İsveç,  Ülkeler

Malmö – Gezilebilecek Yerler

Son güncelleme tarihi: 6 Ekim 2019

İsveç’e gelmeden önce Stockholm ve Uppsala haricinde tek bir şehre gidecek kadar zamanım olduğunu hesaplamıştım. İsveç’in en büyük 2. şehri Göteborg’a veya 3. büyüğü Malmö’ye gidecektim. Göteborg her ne kadar turistik açıdan biraz daha zengin bir yer olsa da tercihimi bu sefer sükunetten yana kullandım ve Malmö’ye tren bileti aldım (Normalde gün içinde daha hızlı trenlerle Stockholm’den 3-4 saatte gidilebiliyor, ancak trende gecelemek isteyenler için gece trenleri var ve fiyatı tek yön 300 kron civarı, 105 TL)

Malmö İsveç’in güneybatı ucunda bir kent, 2000 yılında açılan 10 kilometrelik Öresund Köprüsü sayesinde Kopenhag’a ve dolayısıyla kıta Avrupasına kara geçişi var. Yaklaşık 500 yıl öncesine dek Malmö, Danimarka Krallığı’nın bir şehriymiş. Sonra bütün Skane bölgesi gibi İsveç Krallığı’nın eline geçmiş. Girdiğim müzedeki anlatımlara göre bu geçiş halk açısından büyük farklar yaratmamış. Zaten kendi işinde gücünde olan halk açısından sadece kral değişmiş, ama günlük hayatları pek değişmemiş. Dili daha öncekine yakın, dini aynı yeni bir kral, onları etkilememiş. Ancak bu elbette İsveç bakış açısı, bir de Danimarka tarafından yorumları dinlemek lazım.

Şehrin merkezinde çeşitli meydanlar ve meydanların etrafında mekanlar, dükkanlar bulunuyor. Gustav Adolfs torg biraz daha ulaşımın merkezi gibi, ayrıca ortasında bir mezarlık-park bulunuyor. Canlılık açısından ise küçük ama tamamen mekanlarla sarılmış durumda bulunan Lilla Torg’u anmak lazım. Pahalı ama kalabalık mekanlarından birine uğrayabilirsiniz belki.

Lilla Torg, Malmö
Şehrin kaliteli mekanlarının bulunduğu Lilla Torg

Meydan demişken Möllevangstorget’i söylemeden olmaz tabii. Malmö İsveç’in en çok göç almış şehirlerinin başında geliyor. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok Ortadoğu ve Balkan ülkesinden, ayrıca Tayland gibi uzak Asya ülkelerinden insanlar buraya gelip yerleşmiş (Burada tüm şehrin gurur kaynağı Zlatan Ibrahimovic’i de anmadan geçmeyelim). Bu bölge göçmenlerin mekanlarının yoğun olduğu, dolayısıyla daha makul fiyatlara yiyip içebileceğiniz, İsveç’in olanca pahalılığını nispeten az hissedeceğiniz bir yer. Buraya yakın bir yerde bulunan Folketspark da, hem göçmenlerin, hem de ‘has’ Malmölü’lerin tercih ettiği bir park olarak aklımda kaldı.

Müze anlamında çok seçenek barındırmıyor Malmö. Modern Sanat Müzesi (Moderna museet) ben gittiğimde tek bir sergiye evsahipliği yapıyordu. Şehrin asıl büyük müzeleri hafif batıda kalıyor. Teknoloji, Denizcilik ve Şehir Müzesi gerçekten hoş bir müzeydi. Malmö şehrinin özellikle son 100 yıllık tarihini, şehrin sıradan sakinlerinin günlük yaşamlarında hangi aşamalardan geçtiğini, nelerden hoşlandığını anlatan, bunları da teknolojik gelişmelerin hayatlarındaki etkisiyle beraber gösteren bir kısım bulunuyor örneğin. Diğer tarafta ise küçük bir araba müzesi ve teknoloji müzesi var. İsveç’in dünyaya armağan ettiği teknolojik gelişmeler ve icatlardan bahsediliyor (örneğin Tetra Pak süt kutusu, Bluetooth vs) Bu iki bölümün arasındaki boşlukta ise 1943 model İsveç yapımı bir denizaltının içine girerek kendi çapınızda bir “Das Boot” heyecanı yaşayabilirsiniz, nitekim denizaltının içi 70 yıl önceki gibi duruyor.

