Saraybosna’da Gezilecek Yerler – Savaştan ayrı düşünülemeyecek şehirden notlarım
Son güncelleme tarihi: 19 Haziran 2024
1990’larda çocuk olmuşların haber bültenlerinin dünyadan haberler bölümünde muhtemelen adını en çok duyduğu ülke Bosna-Hersek, şehir de Saraybosna’dır. Sırpların 3 yıl boyunca kuşattığı Saraybosna çok kanlı bir savaşın yaşandığı, binlerce Boşnak’ın öldüğü, on binlercesinin korkunç koşullarda yaşamak zorunda kaldığı, belki de 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın gördüğü en büyük savaşın ortasında kalmış, savaşın en unutulmaz sembollerinden biri haline gelmiş bir şehir Saraybosna.
Bununla birlikte zaten çok güzel bir doğaya sahip Balkanların belki de en kendine has, en güzel şehirlerinden biri aynı zamanda. Dağların arasındaki bir vadiden akan gür bir nehrin kenarında serpilmiş, sulak bir yer. Bu nedenle de sadece turistik açıdan baksak bile Saraybosna fazlasıyla görülesi bir yer haline geliyor. Ancak belki de yine aynı sebeple kuşatılması kolay, çıkmanın ise çok zor olduğu bir yer olmuş belki de. Tıpkı Mostar gibi, Srebrenica gibi… Ve aradan yıllar geçse de savaşın izlerini görmemek mümkün değil. Dolayısıyla Saraybosna gezisinin duygusal yönden ağır geçeceğini bilin. İnsanların yaşadıkları travmalar, belki de her yerde karşınıza çıkan mezarlıklarla asla unutulmayacak hale gelmiş. Aradan geçen yıllarda yapılan yatırımlarla şehrin çehresi değişmeye, modern binalar her yeri sarmaya başlasa da yaşanan acılar bu şehrin sakinlerinin aklından hiç çıkmayacak, ziyaret edenlerin de yıllar geçse bile aklında yer edecek türden.
Ben de ilk kez 2017’de geldiğim Saraybosna’yla ilgili yazdığım yazıyı, 2024’te yaptığım ikinci ziyaretin ardından daha detaylı bir hale getirmeye çalıştım. Hem gezilecek yerlerden, hem Bosna tarihiyle iç içe geçmiş Saraybosna tarihinden, hem şehrin tarihinde büyük yeri olan Kış Olimpiyatlarından, hem de Saraybosna’ya dair gördüğüm, öğrendiğim şeylerden de biraz bahsetmeye çalışacağım.
Bu arada 2024 Mart itibariyle 1 Bosna Konvertibl Markı yaklaşık 18 TL idi, bu bilgiyi de vermiş olayım.
Saraybosna tarihi, Bosna savaşı ve şehrin günümüzdeki durumuna ilişkin buraya birkaç paragraf yazacaktım. Ancak o kadar çok şey yazdım ki onları ayrı bir yazı olarak yayınlamak gerekti. Bosna tarihi ve Bosna’da dikkat edilmesi gerekenlerle ilgili yazımı meraklısına öneririm.
Saraybosna’ya Nasıl Gidilir?
THY, Pegasus ve Anadolu Jet düzenli uçak seferleri yapıyor buraya. Ayrıca bazı küçük havayolu şirketleri dönemsel charter uçuşları gerçekleştiriyor özellikle Türkiye’nin güney şehirlerinden. Saraybosna Uluslararası Havaalanı‘na en çok yolcu İstanbul’dan geliyor. Tabii Saraybosna, Bosna-Hersek’in coğrafi olarak orta noktasının biraz güneydoğusunda bulunsa da oldukça merkezi bir konumda denebilir. Bu nedenle Bosna-Hersek’in bütün şehirleriyle birlikte komşu ülkelerin önemli şehirleri Zagreb, Belgrad, Dubrovnik, Ljubljana ve Podgorica‘dan günlük otobüsler de mevcut.
Tren garı bulunmakla birlikte pek işlek bir tren trafiğinin olduğu söylenemez. Yine de Mostar gibi başka Bosna Hersek şehirlerden buraya tren seferleri düzenleniyor ki Mostar-Saraybosna tren yolculuğu, dünyanın en güzel tren yolculukları arasında gösteriliyor.
Bilmiyorum söylemeye gerek var mı ama Bosna Hersek’le Türkiye arasındaki vize anlaşmasından ötürü Saraybosna’ya vizesiz gelinebiliyor. Cebinize pasaportunuzu koyup uçağa atlayarak yola çıkabilirsiniz. En azından Bosna-Hersek AB’ye girene dek böyle kalmaya devam edecek.
Havaalanından şehre ulaşım
Toplu taşımanın pek başarılı olmadığı bu şehirde havaalanından şehre gelmek için en iyi yol belirli saatlerde kalkan Centrotrans otobüslerin
Saraybosna’da görülebilecek yerler
Baščaršija (Başçarşı) ve çevresindeki yerler
Standart turistlerin işgal ettiği son derece kompakt bir old town (stari grad) var burada, Baščaršija (Başçarşı). Adından da anlaşılacağı üzere yüzyıllardır şehrin merkezindeki çarşı olarak ticaretin de kalbi burada atıyormuş. Burada gerçekten her şey var, her türlü incik boncuk, hediyelik eşya dükkanları, börekçi, lokumcu, kahveci ve köftecilerle dolu burası. Kendinizi Türkiye’nin herhangi bir Anadolu şehrinin meydanında hissetmeniz işten değil, hele etrafta o kadar Türk varken. Zaten camiler de Türkiye’den fazlasıyla alıştığımız mimariye sahip, tipik Osmanlı camileri şeklinde olunca, 5 vakit ezan sesi duyunca bu yakınlık hissi iyice artıyor.
Buradaki sokak isimleri de buradaki zanaatkarların yoğunlaştığı yerlere göre verilmiş ve dükkanların hepsi durmasa da sokak isimleri duruyor. Mesela Kundurdžiluk (Kunduracılar), Kujundziluk (Kuyumcular), Abadžiluk (Abacılar, terziler), Halači (halatçılar, ip ve yüncüler), Ćurčiluk (kürkçüler) bunlardan sadece birkaçı.
Sebilj
Saraybosna’nın simgelerinden diyebileceğimiz aşırı sevimli çeşme Sebilj‘den de bahsetmek gerekir. Başçarşı’nın içindeki küçük meydanın ortasında duran bu “sebil” orijinal olarak Osmanlı döneminde yapılsa bir yangında küle dönmüş. Şu an gördüğümüz hali Avusturya-Macaristan devrinde tekrar yapılmış. Etraftaki güvercinleri yemlerken çeşmelerinden su içebileceğiniz, etrafıyla uyumlu ama aynı zamanda çok kendine özgü bir yapı. Başçarşı’nın merkezi diyebileceğimiz meydanın tam ortasında.
Halk arasında çok anlatılan ve turistlere de aktarılan hikayeye göre sebilin suyundan içen mutlaka Saraybosna’ya geri dönermiş. Açıkçası bende gerçekten böyle oldu.
Gazi Hüsrev Bey camisi ve külliyesi
Katıldığımız yürüyüş turundaki rehberimizin de söylediği gibi bugün Saraybosna olarak bildiğimiz şehri var eden en önemli kişi belki de Gazi Hüsrev Bey. Osmanlı’nın Bosna’yı fethinden sonra Saraybosna’yı imar eden, yaptıklarının bugün bile izlerini görebildiğimiz önemli bir şahsiyet kendisi. Tarihi şehir merkezinin en büyük camisi olan Gazi Hüsrev Bey Cami, tipik bir Osmanlı camisi niteliğinde. Avludaki şadırvanda Arap alfabesinin farklı yazım teknikleriyle tavanına işlendiğini görebilirsiniz. Caminin dış duvarındaki çeşmeden de 24 saat şişelerinizi doldurup su içebilirsiniz.
Bu caminin hemen karşısında Gazi Hüsrev Bey’in külliyesi var. İçinde kütüphanesi, müzesi ve resim galerisiyle önemli bir kompleks oluşturulmuş. Kütüphaneyi Katarlılar restore edilip yenilemiş. Yine bu yakınlarda Morića Han var, tipik bir Osmanlı hanı ve içinde kafeler bulunuyor. Gazi Hüsrev Bey’in vakfının ne çok eser ürettiğini bütün bu yapılara bakarak anlayabiliyoruz. Caminin karşısında ise 30 metre yüksekliğinde bir saat kulesi var (Sahat Kula). Buradaki saatin üzerindeki rakamların Arap alfabesiyle yazıldığı ve saatin de bildiğimiz saatten farklı bir zaman gösterdiğini hemen anlarsınız. Nitekim ay takvimi esasına göre çalışan saat, gün batımında, yani akşam namazı vaktinde 12’yi gösterecek şekilde ayarlanıyor. Dünyada bir benzeri yokmuş bir saatin. Ancak ay saati esasına dayandığı için saatte kaymalar oluyor tabii. Bunları da ayarlayan bir “muvakkit” bulunuyor. Saraybosna’da yüzyıllardır bir muvakkit bu işi sürdürüyor.
Belediye Binası (Vijećnica)
Şehrin eski merkezi Başçarşı’daki eserlerin neredeyse tamamının Osmanlı zamanından kalma olduğunu çıplak gözle de görebiliyoruz. Ancak Avusturya-Macaristan’dan kalma binalar da yok değil, en önemlisi de Belediye Binası bence. Mağrib mimarisiyle yapılmış inşa edilmiş. Yugoslavya döneminde kütüphane olarak kullanılan bina, Bosna Savaşı’nda çok fazla bombalanmış, içi harabeye dönmüştü. Savaşın sembollerinden biri haline gelen bina, sonraki yıllarda restore edilip ziyarete açıldı, halen çeşitli etkinlikler için kullanılıyor ve ziyarete de açık.
Belediye’nin karşısındaki enteresan bir binadan da bahsetmek isterim. Inat Kuća yani İnat Evi’nin bir hikayesi var. Hikayeye göre Belediye Binası’nın yapılacağı arazi seçildiğinde oradaki evlerin yıkılması gerekmiştir. Ancak bir tane evin sahibi evini yıktırmamakta direnir. Müthiş bir inadın ardından evinin nehrin karşısında aynen yapılması koşuluyla razı olur. Ve bina karış karış karşıya taşınır, aynı şekilde şu anki yerine dikilir. Bu hikayesi dışında bir özelliği olmayan İnat Evi’nin giriş katında bugün aynı isimli bir restoran bulunuyor.
Sarı Tabya (Yellow Fortress)
Küçük şehir merkezinin dışına yürümeye başladığınızda yokuşlar hemen sizi karşılıyor, tepelerin çevrelediği bir çukurda kalan şehrin ne kadar kolay kuşatılabileceğini ve yarmanın ne kadar zor olduğunu anlamanın bir diğer yolu da bu bence. İşte bu tepelerden bir tanesinde, Sarı Tabya (Žuta Tabija) denen bir zamanların top mevzisi, bugün Saraybosna’nın en güzel manzaralarını göreceğiniz yerlerden biri bulunuyor. Hem nehrin kıvrım yaptığı Bentbaša’yı, hem diğer köprüleri ve eski şehir merkezini bu noktadan görmek mümkün. Biraz tepelik olsa da merkeze çok yakın olması nedeniyle gelmesi çok zaman almıyor. Bu tepede bir de küçük bir kafe var, manzaraya karşı birşey içmek isteyenler değerlendirebilir.
Beyaz Tabya (White Fortress)
Şehrin etrafında çok fazla tepe olduğunu söyledim, ama bunların büyük kısmının önü kapalı. Biraz uzaktan olsa da yine güzel bir manzara sunan bir başka yer, şehrin doğusunda kalan Beyaz Tabya (Bijela Tabija). İlk ziyaretimde burayı görmüştüm. Burası büyük ölçüde yıkılmış, bir kısmı restore edilmiş gibi duran bir kale yıkıntısı. Tek tük turistlerin uğradığı, daha çok yörenin gençlerinin manzara eşliğinde kafalarına göre takıldığı bir yermiş izlenimi edindim. Demlenmek için harika manzarası var gerçekten, Sarı Tabya’ya benziyor. Buraya gelen otobüsler var, ben yürüyerek çıktım.
Kovači Şehitliği
Sarı Tabya’dan Başçarşı’ya inerken karşınıza çıkan geniş mezarlık, Kovači Şehitliği adıyla biliniyor. Burası, çoğunlukla savaşta ölen Bosna ordusu askerlerinin gömüldüğü bir mezarlık. Bosna’nın savaş yıllarındaki lideri Alija Izetbegović, “öldüğümde beni askerlerimin yanına gömün” dediği için onun mezarı da burada. Kubbeli bir yapının içinde yer alan mezarı, uzaktan hemen fark edilebiliyor. Onun dışında 2010’da ölen Boşnak ordusu komutanı Rasim Delić burada, girişte tek başına duran mezara gömülmüş. Birazdan daha ayrıntılı şekilde bahsedeceğim Saraybosna’daki diğer mezarlıklar gibi etkileyici bir yanı var. Buranın hemen yakınında Alija Izetbegović Müzesi var, eski cumhurbaşkanının hayatına dair bilgiler ve özel eşyaları sergileniyor, ilgilenenlerin bilgisine.
Latin Köprüsü
Şehri Doğu-Batı istikametinde ikiye bölen Miljacka Nehrinin üzerinden birçok küçük köprü aracılığıyla karşıya geçme imkanı var. Bunların en bilineni Latin Köprüsü (Latinska Ćuprija), yani zamanın Avusturya-Macaristan veliaht prensi Franz Ferdinand’ın arabasıyla geçtikten hemen sonra öldürüldüğü köprü. Tarih derslerinden biliriz, Slav milliyetçisi Gavrilo Princip’in Ferdinand’ı ve eşi Sophie’yi öldürmesiyle 1. Dünya Savaşı’nı başlatan olayların fitili burada ateşlenmişti. Köprünün hemen köşesinde, yani Princip’in tetiği çektiği noktada Princip’in ayak izleri görünüyor. Arşidükün arabasının konumu da yere işaretlenmiş.
Buranın hemen yanında olaya ve Princip’le ona yardım eden arkadaşlarına ilişkin küçük bir müze bulunuyor, burayı da 4 KM karşılığında görebilirsiniz.
Tašlihan (Taşlıhan)
Osmanlı devrinde bir kervansaray olarak inşa edilen Taşlıhan, Başçarşı bölgesinde kalan Osmanlı eserlerinden bir tanesi. Ancak 1879’daki yangının ardından yok olmuş, günümüzde yapılan kazıların ardından bazı duvarları gün yüzüne çıkarılmış. Buraya bitişik Gazi Hüsrev Bey Bedesteni (bezistan) ise halen kullanımda. Küçük bir Kapalıçarşı diyebileceğimiz bedestenin içinde el sanatlarını satan dükkanlar ve hediyelik eşyacılar bulunuyor.
Hünkar Camii (Careva džamija)
Yine Başçarşı’ya çok yakın, ancak nehrin karşı tarafında kalan birkaç yerden bahsedeyim. Hünkar Camii, padişah Fatih Sultan Mehmet’in anısına İsa Bey tarafından kurulmuş, Saraybosna’nın en eski ve en büyük camilerinden bir tanesi. Yanında da İsa Bey Hamamı var. İlk olarak 1462’de yapılmış, ancak günümüzde 1890’da onun yerine inşa edilen yine Mağrib usülü mimarisiyle dikkat çeken yeni bir hamam bulunuyor. Bu hamam günümüzde hizmet vermekte olan bir otelin içinde yer alıyor.
Trebević Teleferiği
Saraybosna şehrinin düzenlediği en büyük spor organizasyonu olan 1984 Kış Olimpiyatları’nın kızak (luge ve bobsleigh) yarışmaları, şehir merkezinin güneyindeki Trebević dağlarında bulunan tesislerde yapılmıştı. Ancak bu lokasyon olimpiyatlar sayesinde meşhur olmadı. 1959’da açılan Trebević Teleferiği, ilk günden beri Saraybosna’nın en bilinen sembollerinden biri haline gelmişti. Bu teleferik şehre uzaktan bakmak isteyenlerin kolayca dağa çıkabilme, dağ havası alabilmesine imkan veriyor.
Bosna Savaşı yıllarında Trebević ve arkasındaki tepeler Sırp konrolündeydi, teleferik de gördüğü hasar sonucu kapanmıştı. 2018’de teleferik yeniden açıldı. İlk gidişimde henüz açılmamış olan teleferik, ikinci gidişimde tadilat nedeniyle kapalıydı ve maalesef binme imkanı bulamadım. Belediye Binası’na yaklaşık 10 dakika yürüme mesafesinde olan başlangıç durağı, 7 dakikada tepeye çıkıyor ve gidiş dönüş ücreti 30 KM.
Trebević’te birkaç restoran ve manzara noktaları dışında yukarıda bahsettiğim bobsleigh pisti hala duruyor, ancak orijinalinden çok daha farklı bir şekilde. Savaş yıllarında burası da terkedilmiş, ağaçların içinde kalmış, üzeri grafitilerle dolmuş çok enteresan bir yer haline gelmiş. Dolayısıyla Trebević, Saraybosna’nın en enteresan turistik noktalarından biri haline gelmiş diyebilirim.
Bira Fabrikası (Sarajevska pivara)
Saraybosna’nın ilk bira fabrikası daha Osmanlı ayrılmadan, 1864’te kurulmuş. Günümüzde de aynı vazifesini sürdürmekte. Fabrika binasının yanında küçük bir bira müzesi ve onun da yanında Pivnica HS Sarajevo adında bir restoran-bar bulunuyor. Burası Saraybosna’nın en ünlü akşam takılma mekanlarından bir tanesi. Burada hem fabrikanın kendi birası Sarajevsko‘dan tadabilir, hem de denk gelirseniz canlı müzikle keyifli bir akşam geçirebilirsiniz. Oldukça başarılı bir dekorasyona sahip, klas bir mekan olduğunu söyleyebilirim ki gördüğümüz kadarıyla birçok Saraybosnalı ve turist, taksilerle buraya akın ediyordu.
Başçarşı ve yakınlarında başka birçok küçük cami, müze vs bulunuyor. Mesela Başçarşı’nın içinde bulunan eski bir bezistana (Brusa Bezistan) Saraybosna Müzesi’nin bir bölümü kurulmuş. Burada antik çağlardan Osmanlı devrinin sonuna dek Saraybosna tarihi anlatılıyor. Aynı şekilde Saraybosna’ya ilk gelen Seferad Yahudilerinin kurduğu sinagog var, Bosna-Hersek Yahudileri Müzesi olarak kullanılıyor. Burayı da görebilirsiniz.
Başçarşı’nın batısı, modern merkez
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Saraybosna’nın kontrolünü eline geçirdiğinde Başçarşı’nın içine pek dokunmamış, sadece Sebilj gibi yanmış, yıkılmış yerleri yeniden yapmış. Şehri daha çok batı yönüne doğru genişletmeye çalışmış. Marijin Dvor adlı bölge, etkilerinin en çok görüldüğü yer diyebiliriz. Geniş bulvarlar, büyük binalar var, ayrıca yeni yapılmış AVM’ler de bu tarafta kalıyor. Burada gördüğüm yerlere de değineyim. Sınırları belirlerken de Ferhadija Caddesi’nde yürürken karşınıza çıkan Doğu’yla Batı’nın buluştuğu yer (Sarajevo Meeting of Cultures) tabelasını referans alıyorum. Bu noktayı geçtikten sonra daha Batı tarzı bir merkezle karşılaşıyorsunuz, kafeler, restoranlar, arada içkili mekanlar da var. Parklar, kiliseler, müzeler vs. de mevcut.
Oslobođenja Parkı (Trg Oslobođenja – Alija Izetbegović)
Saraybosna’nın göbeğindeki bu meydan Yugoslav Krallığı döneminde yapılmış, ancak Sosyalist Yugoslavya döneminde biraz daha yeşillendirilip küçültülerek bugünkü halini almış. Ağaçlar, banklar ve sürekli birtakım ihtiyarların başında dikildiği sokak satrancı kareleriyle şehirde dolaşırken dinlenmek için çok uygun bir noktada bulunuyor. Meydanda bazı ünlü Yugoslav yazarların büstleri ve Bosna Savaşından sonra İtalyan heykeltraş Francesco Perilli’nin yaptığı, çok kültürlülüğe vurguda bulunan heykel de yer alıyor. Yine savaştan sonra bu meydanın adına Alija Izetbegović’in adı da eklenmiş. Meydanın bir tarafında Sırp Ortodoks Katedrali bulunuyor ki buranın yapımında Osmanlı padişahı Abdülaziz’in desteği ve sembolik bir katkısı da bulunduğunu öğrendim. Bu meydana muhakkak yolunuz düşer, soluklanıp etrafı seyretmek gayet keyifli.
Tito Müzesi
Oslobođenja Parkı’nın Ferhadija Caddesi üzerine düşen kısmının hemen karşısında yeni ve oldukça enteresan bir müze bulunuyor. Yugoslavya’yı 30 yılı aşkın bir süre efektif olarak yönetmiş Josip Broz “Tito”nun adını taşıyan müze, bildiğimiz müzelere hiç benzemiyor. Eski bir binanın girişini geçtikten sonra kapısına vardığınız bu müze, aslında 2 odalık bir apartman dairesinden ibaret. Ve de müzede herhangi bir görevli yok. Kredi kartınızla 10 KM’lik giriş ücretini ödedikten sonra açılan turnikeyi geçerek içeri giriyorsunuz. Burası tamamen Tito’ya ve Tito devrindeki Saraybosna’ya ve genel olarak Yugoslavya’ya adanmış. Yugoslavya devrinin müzikleri ve reklam filmleri dönüyor sürekli. Bunun dışında Yugoslav döneminin eşyaları, paraları, haritaları ve birçok hatırası bu müzede yer alıyor. Ayrıca klasik bir Yugoslav mutfağı ve banyosunun neye benzediğini de kanlı canlı şekilde görebiliyorsunuz. Bunlar haricinde Saraybosna’ya özel bölümler var, Saraybosna kartpostalları, kitapları, olimpiyatlara ait broşürler de bulunuyor. Ve de Tito’ya ayrılan bir bölümle müze tamamlanıyor. Müzede kablosuz internet bağlantısı var ve raflardaki eşyaların tarihine dair bilgileri, QR kodları okutarak hemen orada öğrenebiliyorsunuz. Hem fikir, hem de uygulama açısından çok başarılı bulduğum bu kompakt müzeyi, Yugoslavya’ya dair bireyler öğrenmek isteyenlere şiddetle tavsiye ederim, nitekim standart Saraybosna turları Başçarşı’nın ötesine pek geçmiyor.
Markale
Mula Mustafe Bašeskije Caddesi üzerinde bulunan Markale, şehrin ana pazar alanı. Burada sebze meyve satan tezgahlar bulunuyor. Küçük ama taze meyve sebze almak isterseniz buraya uğrayabilirsiniz.
Burası Bosna Savaşı döneminde bazı saldırılara maruz kalmış. Her türlü malzemenin zor bulunduğu kuşatma altındaki Saraybosna’da insanlar Markale’ye gelip ihtiyaçları olmayan her şeyi satıyormuş. Burası çok farklı eşyaların el değiştirdiği bir pazar alanı haline gelmiş. 1994’teki bombardımanda 68, 1995’teki bombardımanda ise 37 kişi Markale’de hayatını kaybetmiş. Bu nedenlerle de Markale savaşın izlerinin görülebildiği yerlerden biri haline gelmiş Saraybosna’da.
Savaş Çocukları Müzesi (War Childhood Museum)
Saraybosna’da gerçekten çok sayıda savaşla ilgili müze bulunuyor, irili ufaklı. Bunlardan bir tanesi de oldukça yeni ve savaşa çok farklı bir gözden bakan bir yer. Kendisi de savaş yıllarını Saraybosna’da çocuk olarak geçirmiş olan Jasminko Halilović, hem kendi deneyimlerini, hem de kendi o yıllarda çocuk olmuş başkalarının deneyimlerini War Childhood (Savaşta Çocukluk) adlı bir kitapta toplamış. Bu kitabın aldığı reaksiyon üzerine farklı bir fikirle ortaya çıkıp bu sefer de o çocuklar için o yılları hatırlatan nesneleri toplamaya başlamışlar. Yüzlerce eşya ve hikayeleri, bu müzede karşınıza çıkacak. Mesela bir çocuğun babasının tıraş bıçağı, bir başkasının ülkeden kaçarken giydiği pijama, biblolar ve oyuncaklar müzede bulunan eşyalar arasında. Müzede ayrıca Gazze’den, Ukrayna’dan çocukların gönderdiği birkaç eşya da var. Bunların haricinde artık yetişkin olmuş bu çocuklardan bazılarının hikayelerini kamera önünde anlattığı bir televizyon ve de Batı’dan gelen yardım kolilerinde çıkan eşyaların bulunduğu bir koleksiyonla müze sona eriyor.
Son derece dramatik hikayelerle yüklü bu müze, biraz tenha bir ara sokakta bulunsa da bence görülmeye değer. Müzenin giriş ücreti 10 KM.
Olimpiyat Müzesi
İlk geldiğimde görmek isteyip göremediğim yerlerden biri de Olimpiyat Müzesi’ydi (Olimpijski muzej). Saraybosna’da 1984’te düzenlenen Kış Olimpiyatları’yla ilgili son derece kapsamlı bir müze oluşturulduğunu söyleyebilirim. Bu olimpiyatların hem şehir için hem de eski Yugoslavya için anlamı çok büyük, nitekim Yugoslavya’nın kendi imkanlarıyla böyle bir olimpiyata ev sahipliği yapabilmesi büyük bir gurur kaynağıymış. Şehrin her yerinde olimpiyatların hatırası yad ediliyor. Örneğin nehrin kenarını aydınlatan ışıklar olimpiyatların logosu ile şekillendirilmiş. Olimpiyatların maskotu Vučko’nun maketlerini her yerde görebiliyorsunuz, ayrıca hediyelik eşyalara da resmedilmiş. Müzeye dönersek, 1977’de olimpiyatların alınmasından başlayarak hazırlık süreçleri, açılış töreni ve müsabakalara dair birçok bilgi ve sporcuların eşyaları sergileniyor. Ayrıca olimpiyatlar için hazırlanan afişler, hatıra paraları, pullar, artık şehrin sembolü haline gelmiş maskot Vučko’ya dair bilgiler ve ayrıca 2019’da yapılan Avrupa Kış Gençlik Oyunları’na ayrılan küçük bir bölüm de bulunuyor. Olimpiyata dair yapılmış bir belgeselden öğrendiğime göre burası 1984’te de Olimpiyat Müzesi’ymiş, ancak içinde önceki olimpiyatlara dair eşyalar, afişler ve bilgiler bulunuyormuş. Günümüzde tamamen Saraybosna 84’e ait eşyalar yer alıyor.
Olimpiyat Müzesi’ne giriş 12 KM. Spor seven herkesin burayı da görmesini tavsiye ederim. Petrakijina Sokağında bulunuyor.
Ulusal Galeri
Bosna-Hersekli sanatçıların yaptığı önemli tabloların yer aldığı Ulusal Galeri, Saraybosna’nın önde gelen sanat müzelerinden biri. Çok büyük bir yer değil, yine de özellikle Sosyalist devre kadar ortaya çıkmış önemli eserleri burada görebilme imkanı bulacaksınız. Ayrıca müzenin ilk katlarında modern sanat sergileri ve ülkenin önde gelen grafik sanatçılarından Mirsad Konstantinović’in çizimlerini de görebilirsiniz. Müzeye giriş 5 KM.
Bosna-Hersek Tarih Müzesi
Bosna-Hersek’in özellikle yakın dönem tarihine odaklanan bu müze, savaşın ayrıntılı bir şekilde ele alındığı müzelerin başında geliyor. Müzenin ilk katında savaş göçmenlerine adanan bir bölüm ve özellikle Saraybosna’nın önemli yerlerinin savaştan önceki ve sonraki hallerinin fotoğraflarının olduğu yer ilgi çekiciydi. Ama asıl koleksiyon üst katta. Savaş yıllarındaki Saraybosna’yı, özellikle Sniper Alley denen keskin nişancıların sürekli ateş tehdidi altında tuttuğu caddelerdeki hayatı ayrıntılı şekilde anlatıyor. 7 yaşındaki Nermin Divović‘e ayrılan bölüm ise yürek burkan cinsten. O da sniper ateşiyle annesinin yanındayken öldürülmüştü ve Nermin’in üzerindeki kanlı kazak da müzede sergileniyor. Müzede ayrıca savaşı bitiren Dayton Anlaşması’na ayrılan bir bölüm de bulunuyor.
Alt kattaki Yugoslavya devrinde kadın temalı bölümü de, her ne kadar İngilizce açıklama olmasa da görebilirsiniz. Ayrıca girişteki küçük dükkanda Yugoslav dönemi afişleri ve çeşitli hatıra eşyaları satılıyor. Müzenin giriş ücreti 7 KM.
Buranın yanında Bosna Ulusal Müzesi de bulunuyor. Ben girmeyi tercih etmedim, nitekim burası siyasi tarihten ziyade doğal ve arkeolojik tarihe yönelik olduğu için. Ama Saraybosna’nın en önemli müzelerinden biri olduğu şüphesiz. Giriş ücreti 8 KM.
Wilson Yürüyüş Yolu ve Suada-Olga Köprüsü
Tarih Müzesi’nin arkasından çıktıktan sonra müzenin arka tarafına doğru gitmenizi tavsiye ederim. Müzenin hemen arkasında tankların, silahların bulunduğu bir oyun parkı var, enteresan bir tezat yaratılmış. Bir konserve kutu heykeli var, savaşta yollanmış yardım paketlerine referansla. Bunu da geçtikten sonra nehir kenarına iniyorsunuz. Nehrin kenarından geçen yol ise ağaçlarla çevrelenmiş, harika bir yürüyüş yolu. Amerikan Başkanı Wilson’dan adını alan Vilsonovo šetalište, Saraybosna halkının zaman geçirmeyi en sevdiği yerlerden biridir diye tahmin ediyorum. Tam bu amaçla tasarlanmış, insanlar yürüsün, nehrin kenarında otursunlar, zaman geçirsinler diye.
Wilson yolunun bittiği yerdeki köprü ise savaşın simgesi olmuş yerlerden bir tanesi. 5 Nisan 1992’de, yani savaş ve kuşatma resmen başlamamışken, ama çatışmalar sürerken on binlerce Saraybosnalı büyük bir yürüyüşle barış taleplerini dile getirmek istemişti. Farklı etnik gruplardan insanlar bu yürüyüşe katılmıştı. Ancak tam bu köprüden geçilirken kalabalığın üzerine çevredeki binalardaki keskin nişancılar ateş açmıştı. 24 yaşındaki Saraybosna Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Suada Dilberović‘le 34 yaşındaki Hırvat Olga Sučić hayatını kaybetmişti. Savaşın ilk kurbanları arasında yer alan bu ikilinin adı bu bahsettiği Vrbanja Köprüsü’ne verildi sonraki yıllarda. Hatta ilk başta sadece Suada’nın adı verildi, ama sonra Olga’nın ailesinin itirazlarıyla onun da adı eklendi. Şimdi köprünün üzerinde bu iki kişinin anısına bir levha var ve üzerinde şu cümleler yazıyor: “Bir damla kanım aktı ama Bosna kurumadı“.
Avaz Twist Tower
Saraybosna’da şehir manzarası görmek için genellikle Sarı ve Beyaz Tabya gibi yerlere gidildiğini söylemiştim. Ancak bu amaçla kullanılan bir de bina var. Bosna Hersek’in en çok satan gazetelerinden Dnevni Avaz‘ın merkez binası olan Avaz Kulesi’nden söz ediyorum. 175 metrelik yüksekliğiyle Saraybosna’nın en yüksek binası olmasının yanında dönüyormuş gibi hissettiren enteresan mimarisiyle açıldığı 2009’dan beri şehrin ziyaret edilebilecek bir başka yeri haline gelmiş. Bu binanın 36. katındaki manzara katından şehrin her tarafını görebilirsiniz. Tren Garının hemen yanındaki binayı zaten her yerden göreceğiniz için burayı bulmanız zor olmaz. Giriş ücreti de 2 KM imiş, gayet makul meraklısı için.
Bunlar haricinde Ferhadija Caddesi üzerindeki Hırvat Katolik Katedrali’ni (önündeki Papa 2. Jean Paul heykelinden tanıyabilirsiniz), Srebrenica Katliamı’na adanan müzeyi, Büyük Parkı (Veliki park), Ali Paşa Camisini, içinde enteresan enstalasyonlar ve paten-kaykay alanları bulunan Hastahana Park’ı da görebilirsiniz bu bölgede.
Merkezden uzaktaki yerler
Bu başlık altında daha çok şehir merkezinin kuzeyinde kalan birkaç yerden bahsedeceğim hızlıca. Çoğunluğu Alipašina Caddesi’nin etrafında Koševo bölgesinde ve 1984 Saraybosna Kış Olimpiyatlarıyla ilgili yerler listede başı çekiyor. Mesela olimpiyatların açılış törenine ev sahipliği yapan Olimpiyat Stadı var. Bu stadyum önceden de, şimdi de FK Sarajevo takımının maçlarını yaptığı yer. Olimpiyatlar için büyük ölçüde yenilenmiş ve açılış törenine ev sahipliği yapmış. Günümüzde Sarajevo’nun efsane futbolcusu Asim Ferhatović‘in adıyla anılıyor. Koševo Stadyumu adıyla da biliniyor. Burayı dışarıdan da olsa görebilmek isterdim, kısmet olmadı maalesef.
Bu stadın yanında eski IOC başkanı Juan Antonio Samaranch‘ın adının verildiği buz pateni ve başka amaçlarla kullanılan salon var. Olimpiyatların artistik patinaj müsabakaları ve kapanış töreni burada yapılmıştı, tesisin açılışını da Samaranch yapmış. Günümüzde hala kullanılmakta. Ancak ne gariptir ki bu olimpik alanın etrafındaki araziler de savaş yıllarında mezarlığa dönüştürülmek zorunda kalmış, tıpkı şehir merkezindeki diğer doğaçlama mezarlıklar gibi. Saraybosna’nın olimpiyat yıllarındaki gibi kalmadığının ve kalamayacağının en net göstergelerinden biri de bu olsa gerek.
Stadyumu geçtikten sonra karşınıza çıkacak bir yerden daha bahsetmek isterim ben gidememiş olsam da. Bare Mezarlığı, Moskova’nın Novodeviçi’si gibi bir mezarlık. Normal vatandaşların yanında şehrin sanat, siyaset, spor alanında ileri şahsiyetlerinin gömüldüğü bir yer. Burada mesela Saraybosna’dan çıkmış Yugoslavya’nın efsane rock grubu Indexi üyelerinden Davorin Popović ve Slobodan Kovačević ile Bosna’nın basketbolda yetiştirdiği en büyük efsane Mirza Delibašić‘in mezarları bulunuyor. Bu çok iyi 3 arkadaşın mezarları yan yana. Her dinin ayrı bölümü olan mezarlıkta, ateistler için de bir bölüm bulunuyormuş. Saraybosna’nın Yugoslav kalmış yerlerinden biri olduğunu düşünüyorum.
Diğeri ise daha Sırp bir yer. Yukarıda bahsettiğim 1. Dünya Savaşı hikayesinin baş kahramanı olan Gavrilo Princip ve suikast planını birlikte yaptığı dava arkadaşlarının mezarlarının yer aldığı Vidovdan Kahramanlar Şapeli (Kapela Vidovdanskih heroja), anladığım kadarıyla Sırplar için oldukça önemli bir yer, nitekim Princip Sırp milliyetçileri tarafından fazlasıyla sahipleniliyor. Bosna genelini düşündüğümüzde Princip hala tartışmalı bir figür olmayı sürdürüyor.
Merkezin dışındaki yerler
Vrelo Bosne
Saraybosna’nın batısında yer alan Ilidža ya da Ilıca, şehri çevreleyen Bosna Nehri’nin doğum yerine yakın, arkasında dağların yer aldığı bir dış mahalle. Benim şehirde gittiğim iki uzak yere ulaşmak için buraya gitmek gerekiyor. Öncelikle buraya ulaşım için merkezden yaklaşık yarım saat boyunca tangır tangır, resmen acı çekerek giden 3 numaralı tramvaya binilebileceğini belirteyim. Bilet, eğer şoförden alırsanız 1.80, büfelerden alırsanız 1.60 KM.
Buradan geçerek gidebileceğiniz bir diğer görülebilir yer ise Bosna Nehri’nin doğduğu yer olan Vrelo Bosne. Tabii burası net bir şekilde şehir dışında, ama yol ayrımına kadar gelen şehirlerarası otobüsler var ve oradan yaklaşık 2 kilometre gibi bir mesafe yürümek yeterli. Benim gibi tamamını yürümeye kalkarsanız Ilidža tramvay durağından tahminen 10 kilometre gibi bir mesafeye tekabül ediyor. Sanırım taksi ya da kiralık araba en iyi yol olabilir. Burası da yemyeşil, her taraftan fışkıran suların deli gibi aktığı, insanların aileleriyle zaman geçirdiği bir mesire yeri havasındaydı. Doğal güzellik olarak Saraybosna çevresinin en güzel yeri bence, ama bu kadar zahmete değer mi sorusunu kendinize bir sorun gitmeden. Zamanınız kısıtlıysa gitmeye uğraşmayın bence. Girişte 2 KM gibi bir ücret alındığını da belirteyim.
Umut Tüneli (Tunnel of Hope)
Savaş yıllarında şehir tamamen Sırp güçlerinin ablukası altında kaldığı için şehrin iç mahalleleriyle dış mahalleleri arasında fiziki iletişim kesilmiş. BM kontrolündeki Saraybosna Havaalanının hariç Saraybosna şehri tamamen kuşatılmış. Oradan da geçmek tabii ki keskin nişancı ateşinde ölümü göze almak anlamına geliyormuş. İçeride doğal olarak ciddi bir yakacak, erzak ve silah sıkıntısı olunca bir bağlantı kurmak gerekmiş. Bir süre aradaki havaalanı pistinde koşarak birşeyler ulaştırmışlar, ama BM kararıyla pist üzerinden geçiş yasaklanınca tünel kazmayı akıl etmişler. Bugün Umut Tüneli (War Tunnel) adıyla bilinen yaklaşık 1 kilometrelik tüneli kazma fikri böyle doğmuş. İçteki Dobrinja ile dıştaki Butmir mahallelerindeki iki evin altından başlayıp havaalanının altından geçen tünele ray döşenmiş ve hayati önem taşıyan materyaller bu şekilde şehre girebilmiş. Eldeki imkanlar dahilinde bence müthiş bir iş başarılmış. Şimdi de Butmir tarafındaki girişten yaklaşık 20 metrelik bir kısım sembolik olarak ziyarete açık, bu da tamamen ev sahibi Kolar ailesinin savaştan sonra bile tünele gözü gibi bakması sayesinde olmuş.
Tünelin beni etkileyen taraflarından biri şu, dıştaki Butmir’de nispeten daha çok imkan bulunması nedeniyle, o tarafta tüneli ayakta tutması için kereste kullanılmış, merkezdeki Dobrinja’da ise müthiş bir yakacak sıkıntısı yaşandığından, insanlar ısınmak için odunu bırakın, evlerindeki mobilyaları yakmak zorunda kaldığından diğer yarısı metal parçalarla yapılmış. Tam havaalanının arkasındaki müzeye gitmesi biraz dertli yalnız, tramvayla gelinebilen Ilidža’dan yaklaşık 4 kilometre mesafede ve kapısına kadar giden bir toplu taşıma aracı yok. Ben yine yürüdüm ama orada gördüğüm Türkler genelde taksiyle gelmişti. Giriş 10 KM.
Nehrin güneyindeki diğer yerler ve savaşın izleri
Nehrin karşı (güney) tarafında turist haritalarına göre çok fazla görülecek yer yok. Hünkar Camii ve Trebević gibi Başçarşı’ya yakın birkaç tanesinden bahsettim. Bunlar haricinde Aşkenaz Sinagogu ve Yahudi mezarlığı gibi yerler var mesela. Veya az daha uzakta Vraca Partizan Anıtmezar kompleksi yine, Yugoslav tarihine ilişkin ilgisi olanların görebileceği bir yer olarak dikkat çekiyor. Gerçekten de sayısal olarak burada çok fazla turistik bir değer olduğu düşünülemez. Yine de şehrin benim için en etkileyici tarafları buralarıydı.
Nedeni, şehrin her tarafına dağılmış, parklarda çocukların oynadığı yeşilliklerde bile yerini bulmuş küçük mezarlıkların, güneydeki tepeleri adeta işgal ettiğini görmemdi. Ama işgal derken gerçekten işgal, bizde olsa muhtemelen süper lüks müstakil villalarla dolup taşacak tepeler tamamen mezarların beyazıyla, iyice azıp mezarların boyunu aşmış yemyeşil otlarla yeşil beyaz bir deniz gibiydi.
Saraybosna, Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde en çok zararı görmüş büyük şehir olabilir. 3 yıl kuşatmada ve ağır bombardıman altında kalmak nasıl mahvetmiş şehri, hala şehirde dolaşırken izlerini görüyorsunuz. Yıkık dökük terkedilmiş kurşun delikli binalar, Beyrut kadar sık olmasa da karşınıza çıkıyor. Yerlerde bomba, havan mermisi veya şarapnellerin açtığı çukurlar kırmızıya boyanmış, adı ‘Saraybosna gülü’ olmuş. Şehrin farklı yerlerinde etrafı çevrilmiş ‘gülleri’ görürseniz aklınızda bulunsun. Bunlar şehrin kendisinde görülebilen hasarlar. Ama insan kaybının boyutlarını anlamak için tepelere çıkmak gerekiyormuş. Tepelerde beyaz mermer mezarlar adeta okyanus olmuş da şehir merkezine akacak gibi. Bir baş, bir de ayak kısmında yükselen iki obelisk benzeri -ama tam obelisk pek yok- taştan oluşan sade tasarımlara sahip yüzlerce, binlerce mezarın üzerindeki ölüm tarihleri hep 1992, 1993 ve 1994.
Tepeleri kaplayan büyük mezarlıkların dışında cami bahçelerinden de bahsetmek gerek. Her mahallede küçük ahşap camilerden var. Bunların da arka taraflarında küçük mezarlıklar oluşmuş zaman içinde. Birkaç yüzyıllık gibi görünen sarıkların yanında bu yeni mezarların mermerleri biraz eğreti duruyor, ama tahminen savaş sırasında mezarlığa götürme fırsatı olmadığı için oralara gömmek zorunda kaldılar ölülerini, tıpkı Budapeşte gettosundaki Yahudiler’in yaptığı gibi. Böyle olunca da şehir bugün yaşayanlarla savaşta ölenlerin bir arada durduğu acayip duygu yüklü bir kimliğe bürünmüş ki modern şehirlerde mezarlıklar daha kesin çizgilerle ayrılır, adeta yaşayanlardan izole edilir. Saraybosna hiç böyle bir yer değil, bu yüzden dolaşırken savaşı ve yaşanan acıları düşünmemek imkansız hale geliyor.
Buralara gelmişken Mostar’a da bir günlüğüne uğramadan olmaz diye düşünüyorum. 2-3 saat sürecek bu yolculuğa kesinlikle değer. Neretva Nehri boyunca giden yolda hiç bitmeyen ormanların içinden geçiyorsunuz, manzara olağanüstü. Mostar da zaten başlı başına müthiş bir yer. Bu ayrıntıları Mostar‘la ilgili yazımda daha ayrıntılı bir şekilde anlatmaya çalıştım.
Bosna’da Harcamalar ve Para Birimi
Yazıyı bitirmeden şöyle bir uyarı yapayım, Bosna’da alışveriş yaptığım, yemek yiyip birşeyler içtiğim yerlerin büyük kısmında kredi kartı yoktu. Sırf nakit çalışıyorlar, bazı yerler Euro olarak da alabiliyor.
Döviz büroları TL bozuyor, her türlü komisyon alıyorlar. Bu arada Konvertibl Mark’ın (resmi kısaltması BAM, ama insanlar KM şeklinde yazmayı tercih ediyor) olayından da biraz bahsedeyim. Daha önce gittiğim ülkelerden tıpkı Lübnan’da olduğu gibi (Amerikan Doları’na sabit) Bosna Hersek’te de para birimi sabit bir oranla Euro’ya bağlı. Almanya’nın Mark’tan Euro’ya geçtiği gün Alman Markı’nın Euro karşısındaki değeri olan yaklaşık 1 € = 1.95 DM ölçüsü, aynı şekilde Bosna’nın para birimi olarak kabul edilmiş. Yani Euro bozdururken her yer aynı hesabı çıkarıyor, ama komisyon olayı var azıcık.
Genel olarak ucuz denilebilecek bir yer olduğunu söyleyebilirim buranın. İnanılmaz ucuz değil ama ucuz, Türkiye’yle birebir bakıldığında ulaşım biraz daha pahalı gibi ama yeme içme, kalma vs. az çok aynı yere geliyor.
Saraybosna’da gezerken Türklerle karşılaşmak
Bir anormallik yok, hatta başınıza sık sık gelecek. Özellikle Başçarşı civarında adım başı Türkçe konuşan birileriyle karşılaşacaksınız. Zaten Başçarşı civarındaki dükkanların tabelalarında Türkçe yazılar görürsünüz. İnsanı Türkiye’den çok da uzaklaşmış hissettirmiyor bütün bunlar. Açıkçası hiç yurtdışına çıkmamış, gitmek isteyen ama çekinenlere ilk tercih olarak hiç düşünmeden Saraybosna’yı söylememin nedeni de bu ortam.
Zaten Saraybosna’nın en çok turist aldığı ülke Türkiye olabilir. Malum tarihsel bağlar, vize muafiyeti, coğrafi yakınlık gibi nedenler bunun sebebi elbette. Saraybosna Havaalanına en çok inen turistlerin başında Türkiye’den gelenlerin olması boşuna değil.
Elbette Saraybosna’daki Boşnaklar da bu duruma alışkın, hatta gelenlerle anlaşacak kadar Türkçe de biliyor büyük kısmı. Türkiye hakkında da çok bilgileri var doğal olarak. Hatta bir hediyelik eşya dükkanına girip Türkiye’den geldiğimi söylediğimde bana İstanbul’dan mı, Ankara’dan mı, yoksa Bursa’dan mı geldiğimi sormuşlardı. Dediğim gibi bunda şaşılacak birşey yok.
Saraybosna’da yeme içme
Yukarıda da çeşitli seferler belirttiğim gibi Saraybosna’nın tarihi şehir merkezinin Anadolu’daki herhangi bir kentten hiçbir farkı yok. O yüzden yemekler de Türkiye’deki yemeklere son derece benziyor. Helal yemek gibi bir endişeniz varsa hiç dert etmeyin. Lokantalarda köfte ve çeşitlerini rahatça bulabilirsiniz. Köfte olarak da bizim bildiğimiz İnegöl köftesine benzeyen köfteler, köftecilerde (ćevabdžinica) satılıyor. Ben açıkçası pljeskavica denen hamburger köftesini andıran cinsine hayranım. Birçok köfteci var eski şehirde. Gobit ekmeğine benzeyen, bildiğimiz somun diye bilinen ekmekle ve soğanla servis edilen bu köfteleri muhakkak denersiniz zaten. Yanında yoğurt veya ayran da söyleyin. Yalnız burada yoğurtlar daha çok ayran gibi bardakta gelebilir aklınızda olsun. Köfteci olarak da seçenek gayet bol, ben bir Željezničar takımı taraftarının sahibi olduğunu tahmin ettiğim Ćevabdžinica Željo‘yu tavsiye ederim. Başçarşı içinde tam 3 dükkanları var, birinde mutlaka yer bulursunuz. bunun haricinde girişindeki Galatasaray bayrağıyla hemen tanıyacağınız Ćevabdžinica Galatasaray‘ı da anayım. Türkiye’nin ilk yabancı gol kralı olmuş eski Galatasaraylı forvet Tarik Hodžić‘in açtığı bu restoran da özellikle Türkiye’den gelen ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Bir de Ćevabdžinica Bosna‘yı da anmak isterim ki burası Bosna-Hersek’in en başarılı basketbol takımı KK Bosna’ya adanmış bir restoran. Bu manzara Bosna için sporun ne kadar önemli olduğunun bir kanıtı olarak alınabilir diye düşünüyorum.
Bunun dışında sabahları börekçilere uğramanızı tavsiye edeceğim. Bizim Boşnak Böreği olarak bildiğimiz börekler, kıymalı, patatesli, ıspanaklı çeşitleriyle buregdžinica adlı dükkanlarda satılıyor.
Bizdeki Türk kahvesine benzer bir Boşnak kahvesi de Başçarşı’daki kahvecilerde satılıyor. Yanında suyu ve lokumuyla birlikte gezinizin ortasında bir kahve içip soluklanabilirsiniz. Kendine özgü kahve takımını da tüm hediyelik eşyacılardan alabilmeniz mümkün.
Tesadüf eseri benim iki Bosna ziyaretim de Ramazan ayına denk geldi. Ramazan boyunca buradaki çeşitli restoranlarda 35-40 KM civarında ücretler karşılığında iftar menüleri çıkarıldığını gördüm, bu notu da düşeyim.
Saraybosna’da daha Avrupai tarzda mekanlar da mevcut. Başçarşı’nın dışına çıkıp Ferhadija Caddesi üzerinden batıya doğru yürürseniz çok sayıda bar ve farklı tipte restoran bulursunuz. AVM’lerde de bizdeki food court’ların tıpkısının aynısı çok çeşitli yeme içme yerleri bulabilirsiniz. Saraybosna birası içmek niyetindeyseniz yukarıda da andığım Pivnica HS Sarajevo‘yu yeniden anmış olayım.
İletişim
Bu yazıyla ve diğer yazılarımla ilgili her türlü sorunuzu, yazıların altına yorum yaparak bana iletebilirsiniz.