de Saraybosna modern zamanlardaki altın çağını bu dönemde yaşamış.
Ne var ki Tito hala hayattayken alınan bu organizasyon gerçekleştiğinde Tito öleli 4 yıl olmuştu ve ülke o kendi halinde, dış politikada tarafsız ve bütün unsurların eşit şartlara sahip olduğu iddiasıyla yönetildiği günlerden artık uzaklaşmaya başlamıştı. Ekonomi kötüye gitmeye başlamış, mütevazi ülkenin dengesi geri dönülemez şekilde bozulmuş, Sırplar iktidarı ve askeri gücü kendi lehlerine kullanmaya başlamıştı. Olimpiyatlarda dünyanın kalanına barış içinde, güçlü, her etnik unsuruyla tek yumruk olmuş bir Yugoslavya imajı verildiyse de gerçekte durum hiç öyle değildi. Saraybosna’nın sadece 8 yılda bir olimpiyat şehrinden her yandan kuşatılmış, her gün bombalanan bir şehre dönüşmesi, belki de bir şehrin bu kadar kısa sürede yaşayabileceği en radikal, en akıl almaz değişimdi.
Hepimizin bildiği gibi tüm dünyada Doğu Bloğunun çöküşüyle Yugoslavya da o malum değişim rüzgarlarından etkilendi ve devlet dağılma sürecine girdi. Slovenya, Makedonya ve kısa sürede, çok kan dökülmeden bağımsızlığını ilan etti. Hırvatistan’ın çıkışında bazı savaşlar ve çatışmalar yaşandı, ancak tabii ki Bosna-Hersek’in bağımsızlık süreci kadar kanlı ve vahşi yaşanmadı. Ülkenin etnik açıdan tartışmasız en heterojen ülkesinin kansız bir şekilde ayrılmasını beklemek olacak şey değildi belki de.
3 büyük etnik grubun yıllarca bir arada yaşadığı Saraybosna’da 1992 ile birlikte eski dostlar, komşular düşman olmaya başlamıştı. 1992’nin başında Sırpların çoğunlukta olduğu kuzey ve doğu bölgelerinde ayrı bir Sırp Cumhuriyeti ilan edildi, bugünkü Republika Srpska. Elbette bu devletin amacı Yugoslavya’nın geri kalanıyla (yani Sırbistan ve Karadağ) birleşerek Sırp ulus devletinin bir parçası olmaktı. Bu girişimin ardından Sırpların boykot ettiği bir oylamada Bosna-Hersek’in özerk meclisi bağımsızlık kararı alınca kıyamet koptu. Tam o gün, yani 1 Mart 1992’de Saraybosnalı Sırp bir ailenin düğün konvoyu, Başçarşı’daki Eski Ortodoks Kilisesi’ne gelmişti. Kendi mahallelerinde Sırpların geçişini bir provokasyon olarak gören Boşnaklardan bir grup konvoya saldırdı. Çıkan arbedede damadın babası vurularak yaşamını yitirdi. Artık geri dönülmez noktaya gelindiğini düşünen Sırplar açısından savaşın ilk kaybı gerçekleşmişti.
Bunun üzerine Bosna’nın çeşitli bölgelerinde Sırplar saldırılara başladı. Yugoslav Ordusu’nun (JNA) mirasını devralmış Sırplar askeri açıdan çok daha güçlüydü ve Saraybosna’yı çevreleyen Sırp şehirlerinden geçerek kenti abluka altına almaya başladılar. 5 Nisan 1992’de farklı etnik gruplardan onbinlerce Saraybosnalı barış için büyük bir gösteri düzenledi. Grup, Vrbanja Köprüsü’nden geçerken Sırp keskin nişancı ateşine tutuldular. 24 yaşındaki Boşnak üniversite öğrencisi Suada Dilberović ile 34 yaşındaki Hırvat Olga Sučić hayatını kaybetti. Boşnak ve Hırvatlar için de savaşın ilk kayıpları onlardı. Bu köprüye yıllar sonra Suada ve Olga Köprüsü adı verildi. Ve o günden sonra artık Saraybosna şehri için de hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Saraybosna şehri, havaalanının bulunduğu küçük bir boşluğu saymazsak tamamen Sırp güçleri tarafından kuşatıldı. 3 yıl boyunca Saraybosna sakinleri bombaların, keskin nişancı ateşinin altında resmen perişan oldu. Resmi rakamlara göre 11 bin civarında Saraybosnalı bombalar, roketler, keskin nişancı ateşi ve mayınlar nedeniyle hayatını kaybetti, onbinlercesi korkunç şartlarda, perişanlık içinde yaşadı. Yetişkin, yaşlı, çocuk, herkes savaştan payını aldı. 1995’te Dayton Barış Anlaşmasıyla savaş en sonunda bittiğinde 3 yıllık kuşatmadan çıkan Saraybosna harabeye dönmüştü.
Günümüzde Bosna-Hersek Federasyonu’nun başkenti ve ülkenin en büyük şehri olan Saraybosna, aynı zamanda Avrupa içinde Müslüman nüfusun en fazla olduğu yer. Ama tüm Bosna-Hersek’i düşünürsek ülkenin yaklaşık %50’si Boşnak Müslüman, %30’u Sırp Ortodoks, %15’i Hırvat Katolik. Şehirler bazında etnik kaymalar olsa da ülkenin çok kültürlü yapısı az çok savaştan öncekine benzer şekilde denebilir, milyonlarca kişi Batıya göç etmiş olmasına rağmen. Ancak Saraybosna özelinde Boşnak oranı savaş öncesine oranla daha yüksek. Nitekim şehirdeki Sırplar çevredeki diğer şehirlere taşınmışlar.
Buraya bir zamanlar “Balkanların Kudüs’ü” denirmiş, dini çeşitlilikten dolayı. Ülkede durumlar farklı gelişseydi belki Bosna kısmen “Balkanların İsviçresi” olabilirdi, ancak savaş Saraybosna’yı “Balkanların Beyrut”u haline getirmiş ki bu gerçekten çok üzücü birşey.
Bosna-Hersek’in başkenti
Bu sorunun yanıtı tabii ki Saraybosna, ancak ekstra detaylar vermekte fayda var. Bosna-Hersek federal bir ülke olduğu için ülkenin farklı unsurları açısından bu sorunun fiili yanıtı değişiyor. Şöyle, ülkenin resmi yönetim organları hep Saraybosna’da bulunuyor. Ancak Sırp Cumhuriyeti’nin de facto başkenti Banja Luka‘dır diyebiliriz. Nitekim burası yoğun olarak Sırpların yaşadığı, ülkenin en büyük 2. şehri konumunda ve savaştan sonra ülkedeki Sırplar için Saraybosna’dan çok daha fazla aidiyet duydukları bir yer haline gelmiş.
Bosna-Hersek’in bayrağı
Bosna Savaşı yıllarında haberlerde sık sık gördüğümüz bayrak, beyaz zemin üzerine 6 zambak figürünün yer aldığı bayraktı. Bu bayrak, Osmanlı öncesi buralarda hüküm sürmüş Bosna Krallığı’nın da kullandığı armadan esinlenerek ortaya çıkmıştı ve ülkedeki Boşnakların bir anlamda milli bayrağıydı. Ancak savaşın bitişi ve yeni ülkenin kuruluşuyla tüm ülkeyi temsil eden bir bayrak bulunması gerekince, aslında ülkedeki etnik unsurlar için hiçbir anlam ifade etmeyen sarı-mavi ağırlıklı ve ortadan yıldızların geçtiği, günümüzde de kullanılan bayrak resmileşti.
Halen Boşnaklar arasında bu 6 zambaklı bayrak yaygın şekilde kullanılıyor.
Saraybosna’da savaşın izleri
Dünyada savaş görmüş çeşitli yerlerde bulundum, mesela Beyrut’ta. Açıkçası Beyrut’un da her tarafında delik deşik binalar var. Yine de Saraybosna gibi farklı şekillerde savaşın izlerini canlı tutan bir yer değil bence. Tabii ki savaşın daha yakın zamanda yaşanmış olması bununla ilgili. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yaşanmış en kanlı savaş Bosna’da gerçekleşirken Saraybosna da 3 yıl boyunca kuşatma altında kaldı. Bütün bu olayların üzerinden 30 yıl geçti, ama şehrin her yerinde savaşı hatırlatan birşeyler görmek mümkün.
Saraybosna savaş sonrası hızlı bir dönüşüm sürecinden geçmiş, özellikle batısı sürekli yapılan binalarla başka bir şehre dönüşmeye başlamış. Ancak yıkık dökük, terkedilmiş kurşun delikli binalar hala görülebiliyor. Bunların yanında yerlerde bomba, uçaksavar mermisi veya şarapnellerin açtığı çukurlar olduğu gibi bırakılmamış sadece, içleri kırmızıya boyanmış, adı ‘Saraybosna gülü‘ olmuş. Şehrin farklı yerlerinde etrafı çevrilmiş ‘gülleri’ görürsünüz zaten.
Bunlar haricinde, hediyelik eşya dükkanlarında satılanlarda bile savaşı görmek mümkün. Savaştan sonra etraftan toplanan ve hatıra diye saklanan mermi kovanı, hatta devasa havan mermisi kovanlarıyla yapılan hediyelik eşyalar, şehirdeki dükkanlarda satılıyor. Mermi kovanlarıyla uçak, tank, saksı gibi dekoratif eşyalar yapılmasıyla savaşın acısı hem hatırlarda tutuluyor, ama aynı zamanda günlük hayatta daha pozitif bir şekilde yerini alıyor. Yine de ürpertici bir tarafı olduğu kesin.
Ancak savaşı en derinden hatırlatan yerler bence mezarlıklar. Normalde mezarlıklar şehirlerin doğal sınırlarının dışında yer alır. Şehir içinde kalan mezarlıklar da genelde çok tarihi, eski yüzyıllardan kalma, mezar taşlarının iyice eskiyip aşındığı mezarlıklar olurlar. Ancak Saraybosna’da şehrin içindeki mezarlıklar böyle değil. Kuşatma koşullarından ötürü ölülerini asıl mezarlıklara götürme imkanı bulamayan halk, merkezde boş buldukları küçük arazileri mezarlık gibi kullanmak mecburiyetinde kalmış. Eski ve artık kullanılmayan mezarlıklar da kullanıma açılmış, boş arsalar, futbol sahaları, evler ve yollar arasındaki küçük alanlar, parklar, camilerin bahçeleri ve kuşatılmış şehri çevreleyen tepeler, kısacası aklınıza gelebilecek her köşe başında adeta impromptu diyeceğim mezarlıklar oluşmuş. Zaman içinde buralar da dikilen tek tip beyaz mermer obeliskleriyle hem gerçek bir mezarlığa dönüşmüş, hem de şehrin genel görüntüsünün bir parçası haline gelmiş. Bunun bir benzerini Budapeşte‘deki büyük sinagogun bahçesinde görmüştüm, ama tabii ki Saraybosna’daki gibi tüm tepelere, her türlü alana yayılmış değildi. Saraybosna’ya ilk gittiğimde gezdiğim tepelerde, uzayan otların arasından kendini gösteren mezar taşlarının yarattığı yeşil beyaz denizi hiç unutmayacağım. Bütün ölüm tarihleri 92, 93, 94 olan bu mezar taşlarının üzerinde yazanlar da çoğunlukla aynı. Bakara suresinin 154. ayeti yazıyor üzerlerinde, yani “Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” sözleri. Bu mezar taşları, hayatını kaybetmiş binlerce insanın anısını, o günü görmüş veya sonraki yıllarda dünyaya gelmiş ancak savaşın anılarıyla büyümüş Boşnakların zihnine sonsuza dek kazımakla kalmıyor, biz turistlerin de gidip göreceği en dram yüklü şehir haline getiriyor Saraybosna’yı. Bunlar haricinde savaşla ilgili irili ufaklı birçok müze de bulunuyor şehir merkezinde.
Savaşın hatıraları elbette sadece Saraybosna’da yok. Mostar’da da çok sayıda harabeye dönmüş bina var mesela. Srebrenica’daki soykırım anma merkezi ve toplu mezarlar zaten başlı başına korkunç katliamı akıllara kazıyor. Saraybosna – Mostar treninde giderken bile yol kenarındaki köylerdeki alakasız tarlaların orta yerinde mezarlıklar gördüğünüzde, bunların Saraybosna’dakilere ne kadar benzediğini rahatça fark edersiniz.
Bunlar savaşın görünen izleri. Bir de görünmeyenler var. Savaş yıllarında toprağa gömülmüş, ancak yıllardır tamamen temizlenememiş mayınlardan bahsediyorum. Yapılan bütün çalışmalara rağmen hala Bosna topraklarında patlamamış birçok mayın bulunduğu tahmin ediliyor. Zaman zaman bu mayınlar patlayıp yaralanma ve ölümlere sebebiyet vermeye devam ediyor. Hatta bu yüzden şehir merkezlerinden uzak, kuş uçmaz kervan geçmez arazilerde, ortamı bilen birileri olmadan dolaşılmaması hala turistlere tavsiye ediliyor. İşte Bosna-Hersek böyle bir ülke, belki onyıllar sonra bile savaşın böyle somut etkileri sürecek.
Mayınlardan bahsetmişken, 2001 yapımı Danis Tanović filmi Tarafsız Bölge’yi (No Man’s Land) anmadan geçmeyeyim. Orada da bir mayın hikayesi vardı, çok etkileyici bir filmdir, izlemeyenlere tavsiye ederim.
Bosna’ya seyahat
Bosna-Hersek’le kültürel bağlardan ötürü Türkiye’den çok sayıda insan Bosna’ya gidip geliyor. Türkiye’yle Bosna-Hersek arasında vize serbestisi olduğu için vizesiz gidilebiliyor Bosna’ya. Yani pasaportunuzu alıp bir uçağa atlayıp Saraybosna’ya inebiliyorsunuz. Ama Ukrayna veya Moldova gibi nüfus cüzdanıyla giriş yok, pasaportunuzun olması lazım. İstanbul’dan THY, Pegasus, Anadolu Jet gibi firmalar Saraybosna’ya sürekli uçuş düzenlediği için buraya gidiş hiç problem olmuyor. Bosna-Hersek’in Saraybosna ölçeğinde başka havaalanı yok. Ancak yakın gelecekte Mostar Havaalanı’na Türkiye’den direkt uçuşların başlayabileceğine dair tahminlerim var.
Bosna-Hersek AB ile tam üyelik görüşmeleri içerisinde. Girebileceklerini pek sanmıyorum, nitekim ülkedeki Sırp nüfusu buna karşı çıkacaktır diye düşünüyorum. Ama bir gün olur da AB’ye girerlerse vize serbestisi de kalkacaktır ama o güne daha çok var. O yüzden halen gidebiliyorken buraları görmek lazım bence.
Bu arada Bosna’ya bütün komşu ülkelerden otobüs seferleri bulunduğunu da belirteyim.
Bosna’da yeme içme
Bosna’daki yemek kültürü, diğer birçok konuda olduğu gibi Türkiye’ye çok benziyor. Özellikle bizim Boşnak böreği olarak bildiğimiz börek (Bureg) sabahları sıklıkla tüketiliyor. Ispanaklı, kıymalı, patatesli gibi bizim de bildiğimiz türden börekler Bosna’da rahatça bulunabiliyor. Saraybosna’nın merkezi Başçarşı’da çok sayıda börekçi (Buregdžinica) var. Diğer öğünler için de merkezde en çok bulacağınız yemek köfte (Ćevapi) olacaktır. Çok sayıda köftecide (Ćevabdžinica) alıştığımız türde köfte soğan ekmek üçlüsünün güzel örneklerini bulabilirsiniz. Ayrıca bir not olarak belirtmem gerekirse, Ramazan aylarında pek çok restoran 35-40 KM civarında ücretler karşılığında tam teşekküllü iftar menülerinden de yiyebilirsiniz.
Bildiğimiz Türk kahvesinin çok benzerini yani Boşnak Kahvesi’ni de yine Başçarşı’daki çok sayıda kahvecide içebilirsiniz. Yanında suyu ve Boşnak lokumuyla gelen bu kahveler, genelde tüm setiyle birlikte turistlere sunuluyor. Bu setler turistik eşya dükkanlarında da satılıyor hatıra olarak götürmek isteyenler için.
Tabii ki Bosna’da sadece Türkiye tarzı yöresel lezzetler yok. Özellikle Saraybosna’nın batı kısmında klas mekanlar ve restoranlar, farklı mutfaklara ait lezzetler de bulunabiliyor. Alkollü içeceklerin satıldığı barlar da akşam saatlerinde dışarıda vakit geçirmek isteyenleri bekliyor.
Bosna’da çok kültürlü yaşam
Bosna’yı bir nevi İsviçre gibi düşünerek yanlış birşey yaptığımı düşünmüyorum. Birçok şehirde Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar birlikte yaşıyorlar(mış). Hatta Saraybosna’da tüm bu etnik unsurlar, ek olarak Osmanlı döneminde buralara yerleşen Yahudilerle birlikte yaşamaktaymış. Bugün bile şehrin her bölgesinde camilere çok yakın mesafede Katolik katedralleri, Ortodoks kiliseleri ve hatta sinagogları görebilmek mümkün.
Tabii ki savaştan sonra normalde yaşadıkları yerde azınlıkta kalan taraflar, kendi soydaşlarının çoğunlukta olduğu bölgelere doğru çekilmiş. Bunu görebilmek için savaştan önceki ve sonraki demografik yapıyı gösteren grafiklere bakmak yeterli. Mesela Mostar’da savaştan önce demografik dağılım yaklaşık olarak %35 Boşnak, %35 Hırvat ve %20 civarında Sırp şeklindeymiş. Ancak savaşla birlikte Sırplar burayı neredeyse tamamen terk etmiş, Hırvat ve Boşnaklar da nehrin iki yakasında konuşlanmışlar adeta. Mostar’ın günümüzdeki Hırvat bölgesinde gördüğüm Boşnak mezarlıkları, o bölgede savaş yıllarına kadar Boşnakların da yaşadığının göstergesi. Yani savaş ülkenin toplamını olmasa da şehirlerin kendisini ve mahalleleri daha homojen bir hale getirmiş.
Veya Srebrenica ve Bratunac gibi artık Sırpların kontrolünde olan Doğu bölgelerindeki bazı kasabalarda Boşnakların sayısı azalmış, Sırpların sayısı artmış. Čapljina gibi güney şehirlerinde Hırvatların oranı çok ciddi şekilde yükselmiş. Bunun gibi birçok örnek verilebilir. Yani özetle ülke içinde çok ciddi nüfus hareketleri olmuş, hatta yurtdışına da çoğunluğu Boşnak olmak üzere büyük göç verilmiş. Hiçbir şey eskisi gibi olamayacak olsa da, en azından Saraybosna gibi yerlerde bütün bu farklı kültürlerin hala birbirine yakın olduğunu söyleyebiliriz.
Bosna’da para birimi
Bosna-Hersek, para birimi konusunda savaş yıllarında çeşitli bölünmeler yaşamış. Yugoslav yıllarında kullanılan dinarı Sırplar kullanmaya devam etse de Bosna’daki Boşnaklar kendi dinarlarını basıp birkaç yıl için kullanmışlar. Hırvatlar ise Hırvat Kunasına geçmiş. Savaş yıllarında ülkedeki korkunç enflasyon nedeniyle bütün bu paralar çok çok değersizmiş. O nedenle dolaşımda en çok görülen, ve de herkes tarafından itibar gören para, Alman Markı’ymış. Nitekim o yıllarda savaştan kaçanların en çok gittiği ülkelerin başında Almanya geliyormuş ve insanlar Bosna’daki yakınlarına doğal olarak Alman Markı gönderiyormuş.
Dayton Anlaşmasıyla savaş bittikten sonra, 1998’de bugün kullanımda olan Bosna-Hersek Konvertibl Markı, bütün ülkede kullanılmaya başlanmış. Resmi kısaltması BAM olan, halk arasında daha çok KM adıyla bilinen bu para birimi, 1998 yılında tedavüle girmiş. Ve paranın değeri olarak da zaten ülkede yaygın şekilde dolaşımda olan Alman Markı’nın güncel değeri seçilmiş, yani Bosna-Hersek parası, Alman Markı’na sabitlenmiş. 2002’de Almanya Euro’ya geçince, Bosna’nın parası da otomatik olarak Euro’ya sabitlenmiş. Alman Markı’nın Euro karşısındaki son güncel değeri de, Bosna-Hersek Konvertibl Markı’nın günümüzdeki değeri haline gelmiş. 1 Euro yaklaşık 1.95 Alman Markı’na eşitmiş o gün, dolayısıyla 1 Euro, 1.95 KM’ye eşit. Bosna-Hersek’teki bütün döviz bürolarında bu orandan para bozduruluyor. İster şehir merkezinde, ister havaalanında bozdurun, oran sabit, komisyonlar ise neyse ki çok az değişiyor. 50 Euro bozdurduğunuzda yaklaşık 97 KM alıyorsunuz ve bu ücretten 1 veya 2 KM komisyon kesiliyor en fazla. Dolayısıyla paranızı her yerde gönül rahatlığıyla bozdurabilirsiniz.
Konvertibl Mark’ın alt birimine, tıpkı Alman Markı’nda olduğu gibi fenik (pfennig) deniyor. 20’lik, 50’lik metal fenikleri para üstü olarak görebilirsiniz alışverişlerinizde.
KM ile ilgili bir diğer not da şu, banknotların Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti versiyonları var. Bosna-Hersek versiyonlarında çoğunlukla Boşnak ve Hırvat, Sırp versiyonlarında ise Bosnalı Sırp figürlerin resimleri bulunuyor. Ancak paralar bütün ülkede geçerli ve eşit değerde.
Öte yandan Bosna’ya ilk gittiğimde kredi kartından ziyade nakit alışverişin yaygın olduğunu görmüştüm. 2024’teki ikinci ziyaretimde bu durumun pek değişmediğini gördüm. Üst seviye restoranlar ve mekanlar kredi kartı kabul ediyor, ancak nakit hala baskın, bu nedenle cebinizdeki karta güvenerek nakitsiz gezmeyi düşünmeyin derim.
Saraybosna ve Bosna’da spor kültürü
Saraybosna’nın farklı yerlerinde gezerken bile üzerinden 40 yıl geçmiş Kış Olimpiyatları’nı, Sarajevo 84‘ü hatırlatan birşey görebiliyorsunuz. Şehrin ana caddelerinde olimpiyatın oyunlarının logosunu ışıklandırmalarda kullanıyorlar. Oyunların maskotu sevimli kurt yavrusu Vučko‘nun maketleri yine karşınıza çıkıyor, ayrıca hediyelik eşyalarda da Vučko’lu kupalar, tişörtler ve diğer eşyaları bulabiliyorsunuz. Zaten Olimpiyat Müzesi de oldukça detaylı bir şekilde olimpiyatlara giden süreci, oyunlara ait ayrıntılı bilgileri ve eşyaları görebilmek mümkün. Bu arada oyunlara dair güzel bir belgesel izledim döndükten sonra, meraklıları için buraya da bırakmış olayım.
Bütün eski Yugoslav ülkeleri gibi Bosna-Hersek’te de çok kuvvetli bir spor geleneği bulunuyor. Futbol burada çok sevilen bir spor ve FK Sarajevo ile Željezničar gibi çok köklü futbol kulüpleri bulunuyor. Hatta 2017’deki ziyaretimde Željezničar’ın FK Radnik ile Grbavica Stadı’nda yaptığı bir maçı da izleme şansı bulmuştum. Oldukça ateşli bir taraftar ortamı vardı diyebilirim.
Željezničar’ın ezeli rakibi FK Sarajevo ise 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Yugoslav elitleri tarafından kurulmuş bir takım. Kuruluş hikayeleri açısından bakıldığında iki takım taraftarının ayrışması
Bu iki takım, Saraybosna’daki futbol geleneğinin lokomotifi olmuş durumdalar. Hatta bizim de yakından tanıdığımız pek çok futbolcunun yolu bu kulüplerinden birinden geçmiş: Elvir Baliç, Edin Višća, Edin Džeko bunların başında geliyor.
Basketbolda da iyi bir ülke Bosna Hersek. Boşnak basketbolunun büyük efsanesi Mirza Delibašić‘in liderliğinde 1979’da o zamanın Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Avrupa’nın en büyüğü olmuş KK Bosna gibi bir takım çıkarabilmişler örneğin. Her ne kadar Bosna-Hersek’in basketbol milli takımı vasat bir seviyede olsa da önemli oyuncular çıkarabilmiş bir ülke. Bir de şu gerçeği unutmamak gerekir, Bosna topraklarında doğup büyümüş birçok Sırp ve Hırvat, milli takım seviyesinde Sırbistan veya Hırvatistan’ı seçtiği için Bosna-Hersek bu yeteneklerden milli takım düzeyinde faydalanamıyor.
Saraybosna çevresinde Olimpiyat oyunlarındaki müsabakalara ev sahipliği yapmış birçok yer bulunuyor. Trebević, Skenderija, Olimpiyat Stadı vs gibi yerler de Saraybosna ziyaretlerinde görülebilir.
Mostar’da da çok köklü bir spor geleneği bulunuyor bu arada. Şehrin iki büyük futbol takımı Velež ve Zrinjski‘nin, özellikle savaştan sonra şehrin farklı etnik gruplarının temsilcisi haline gelmesiyle iki takım arasındaki maçlar çok gergin geçmeye başlamış. Mostar içinde dolaşırken bu iki takımın duvarlara boyanmış isimlerini ve logolarını farklı yerlerde görebiliyorsunuz. Ülke savaşla kamplara ayrılırken spor sahaları da bunun farklı bir şekilde yansıdığı bir yer olmuş ve aynı zamanda Bosna-Hersek’teki spor kültürünün de bir anlamda temsilcisi olmuş.
Bosna-Hersek’te yönetim
Yönetimsel açıdan da bu bölünmüşlük kendini gösteriyor. Federal bir yapıya sahip Bosna-Hersek devletini oluşturan iki temel unsur var. Kuzey ve doğudaki Sırp Cumhuriyeti (Republika Srpska), Bosna Sırpları’nın yönetim birimi. Bosna-Hersek Federasyonu ise Boşnak ve Hırvatların yoğunluklu olarak yaşadıkları bölgelerin idaresinden sorumlu. Ülkeyi 3 etnik unsurun seçilmiş başkanları dönüşümlü olarak yönetiyor, 8’er aylık periyotlarda hepsi devletin başına geçiyor. 4 yılda bir seçim yapılıyor ve her etnik grup kendi başkanını seçiyor. Sistem son derece karmaşık olduğu için ülkenin genelini ilgilendiren kararların alınması hayli zor oluyor. Yine de kısa bir süre önce ülkenin AB’ye girişiyle ilgili müzakere süreci AB ülkeleri tarafından onaylandı. Bosna’da yaşayan halklar da yapılan anketlere göre AB’ye girişi destekliyor (Boşnaklar neredeyse tamamen, Sırpların da yaklaşık %60’ı ki Sırplar olumlu bakıyor ki Sırplar geleneksel olarak Rusya’yla yakın bağlara sahip olduğu için AB karşıtı olmaya eğilimlidir). Dolayısıyla böyle önemli bir konuda az çok bir fikir birliğine varılabilmesi bana ilginç geldi.
Bunları anlatıyorum çünkü savaş yıllarında çok fazla göç vermiş olsa da buralar hala farklı dini ve etnik unsurları bir arada barındırıyor. Saraybosna’da mesela Batı yönünde biraz şehir dışına çıkınca ya da Güney tepelerin arkasında Sırp köyleri başlıyor, Ortodoks mezarlarından anlıyorsunuz. Ama Saraybosna’nın merkezi, şirin, alışılmış bir Anadolu kentinden pek farklı değil.
Son sözler
Bosna’ya dair çok daha fazla şey söylenebilir, ancak zaten hepimiz burayı yakından tanıyoruz. Sırf kendi görüp deneyimlediklerimi birşey unutmadan bir araya getirmek için yazdığım bu yazıda, ülkenin o dramatik geçmişi yine diğer her şeyin önüne geçmiş olabilir. Yine de Bosna-Hersek’i her şekilde görülmesi gereken, güzel, gitmesi gelmesi ve gezmesi rahat bir ülke olarak not etmek istiyorum.