Bu müzenin biletiyle birlikte girebileceğiniz diğer yer, şehrin kalesi, yani Malmöhus Slott. Danlar tarafından yapılmış bu kalede bugün sergiler ve bir akvaryum-hayvanat bahçesi bulunuyor. Ayrıca Malmö’nün siyasi tarihine ilişkin birçok bilgi edinebiliyorsunuz. İsveçlilerin bu arada kendi tarihleriyle ilgili olabildiğince objektif olduklarını söyleyebilirim, gördüğüm birçok ülkeden bu anlamda ayrılıyorlar (yukarıda dediğim gibi bu konuda Danlar’ın da fikrini sormak gerek. Kazananların objektif olması kolay). Akvaryumda çeşitli balıklar ve su canlıları bulunuyor, ayrıca kara hayvanı olarak da çeşitli yılan ve sürüngen türlerine ev sahipliği yapıyor. Bunlar haricinde bölgede yaşamış-yaşayan hayvanların içi doldurulmuş cesetleri de sergileniyor. Zaten müze kısmının girişinde doldurulmuş bir zürafa bulunuyor. Ayrıca kalenin etrafındaki Slottstradgarden ve onunla birleşerek şehrin merkezine uzanan Kungsparken, alabildiğine geniş, yeşilliği bol, güzel parklar. Buralarda dinlenip zaman geçirebilirsiniz.

Öresund Köprüsü, Malmö
Öresund Köprüsü, Kopenhag ile Malmö’yü bağlıyor.

Şehir merkezinin güneybatısında kalan Öresund Köprüsü’nü de bence görmek lazım. Yürüyerek gidilebileceği gibi otobüs de tercih edilebilir. Yukarıda belirttiğim gibi bu köprü, İsveç ile Danimarka’yı, yani aslında İsveç’le Avrupa’yı bağlıyor. Hem kara, hem de demir yolu barındıran köprü, gerçekten büyük bir mühendislik harikası ve İsveç açısından değeri de aynı şekilde çok fazla. Köprünün yakınlarındaki sahil şeridi boyunca büyük bir park var (Ribersborgsstranden), orada güneşlenen ve Eylül ayı olmasına rağmen denize giren insanları görebilmek mümkün. Uzaktan bakıldığında alt tarafı bir köprü olsa da Malmö’de çok görülesi yer olmadığından gidilebilir. Veya İsveç-Danimarka ortak yapımı Bron (Köprü) dizisinin hayranıysanız ve diziye adını veren köprüyü merak ediyorsanız gitmeyi düşünebilirsiniz.

Malmö’nün turistik açıdan vaat ettiği fazla birşey olmadığını söylemiştim, sırf bu nedenle köprü ve Turning Torso gibi yeni mimari ürünlerini görmek durumunda kalabiliyorsunuz. Ama kabul edeyim, şehrin batısında bulunan Turning Torso enteresan bir yapı. 2005’te İspanyol mimar Santiago Calatrava tarafından tasarlanmış 190 metrelik bu bina, en altından ucuna doğru 90 derece dönecek şekilde yapılmış. Bakıp kendiniz de görebiliyorsunuz zaten. İşin ilginci bu binanın birkaç katı hariç kalan bölümü normal insanların yaşadığı konutlardan oluşuyor, ev kiraları ne kadar onu bilemiyorum artık.

Turning Torso, Malmö
Turning Torso 90 derece dönecek şekilde tasarlanmış.

Bu şehirde en hoşuma giden yerlerin başında Katrinetorp var aslında. Yine şehrin güneyinde bulunan bu yeşillik bölgeye sadece haftasonu otobüs gidiyor. Zaten burası haftasonu kahvaltıya giden biz beyaz yakalıların tercih ettiği yerlere benziyor. Bahçeler ve küçük bir orman içinde yer alan restoranda yemeğe gelmiş kalabalık gruplar vardı. Ama bizzat bu yerden ziyade oraya giden zorlu yol benim için burayı unutulmaz yaptı. İsveç’te anladığım kadarıyla yol kuralları çok katı. Arabaların, bisikletlerin ve yayaların takip etmesi gereken yollar belli. Katrinetorp’a gidene kadar birkaç defa yolu kaybettim ve sonunda yayaların girmesinin yasak olduğu çevre yolu kenarlarından yürümek zorunda kaldım. Türkiye’de olsa çok daha hızlı giden arabalardan bile korkmadan girdiğim yollarda, sırf kurallar beni tedirgin etmeye yetti. Ama bölgeye ulaştıktan sonra sık ormanların içindeki patikalardan  yürümek, küçük bir gölün etrafını dolanmak ve sonunda bahsettiğim yere oturarak soğuk birşeyler içmek hakikaten tüm yorgunluğuma değecek türdendi. Buraya yürüyerek giderken şehrin dış mahallelerinden geçtim. Bizdeki gibi aşırı zenginler kadar sıradan göçmenlerin de yaşadığını tahmin ettiğim bu bölgelerde yüksek katlı evler yerine tek katlı ve bahçeli evlere rastlamak açıkçası şaşırtıcıydı. İsveç’te kentleşmenin çok planlı yapıldığını, çok katlı binalara pek izin verilmediğini biliyordum. Şehir Müzesi’nde de şehre yeni gelenler için bu projelerin çok dikkatli yapıldığını okumuştum. Gerçekten şehrin içi kadar dışında da çirkin binalara izin verilmediğini görmek şaşırtıcı ve öğretici bir deneyim oldu.

Malmö’de bir metro hattı yok, zaten pek gerek de yok. Tek binişi 22 kronluk otobüslere binip şehrin her tarafına ulaşabilmeniz mümkün, tren istasyonunun batı çıkışının hemen karşısında bulunan “tourist information”da şehir haritasıyla beraber otobüs hatları haritasını da alabilirsiniz. Sadece akılda tutulması gereken bir konu, otobüs biletleri şehirde az yerde bulunuyor, tren istasyonunda örneğin. Bu nedenle uzak bir yere gidecekseniz dönüş için de yanınızda bilet bulundurun.

Ben Eylül’de gittim Malmö’ye, ancak Ağustos ayında gerçekleşen festivali (Malmöfestivalen) herkes çok methediyor. Belki de gitmek için festival zamanını seçmek daha doğru olurdu. Her ne kadar turistik malzemesi çok olmasa da, daha küçük bir alanda Stockholm’den daha kozmopolit bir toplum kesiti sunması bakımından Malmö, zamanınız varsa İsveç’te görülebilecek alternatiflerden biri olarak göze çarpıyor. Daha fazla zamanım olsaydı Kopenhag’a gitmeyi tercih ederdim sanırım, o da başka zamana kaldı artık.

Slottstradgarden, Malmö
Kalenin etrafındaki Slottstradgarden parkı.

Dürüst olmak gerekirse Malmö, İsveç’e gittiğinizde özel olarak gitmek için çaba göstermeniz gereken öncelikli yerlerden biri olmayabilir, özellikle Stockholm’ün zenginliği ve İsveç’in diğer doğal güzelliklerini de düşünecek olursak… Ancak Kopenhag’a gittiyseniz veya İsveç’in kuzeyine gitmeyecekseniz 2 günlüğüne zaman geçirebileceğiniz bir yer olarak not edebilirim.

İletişim

Bu yazıyla ilgili sorularınızı, yazıya yorum yaparak bana iletebilirsiniz. Ancak sizden ricam, önceki yorumları da okumanız, belki de aynı soru önceden sorulmuştur.

Özetle söylemek gerekirse, gezmeye meraklı bir beyaz yakalıyım. Üniversiteyi bitirene kadar hiç yurt dışına çıkmadıysam da, sonrasında elimdeki imkanları olabildiğince kullanmaya çalışarak 40'tan fazla ülkeye gittim. Ülkeleri sokaklarında yürüyerek, bütün müzelere ve tarihi yerlere gitmeye çalışarak, az konuşarak, az yiyip içerek, çok yürüyerek, erken kalkıp erken yatarak gezmeyi severim.

Bir yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir