Gezi,  Norveç,  Ülkeler

Norveç’in Başkenti Oslo’da Gezilecek Yerler

Son güncelleme tarihi: 7 Ocak 2020

İskandinavya ülkeleri olarak bilinen ‘refah’ ülkelerine yaptığım gezilerden Norveç’in başkenti Oslo’ya yaptığım, aklımda en çok yer edenlerden biri oldu. Çünkü Oslo aşırı pahalı olmasının yanında turistik yerleriyle ve şehrin çevresinden çok ayrılamasam da muhteşem doğasıyla beni etkiledi. Bir sonraki gelişim olursa, tahmin edilenden çok daha büyük Norveç coğrafyasını daha fazla keşfetmek isterim, ama Oslo da gayet tatmin ediciydi.

20. yüzyılın başlarına dek Danimarka Krallığının bir parçası olan Norveç, ilginç bir bağımsızlık öyküsüne sahip bence. Danimarka’dan ayrılıp kendi ayakları üzerinde durma kararı alındığında yeni ülkenin ilk kralı olması için kraliyet tecrübesi olan birini seçmeyi düşünmüşler ve bağımsızlıklarını daha yeni aldıkları Danimarka’dan bir kral ithal etmişler. 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi işgaline diğer İskandinav ülkelerinden daha geniş ölçekte maruz kalmışlar, bu nedenle kral başta olmak üzere hanedan üyelerinin büyük kısmı İngiltere’ye sığınmış, savaştan sonra ancak ülkelerine dönmüşler.

Bugün Norveç birçok ülkeden gelip yerleşmiş göçmenleriyle paylaşıyor büyük refahını. Aşırı pahalı bir ülke olsa da kesinlikle görülmeye değer bir yer olduğuna rahatlıkla ikna olacağınız kadar bol turistik yerleri barındıran Oslo’da geçirdiğim 4 günde karşılaştıklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Oslo’ya Nasıl Gidilir?

Norveç Avrupa Birliği’nde olmayan, ancak Schengen Bölgesi’nde bulunan bir ülke. Bu nedenle hem bir Schengen vizesiyle, hem de Schengen hükmünde olan Norveç vizesiyle Oslo’ya giriş yapabilirsiniz.

Türkiye’den Oslo’ya düzenli olarak uçan THY ve Pegasus Havayolları var. Avrupa’nın başka bir şehrinden gelmek isterseniz de Norveç’in ünlü low-cost şirketi Norwegian Air Shuttle ile ucuza uçak bileti arayabilirsiniz.

Oslo Gardermoen Havaalanı şehir merkezine 35 kilometre kadar uzaklıkta, buraya Flybussen otobüsleriyle şehir merkezine ulaşım sağlanabiliyor. Otobüse binerken şoförden bilet alabileceğiniz gibi, internetten, Flybussen’in sitesinden de bilet alabiliyorsunuz. İnternetten biraz daha ucuz biletler. Merkeze tek yön 189 Norveç Kronu, gidiş dönüş alınca tek yönde 134,5 Norveç Kronuna düşüyor.

Oslo’da Gezilecek Yerler

Munch Müzesi

Norveç’in sanat tarihinin pek zengin olduğu söylenemez, ancak tüm dünyaca tanınmış üstatları da yok değil. Belki Norveç sanatı denince akla gelen ilk isim oyun yazarı Henrik Ibsen olur, ancak ressam Edvard Munch da ondan hiç geri kalmaz. Oslo’daki Munchmuseet, şehrin şüphesiz en çok ziyaretçi çeken turist noktalarının başında bılunuyor. Özellikle resime ilginiz varsa bunun boşuna olmadığını söylediğimde bana inanacağınızı düşünüyorum.

Edvard Munch, 19. Yüzyıl sonlarından itibaren Dışavurumcu (Ekspresyonist) akımın en önde gelen temsilcilerinden biri olmuş. 1944’te Alman işgali altındaki Oslo’da öldüğünde, mirası uyarınca sayısı onbinleri bulan parçadan oluşan tüm eşyalarını Oslo şehrine kalmış. Munch’ın atolye olarak da kullandığı evinden çıkan her şey titizlikle kaydedilip sınıflandırıldıktan sonra, müze açılmış. Açıkçası şu an sergilenen kadar, sergilenmeyen de çok şey var, bu nedenle müze 2020’de yeni ve çok daha geniş yerine taşınacak.

Munch’ın en ünlü eseri Çığlık’ın sol alt tarafındaki solmuş kısım, 2 yıllık kaçak hayatının en net izlerinden biri

Müze, genel olarak Munch’ın hayatının son demlerini anlatan hatıralarla (örneğin ölüm maskı ve orijinal vasiyeti) başlıyor, sonra müzenin tarihçesini anlatan bölümler geliyor. 1963’te açılan müzeye bir zamanlar Ivan adında bir Rottweiler bekçilik etmiş, 1990’larda Japon finansmanı sayesinde müze kapanmaktan kurtulmuş ve tabii ki başından birçok soygun olayı geçmiş. Bu soygunlar, Munch’ın en bilinen eserlerini de vurmuş. “Vampir” örneğin, oldukça etkileyici bulduğum bu tablo, 1988’de çalınıp birkaç ay sonra bulunmuş. Munch’ın en bilinen tablosu Çığlık, 1994’te çalınıp geri getirildikten sonra, 2004’te bu kez Madonna ile birlikte tekrar çalınmış ve tam 2 yıl bulunamamış. Ciddi hasarlarla dönen bu iki tablo, şu anda müzenin en kalabalık salonunda, başlarında sürekli bekleyen bir güvenlik görevlisiyle birlikte sergileniyor. Bu hırsızlık ve resimlerin tekrar bulunmasına dair çok sayıda belge, kırık çerçeveler vs. de müzede sergileniyor. Munch’ın ününe katkı yapmış neredeyse bütün tabloları bu müzede görebileceksiniz, bu nedenle sanata ilgi duyanların mutlaka görmesi gerektiğini düşünüyorum.

Şu anki Munch Müzesi yürüyerek şehir merkezinin 15-20 dakika kadar uzağında, Doğal Tarih Müzesi’nin yanında. Metroyla gitmek isterseniz Tøyen durağında inmeniz gerekiyor. Giriş ücreti 100 NOK, Oslo Card’a ücretsiz. Oslo’nun en popüler müzesi olduğunu söylemek yanlış olmaz, nitekim buranın kapısındaki gibi kuyruğu şehirdeki başka bir yerde görmedim desem yeridir. Girişte havaalanı güvenliği gibi bir kontrolden geçtiğinizi, çakmak, tükenmez kalem gibi metal eşyaların bile emanete bırakıldığını, çantalarınızı kilitli dolaplara bırakmanın zorunlu olduğunu belirteyim. “Çığlık”ın başına gelenler pişmiş tavuğun başına bile gelmediğinden birilerinin ateşe vermesinden vs. korkuyorlar sanırım.

Holmenkollen

Norveç denince birçok sporseverin aklına, ülkenin kış sporlarında ne kadar büyük bir ekol olduğu gerçeği muhakkak düşecektir. Benim gibi zamanında çok Eurosport seyretmiş kişiler, Ole Einar Bjørndalen ismini muhakkak bilir. Biatlon, kayakla atlama ve diğer kış sporlarında gerçek bir ekol olan Norveç’in başkenti Oslo’nun biraz kuzeybatısında, dünyanın ilk kayakla atlama platformlarından biri olarak bilinen Holmenkollen bulunuyor, burada da kuleyle birlikte gayet keyifli bir müze yer alıyor.

Müzede Norveç’in ünlü kaşifleri Fridtjof Nansen ve Roald Amundsen’in keşif gezilerinden eşyalar sergileniyor. Zorlu kış koşullarında gerçekleştirilen ve insanlık tarihine geçen bu başarılar, bir anlamda Norveç’in kış sporlarında neden çok büyük bir ülke olduğunun açıklanmasına yarayabilir. Çünkü 20. yüzyılın başlarından itibaren, derme çatma araç gereçlerle kralından sade vatandaşına herkes kış sporlarıyla haşır neşir bir şekilde büyümüş denebilir, bu müzede bunu görmek mümkün. Müzede kayakla atlama sporcularının aşağı doğru kayarlarken maruz kaldıkları rüzgarın simüle edildiği kısım çok çok ilginçti, nitekim ağzım yüzüm yamuldu desem yeridir o rüzgarda. Ayrıca 1994 Lillehammer Kış Olimpiyatları’na ait eşya ve hatıralar da müzede sergilenmekte.

Yaklaşık 2-3 dakika süren bir asansör yolculuğunun ardından atlama kulesinin üstündeki platform çıkılıyor. Zeminin 60, deniz seviyesinin ise 420 metre yukarısında, bir yanı Oslo’ya, diğer yanı yemyeşil dağlara bakan muhteşem kulede hem büyük keyif ve tatmin duygusunu yaşadım, hem de müthiş rüzgar ve yükseklikten ötürü azıcık ürktüm. Kayakla atlama sporcularının çıkışa başladığı noktayı kendi gözlerimle gördüm ve bunun bayağı cesaret isteyen bir spor olduğuna kanaat getirdim. Ama Oslo’da iyi ki gelmişim dedirten bir numaralı yer Holmenkollen oldu desem kesinlikle abartmış olmam.

Kar yokken Holmenkollen atlama kulesinin iniş bölümü böyle, kar varken çok daha farklı gözüktüğüne eminim

Holmenkollen’in bulunduğu mahalle, kanımca Oslo’nun en sakin, en yaşanılası muhitlerinden biridir. Trenle gelirken düz gittiğimizi hatırlamıyorum zaten, sürekli bir yükseliş vardı. Burada bütün Oslo’ya yukarıdan bakan manzaralı müstakil evler var, fiyatlatını hayal bile edemiyorum. Atlama kulesine metro durağından yürürken olanca zenginlik ve huzurun orta yerinden geçtiğinizi aklınızda tutun. Buraya gelmek için 1 numaralı metro hattının Holmenkollen durağında inebilirsiniz.

Nobel Barış Ödülü Müzesi (Nobel Peace Center)

Bildiğiniz gibi Nobel Ödülleri İsveç’te bulunan akademi tarafından dağıtılıyor, ödüle adını veren Alfred Nobel bile İsveçli. Ancak Nobel Barış Ödülü, istisnai bir şekilde Oslo’da veriliyor. Bu nedenle Oslo’da bu ödüle adanmış bir müze bulunuyor.

Açıkçası Nobel Barış Ödülünün genel anlamda son derece tırıvırı olduğuna inanıyorum, geçmiş kazananlardan birkaç tanesine bakmak bile bunu anlamaya yeter. Geçmişte yaşadıkları ya da içine karıştıkları olayları bir kenara bırakıp münferit gelişmeler sonucu böyle bir ödülü dağıtmak bana aşırı saçma geliyor. Yine de bu müze, Oslo’ya gittiğimde görmekten pişman olmadığım bir yerdi.

Norveç’te halka açık alanlarda en çok konu edilen 2 ana konudan biri, yani küresel ısınma ve bunu kişisel olarak yavaşlatabilme yöntemleri, Nobel Barış Ödülü Müzesi’nin girişinde ayrıntılı şekilde, birçok bitkinin bulunduğu gayet yeşillik bir bölümde anlatılıyor (Diğeri de Akdeniz’deki göçmen dramı genel olarak az gelişmiş ülkelerdeki bazı talihsizlikler, çocuk anneler vs). Müzenin hediyelik eşya dükkanında tamamen geri dönüştürülmüş kağıtlardan yapıldığı özellikle belirtilen not defterleri bile satılmakta.

2018 yılında Nobel Barış Ödülü iki kişiye verildi. Bunlardan daha çok yankı uyandıranı, Norveç’le birlikte tüm Avrupa’da büyük yankı uyandıran IŞİD terörünün simgelerinden biri haline gelmiş Nadia Murad’dı. Iraklı Ezidi bir ailenin ferdi olan Murad, köyünün IŞİD’lilerce işgali sonrasında bir seks kölesi olarak defalarca tecavüze uğramış, kaçışı ve Avrupa’ya sığınmasının ardından da yaşadıklarını açık yüreklilikle ifade edip IŞİD vahşetinin canlı sembollerinden biri olması ve Avrupa’daki farkındalığı artırmasıyla tanınmıştı.

2018 yılında Nobel Barış Ödülü’nü Nadia Murad ve Denis Mukwege kazandı

Ödülün diğer sahibi, Demokratik Kongo Cumhuriyeti vatandaşı doktor Denis Mukwege de benzer bir davaya ömrünü adamış bir isim. Kongo’da tecavüze uğramış kadınları kliniğinde ücretsiz tedavi etmesiyle iaim yapan Mukwege, aynı zamanda savaşlardaki sistematik tecavüzlere karşı aldığı tavırla biliniyor. Bu yüzden müzenin ben gittiğim zamandaki teması, savaşlarda tecavüzün bir “silah” olarak kullanılması üzerineydi.

Bunun dışında geçmişte Nobel Barış Ödülü almış herkesle ilgili interaktif bilgi ekranları ve ödüle adını veren, ironik bir şekilde şiddet enstrümanı olarak yaygın şekilde kullanılan dinamitin mucidi Alfred Nobel’in hayatından kesitlerin yer aldığı müze, tıpkı Stokcholm’deki kardeşi gibi görülesi bir yere dönüşmüş kanımca. Giriş 150 NOK, Oslo Card sahiplerine ücretsiz.

Kraliyet Sarayı

Norveç Kraliyet ailesi 20. yüzyılın başlarında Danimarka Kraliyet ailesinin üyelerinden doğmuş, nispeten yeni bir hanedan. İlk kral 7. Haakon, Danimarka prensi Carl olarak bilinmekteymiş mesela. Zaten Norveç önceleri Danimarka, sonra da İsveç’in parçası olduğundan bu ülkelerin kralları, aynı zamanda Norveç Kralı oluyordu.

2. Dünya Savaşı esnasında İngiltere’ye sığınan hanedan, savaş sonrasında da Norveç’in sembolik lideri olmayı sürdürdü. İkinci Norveç Kralı 5. Olav, 1991’e kadar ülkenin başında kaldı ve herkesin sevgi ve saygısını kazanmış bir karakter olarak, ülkede kraliyetin halk desteğini günümüze dek sürdürmesinde etkili oldu. 1991’den beri de 5. Harald Norveç kralı olarak tahtta.

Norveç Kraliyet Sarayı, 1850’den beri önce İsveç sonra Norveç kraliyet ailelerinin Oslo’daki konutu olmuş. Başka ülkelerde gördüğüm saraylara göre nispeten daha mütevazı. Sadece yaz aylarında, belirli saatlerdeki rehberli turla girilebiliyor. Tur boyunca hanedan üyelerinin toplantı, balo ve yemek salonları gezilebiliyor. İçeride fotoğraf çekimi yasak ve 1 saat içinde tur bitiyor.

Oslo’daki Norveç Kraliyet Sarayı

Norveç Kraliyet Sarayına giriş için 140 NOK ödedim 2019 yılında. İnternetten bilet alınabileceği gibi turist bilgi merkezlerinden de bilet almak mümkün, kontenjan dolu olmadığı sürece tabii. Ben merkez tren istasyonu Oslo S’ten aynı güne bilet bulabilmiştim örneğin.

Akershus Kalesi ve Surları

Oslo’num en canlı yeri Aker Brygge iskelesi civarı. Bıraya yakın bir yerde konuşlanan, şehri eskiden korumakla yükümlü hakim konumdaki Akershus surları (Akershus Festning) da şehrin en turistik yerlerinden. Buradan güzel Oslo fotoğrafları çekebilir, özellikle hava güzelse keyifli bir gezi yapabilirsiniz.

Orta Çağdan itibaren çoğunlukla askeri amaçlara hizmet eden surlar, 2002’de halka açılana dek Norveç’in askeri anlamda üst düzey birimlerine ev sahipliği yapmış. Bugün içerisinde çeşitli müze ve turistik gezi noktalarını da içinde barındırır hale gelmiş.

Akershus Kalesi’nin avlu manzarası

Akershus Kalesi

Kralların çeşitli dönemlerde konutu olmuş kalede çoğu bölüm yeniden inşa edilmiş. Dışarıdan bakıldığında bir kaleden ziyade kayaların üstüne ibşa edilmiş sağlam bir taş eve benziyor burası. Ancak etkileyici küçük bir şapel, balo salonları ve Norveç Kralları’na ayrılmış bir nekropolis yer alıyor. Kral 7. Haakon ve modern Norveç tarihinde silinmeyecek bir imzası bulunan oğlu 5. Olav’ın eşleriyle birlikte mezarları burada bulunuyor. Ayrıca Hayaletli Oda ve güllü vitray pencere camını da mutlaka görün ve tarihini okuyun. Giriş ücretsiz, üstelik audioguide da veriliyor.

Norveç Direniş Müzesi

Norveç 2. Dünya Savaşı sırasında Alman işgaline uğramış ülkelerden biri. Elbette bir Polonya veya Macaristan gibi büyük kayıplar yaşamamış olsalar da işgalin etkilerini önemli ölçüde hissetmişler. Başkent Oslo ile birlikte birçok büyük şehre ve kritik askeri üslere Alman kuvvetleri girmiş, kraliyet ailesi İngiltere’ye kaçmış ve savaş bitene dek dönememişler. Akershus’un içinde bulunan Direniş Müzesi savaş sırasındaki durumu ve Norveç topraklarındaki direniş faaliyetlerini anlatıyor.

Direniş Müzesi’nden Nazi döneminde yapılmış Norveççe propaganda afişleri de etkileyici

1940’ta işgal edildikten sonra ilk başta düzensiz şekilde, sonra daha organize olmakla birlikte çoğunlukla sabotaj gibi faaliyetler üzerinden ilerleyen direniş faaliyetlerinde özellikle Nazi Donanmasına ciddi zararlar verilebilmiş. Ayrıca işgale karşı çıkan gruplar ve Almanlarla yaptığı işbirliğinden ötürü günümüzde hiç de hayırla anılmayan Vidkun Quisling’den de bahsediliyor. Quisling adının İngilizce başta olmak üzere çeşitli yabancı dillere “vatanını satan hain” anlamında doğrudan geçtiğini ve kullanıldığını hatırlatmak isterim.

Müzeye giriş 60 kron, Oslo Card sahiplerine ücretsiz.

Bygdøy

Oslo’nun merkeze yakın, ancak kargaşadan uzak, oldukça huzurlu bölgesi Bygdøy, çok sayıda müzenin bulunduğu bir mahalle aynı zamanda. Bu müzeler çoğunlukla Norveç’in oldukça görkemli denizcilik tarihiyle yakından ilgili yerler. Ben 3 müzeye uğradım, onlardan bahsedeyim.

Buraya merkezden, Belediye binası Rådhuset’e yakın iskeleden kalkan feribotlarla 10 dakikada gidilebiliyor. Oslo Card sahipleri, bu feribotları üctretsiz kullanabiliyor.

Viking Gemi Müzesi (Vikingskipshuset)

Bir zamanlar bu topraklarda hakim olmuş Vikingler’in ölülerini oldukça ilginç bir şekilde uğurladıklarını öğrendim. Gemilerini mezara çevirip, ölüler için ayrı bölümler oluşturduktan ve içeri yeterince yiyecek, içecek ve değerli eşyalar bıraktıktan sonra gömüyorlarmış. İşte bu işlemin canlı tanıkları olan 3 gemi, Viking gemileri müzesinde sergileniyor. Gemilerin yanında gömülmüş kişilerin iskeletleri ve mezar odasından çıkarılan eşyalar da görülebiliyor. Bu gemilerin MS. 10. yüzyıldan kaldığını düşünürsek, ne kadar etkileyici bir müze olduğu daha kolay anlaşılır sanırım.

Viking Gemi Müzesi’nden bir gemi görüntüsü

Fram Müzesi

Görkemli Norveç denizcilik tarihinin belki de en büyük işler başarmış gemisi Fram’dır. Güney ve Kuzey Kutuplarına yapılan ilk yolculukların ev sahibi olmuş bu gemi, Bygdøy’deki Fram Müzesi’nde sergilenmekte.

Fram’ın önden görünüşü, ama gemi o kadar büyük ki, aynı anda sadece küçük bir kısmını çekebiliyorsunuz

Norveççe’de “İleri” anlamına gelen Fram, ünlü gemi tasarımcısı Colin Archer’ın elinden çıkmış. Fridtjof Nansen’in Kuzey Kutbu’na, Roald Amundsen’in de Güney Kutbu’na olan yolculuklarını mümkün kılan Fram, tarihe geçen yolculukların, büyük kaşiflerin evi olmuş, gerçekten çok görkemli bir ahşap gemi. Fram Müzesi’nde de bu yolculuklarla ilgili çok ayrıntılı bilgi sahibi olabildiğiniz gibi Fram’ın güvertesine çıkıp kamaralarına inebiliyorsunuz. Yemek salonlalarını, Roald Amundsen’in kamarasını görebilmek güzel bir histi açıkçası.

Giriş bileti 120 kron, Oslo Card sahiplerine ücretsiz.

Kon-Tiki Müzesi

Oslo’da dolaşırken, ülke tarihinde silinmeyecek izler bırakmış kişileri hatırlatan şeylerle çok karşılaşılıyor. Hatta bu sitede göreceğiniz türden “Yüzyılın Norveçlisi” gibi sıralamalarda üst sıralarda yer alan isimlerin hepsini bir şekilde duyabiliyorsunuz.

Onlardan bir tanesi de Thor Heyerdahl. Diğer birçok “büyük Norveçli” gibi o da denizlerde, hatta okyanuslarda yaptıklarıyla tarihe geçmiş. Okyanusya’da yaşayan yerel halkların esasen Güney Amerika’dan gelmiş olabilecekleri yönündeki savını, Peru’dan motorsuz bir gemiyle yola çıkıp akıntılar ve rüzgarlar yardımıyla Okyanusya’ya ait bir yerlere vararak kanıtlamak istemiş ve bunu başarmış da. Tahiti yakınlarındaki Rapa Nui adasına 101 gün sonunda varan ekip, tüm dünyada yankı uyandırmış. O zamana dek doğru kabul edilen bir varsayımı yıkmayı, 5 kişilik mürettebatı ve Kon Tiki adlı küçük teknesiyle başarmış.

Kon Tiki’nin önden görünüşü

Kon Tiki Müzesi’nde bu geminin orijinali ile birlikte Heyerdahl’ın ve mürettebatının öyküleri, Heyerdahl’ın daha sontaki yıllarda yaptığı deniz yolculuklarında Okyanusya adalarında bulup Norveç’e getirdikleri ve Kon Tiki’nin genel olarak popüler kültürde edindiği yere dair anlatılanları görebilirsiniz. Ra, Ra II ve Tigris gibi kimi başarılı, kimi mesaj kaygılı keşif gezilerinin öyküleri ve çok sayıda hatıra, yine bu müzede yer alıyor. En önemlisi, Heyerdahl gibi gerçekten ilham verici bir kişiyle ilgili daha ayrıntılı bilgi alabiliyorsunuz. Keyifli bir müzeydi, tavsiye edebilirim. Giriş 120 kron, Oslo Pass sahiplerine ücretsiz.

Norveç Tarihi Müzesi

Norveç tarihinin ilkel dönemlerinden itibaren parçası olmuş eşyaları görebilirsiniz. Rune’lar da var, kilise panelleri de, ilk insanların kullandığı taş aletler de. Ayrıca uzak Okyanusya uygarlıklarından, eski Mısır’dan gelen hatıralar da sergileniyor. Genel olarak parayla ve madalyalarla ilgili bir bölüm yapılmış, burada 2. Dünya Savaşı Norveç’e yayıldığında başkentten kaçırılan altın rezervinin bir bölümünün sergilendiği kısmı ilgi çekici buldum.

Bunlar dışında, komşuları İsveç’te olduğu gibi Arktik Denizi’ne yakın bölgelerde yüzyıllardır varlıklarını sürdüren, ancak dil ve kültürleri yok olmaya yüz tutmuş Samilere, Kuzey denince akla gelen Vikinglere de ayrılan bölümleriyle Norveç Tarih Müzesi görülmeye değer bir yer. Hem Viking, hem de Hıristiyanlığın kabulünün sonrasındaki dönemden kalan dini eserler de ciddi bir yer tutuyor. Giriş 120 kron, Oslo Pass’e ücretsiz.

Astrup Fearnley Müzesi

Oslo’nun en önde gelen modern sanat galerilerinden biri olan Astrup Fearnley Müzesi, bir modern sanat müzesinde görmeyi umacağım neredeyse her şeye sahipti. Farklı akımlardan resimler, heykeller, çeşit çeşit enstalasyonlar ve sığ sanatsal bakış açımla anlamlandırmakta zorlandığım karma çalışmalar bu müzede yer alıyordu. Neyse ki benim gibilere uygun olarak, önemli eserlerde açıklama kısımları bulunuyordu.

Damien Hirst’ün birçok tartışmalı eseri gibi God Alone Knows’u da Astrup Fearnley Galerisi’nde görebilirsiniz

İngiliz kökenli soylu Fearnsley ailesinin üyelerinin girişimleriyle açılan müzede bulunan eserler arasında, Damien Hirst’ün tartışmalı eserleri de bulunuyor, çarmıha gerilmiş koyun ve ortadan ikiye bölünmüş inek gibi… Ayrıca 2. katta bulunan Anselm Kiefer eserlerinden, devasa bir metal kitap yığını şeklindeki “The High Priestess” ilgi çekiciydi. Giriş 130 NOK, Oslo Card sahiplerine ücretsiz.

Sundvollen – King’s View

Oslo doğal bir fiyort üzerine kurulmuş bir şehir olmakla beraber günümüzde fiyort denince akla gelen bir coğrafya sunmuyor. Gerçek fiyortları görebilmek için Batı (Bergen tarafı) ve Kuzey Norveç’e (Trondheim ve yukarısı) gitmek gerekiyor. Ancak Oslo yakınlarında biraz olsun fiyort havası almak isteyenlere önerebileceğim bir yer var, orası da Sundvollen.

Sundvollen, Oslo şehir merkezine yaklaşık 1 saat mesafede. Merkez otobüs garı Bussterminal’den kalkan 200 numaralı Hønefoss otobüsleriyle buraya ulaşmak mümkün. Sundvollen ile köprünün karşısındaki Vik ve arasında nehrin daraldığı bölümde birçok ada var. Bunlardan bir tanesi de, 2011’de ırkçı Anders Breivik’in onlarca genci katlettiği Utøya adası, geçerken karadan bakabilirsiniz.

Sundvollen kasabasında aslında pek birşey yok. Ancak bu kasabaya ve öndeki körfezimsi bölüme tepeden bakan King’s View (Kongens utsikt) buraya geleceklere mükemmel bir manzara sunuyor. Adı gibi krallara layık. 1832’de İsveç Kralı Carl Johan’ın ziyareti sonrasında bu ismi almış zaten. Sundvollen’den Kleivstua denen mevkiye giden karayolundan 4-5 kilometre kadar yukarı yürüyüp, ardından 1 kilometre kadar da kayalık patikalardan geçip buraya varabilirsiniz. Elbette Kleivstua’ya kadar otostop çekmeyi de düşünebilirsiniz, dağlarda yürüyüşe gelen yerel halk size yardımcı olacaktır kanımca.

King’s View’ın çekebildiğim en net fotoğrafı bu oldu

Buraya gelmek isteyenlere söyleyeceğim en önemli şey, gelmeden önce hava durumunu iyice bir kontrol etmeleri olur. Ben gittiğimde aralıksız yağan bir yağmura yakalandım ve hem sırılsıklam oldum, hem de yoğun sis yüzünden zirveye çıkmama rağmen meşhur ‘kral’ manzarasını doğru düzgün göremedim. Ancak kesinlikle benzersiz bir deneyim oldu benim için, dağlarda gezen koyunların içinden geçe geçe, yağmurdan aşırı kaygan bir hale gelmiş kayalardan seke seke, ıslanmamış hiçbir yerimin kalmadığı çok acayip bir yürüyüş yapmış oldum.

Norveç’te her şey gibi toplu taşıma da pahalı, Oslo’dan Sundvollen’e tek yön gidiş için tam 175 kron ödedim.

Vigeland Parkı (Frogner Park)

Oslo’nun en bilinen parklarının başında, aynı zamanda bir açık hava heykel müzesi olan Vigeland Parkı geliyor. Burası aslında ayrı bir park değil, Frogner Parkı’nın içinde Vigeland’ın heykellerine ayrılmış geniş bir bölüm. Adını ünlü heykeltıraş Gustav Vigeland’dan alan kısımda sanatçının onlarca eseri görülebiliyor. Özellikle çıplak insan vücudu temasına dayanan onlarca bronz ve taş heykel, parkın oldukça enteresan bir atmosfere bürünmesine yardımcı olmuş. Hele parkın ortasındaki tek parça devasa “vücutlar sütunu” (Monolitten) görülmeye değer bence. Buraya gitmenizi öneririm. Zamanınız olursa parktaki Vigeland Müzesi’nde ünlü sanatçıya ait daha çok heykel ve diğer yapıtlarından örnekleri bulabilirsiniz. Bu park aynı zamanda Oslo Şehir Müzesi’ne de ev sahipliği yapıyor.

Tek parça taş üzerinde yüzlerce insan figürü, Vigeland Parkı’nın en dikkat çekici eseri

Ekeberg Heykel Parkı

Oslo’nun iki meşhur heykel parkı var. Frogner’deki Vigeland Parkı’ndan bahsettim. Ekeberg Parkı ise Vigeland’ın aksine şehrin en manzaralı tepelerinden birinde bulunuyor ve yüzyıllık ağaçlardan daha fazlasını sunuyor.

Ekebergparken bir açık hava sanat galerisi ile küçük çaplı bir arkeolojik kalıntılar topluluğunu aynı anda üzerinde barındırıyor denebilir. Aralarında Rodin, Dali, Renoir ve Damien Hirst gibi birçok tanınmış sanatçının eserleri, bu geniş parkın her yerine yayılmış. Ayrıca burada Oslo’daki ilk insan yerleşmelerinden küçük kalıntılar da yer alıyor. Buzullar eriyip insanlar yerleştiğinde bu yüksek tepelerdeki park, insanların konuşlanması ve kendilerine ait bir yaşam kurması için ideal bir bölge olarak öne çıkmış. Hem Norveç hem de Finlandiya’da gezerken doğal ortamlarda gördüğüm üzeri aşınmış kayalar, fiyortların oluşmasına neden olan buzul etkisini açıkça gösteriyordu, Ekeberg’de de bu tür kayalarla sık sık karşılaştım.

Dilemma adlı eser, müthiş manzarasıyla anlam kazanan etkileyici bir heykel

Engebeli arazisi nedeniyle çocuk gezdirmekten çok büyüklerin zaman geçirmesine imkan veren bu parkta çeşitli festivaller ve etkinlikler de düzenleniyor. Şahsen en beğendiğim heykeller, Hirst’ün “Bir Meleğin Anatomisi” heykeli ile Michael Elmgreen ve Ingar Dragset çiftinin 2017’de yaptıktan sonra parkın simgelerinden biri haline gelen Dilemma heykeli oldu. Dilemma, parkın ana patika dışında kalan bir yerindeydi, buraya gidip heykeli gördükten sonra bir de – yağmursuz- Oslo manzarası eşliğinde oturup kitap okuduğum dakikalar, bu şehirde geçirdiğim en keyifli anlar arasındaydı.

Ekebergparken şehrin güneydoğu kısmında kalıyor, buraya 18 ve 19 numaralı tramvaylar ile gelebilirsiniz.

Vår Frelsers gravlund (Our Saviour’s Cemetery)

Tarihi 19. yüzyılın başlarına dek giden bu küçük mezarlık, çok zaman önce dolmuş olsa da bugün Oslo’nun merkezine yakın bir yerde, harika bir park-mezarlık olarak varlığını sürdürüyor.

Our Savior Mezarlığı bir park olarak da gayet gezilesi bir yer

Evet, özellikle İsveç’te çok başarılı örneklerini gördüğüm mezarlık-parkların Oslo versiyonu olarak Vår Frelsers gravlund, çok ünlü kişilerin son durakları olmuş diyebilirim. En başta da yukarıda isimlerini andığım Edvard Munch ve Henrik Ibsen’in isimlerini saymam gerekir. Onlar dışında bir başka ünlü ve Nobel ödüllü yazar Bjørnstjerne Bjørnson, sanatçılar, siyasetçiler ve akademisyenler buraya gömülmüş.

Oslo Katedrali (Oslo Domkirke)

Oslo’da bulunan en görkemli dini yapının Domkirke, yani Oslo Katedrali olduğunu söyleyebiliriz. Ancak içi çok görkemli diyemem, yine de Norveç’in en önemli dini merkezi olduğuna şüphe yok. Yolunuz buraya mutlaka düşer, içeri girip bir tur atın derim.

Oslo Katedralinin haşmetli orgu

Popsenteret (Pop Müzesi)

Oslo’da popüler kültür ve pop müziğin gelişime adanmış bir Popsenteret müzesi de var. Fonografın icadı ile ses kaydının mümkün kılınmasıyla başlayarak, özellikle günümüzde pop müziğin ayrılmaz parçası olmuş gitar, davul ve klavye gibi müzik aletlerinin tarihsel gelişimini ve kayıt ve playback araçlarının dijitalleşme süreçlerini izleyebiliyoruz. En üst katında bulunan bölümlerde bu aletleri çalıp simülasyon programlarıyla ne çaldığınızı da görebiliyorsunuz, bu kısım bana üniversite yıllarımda arkadaşlarımla Guitar Hero’ya gittiğimiz günleri fazlasıyla hatırlattı. Zaten birçok genç insanı burada kayıt yaparken görebildim. Ayrıca Norveç’in müzik tarihini, Eurovision başarılarını ve Norveç’ten çıkmış müzisyen ve grupları da anlatan interaktif kısımlar mevcuttu.

Oslo ve göçmenler

Norveç, diğer Batı Avrupa ülkeleri ve İskandinav komşuları gibi yoğun göçmen akınına uğramış bir şehir. Bu göçmenlerin hiç değilse bir kısmının ülkeye entegre olması için de bazı çabaların sarfedildiği görülüyor. Turist bilgilendirme merkezlerinde, müzelerde ya da belediye otobüslerinde şoför olarak çok sayıda göçmene rastladım. Tabii parklarda muhabbet ettiğim, Türkiye’den geldiğimi öğrenince Selamün aleyküm diyen ve akabinde bana uyuşturucu isteyip istemediğimi soran Afrikalı arkadaşlar da yok değildi.

Genel olarak çok rahatsız edici bir topluluk olarak adlandıramayacağım göçmenlerin yaşadığı, çoğunlukla Müslümanlardan oluşan göçmen mahallelerini görmek için, merkezin biraz doğusunda bulunan Grønland bölgesine gitmenizi öneririm. Dükkanlarda Türkiye ya da Pakistan’da gelmiş lahmacun yapma makinesi gibi eşyalar satılıyor, sokaklarda görüntüsüyle ben Ortadoğuluyum diye bağıran kadın ve erkekler geziyor. Konser posterleri ve minareleri görünür şekilde yapılmış camileriyle farklı bir Oslo’yu, çok uzağa gitmeden görebilirsiniz böylece.

Henrik Ibsen

Henrik Ibsen, yukarıda bahsettiğim Edvard Munch gibi Norveç’te yetişmiş en büyük sanatçılardan biri ve Oslo’da birçok yerde adı karşınıza çıkıyor. Örneğin şehrin merkezi buluşma noktalarından Ulusal Tiyatro binasının ön yüzünde Holberg ve Bjornson ile birlikte adı yazıyor. Yine buraya çok yakın bir yerde bulunan müzesinin bulunduğu caddeye adını vermiş (Henrik Ibsens gate) ve yine bu bölge boyunca kaldırımlarda Ibsen’in Peer Gynt ve başka eserlerinden alıntılar yerlere kazınmış. Büyük saygı gösterildiğini anlamak zor değil.

Henrik Ibsen Caddesi’nde böyle birçok alıntı yerlere kazınmış

Bu arada Henrik Ibsen Müzesi’ne tadilat dolayısıyla giremedim. 2020’de Oslo’yu ziyaret edecekler umarım görebilir.

Bitirirken…

Yazımı noktalamadan önce birkaç konuya daha değinmek istiyorum. Deniz kenarındaki Oslo Opera Binasının aşırı modern mimarisini yakından görün, en tepeye yürüyerek çıkın derim mutlaka. Ayrıca şehrin en merkezi metro duraklarından biri olan Nationaltheatret’e adını veren Ulusal Tiyatro ve meclis binası Stortinget’in önünden bir geçin. Genel olarak Karl Johans gate caddesi ve buraya bağlanan sokaklarda mutlaka yürüyün. Aynı şekilde belediye binası Rådhuset ve çevresinde de gezin.

Norveç hayatımda gördüğüm en pahalı ülke, diğer İskandinav ülkelerini bile suya götürür ve susuz getirir bu konuda. Buna mukabil nakit para kullanımı oldukça düşük, otobüslerde bile POS cihazı görebildim.

Bu nedenle Oslo’da döviz bürosu diye birşey de pek yok. Ben biraz garantici olduğumdan cebimde nakit bulunsun deyip ana tren istasyonu Oslo S’teki banka şubesinde para bozdurdum, ondan da %20-30 civarı insafsız bir komisyon kestiler. İlla para bozdurmanıza gerek yok, neredeyse her yerde kredi kartı geçiyor.

Bu nedenle Oslo Pass, bolca müze gezecek ve toplu taşıma kullanacaksanız mantıklı. Gördüğüm en pahalı şehir kartı olsa da daha fazla zarar etmenizi önleyeceğini düşünüyorum. Bölümlere (zone) ayrılmış toplu taşıma haritasının 1 ve 2 numaralı bölgelerinde bu kart sayesinde ücretsiz ve sınırsız seyahat edebiliyorsunuz. Net bir bilet kontrolü olmasa da Oslo’da bilet cezası yemek istemezsiniz bence, garanti ederim.

Kabul ediyorum, Balkanlarda, eski Sovyet ülkelerinde veya İtalya, İspanya gibi Güney Avrupa ülkelerinde olduğundan çok daha fazla para çıkacak cebinizden Norveç’te, hele ki Oslo dışına gidip doğal güzelliklerini görmeye kalkarsanız maliyet iyice yükselecek. Ama imkanı olanlara Norveç’i görmelerini elbette tavsiye ederim, çünkü Oslo merkezinde bile görülmeye değer bir sürü şey bulurken, oldukça güzel bir doğanın tadını çıkarabileceksiniz.

Özetle söylemek gerekirse, gezmeye meraklı bir beyaz yakalıyım. Üniversiteyi bitirene kadar hiç yurt dışına çıkmadıysam da, sonrasında elimdeki imkanları olabildiğince kullanmaya çalışarak 40'tan fazla ülkeye gittim. Ülkeleri sokaklarında yürüyerek, bütün müzelere ve tarihi yerlere gitmeye çalışarak, az konuşarak, az yiyip içerek, çok yürüyerek, erken kalkıp erken yatarak gezmeyi severim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir