Piran ve Slovenya Rivierası’na yolculuk
Son güncelleme tarihi: 30 Ağustos 2022
Adriyatik kıyısındaki meşhur yerler düşünüldüğünde akla ilk olarak Dubrovnik‘in gelmesi çok normal. Burası gerçekten aşırı derecede kendine özgü bir görünüme ve coğrafi yapıya sahip olduğundan akıllara kazınacak türden bir şehir. Onun dışında Karadağ’da Kotor ve Budva var, Hırvatistan’da Pula ve Split gibi yerler var, İtalya’nın Trieste‘si var. Bunlar arasında sıkışmış küçük bir sahil şeridinde yer alan Slovenya’nın deniz kıyısı bölgesi, ya da Slovenya Rivierası bunlar kadar göz alıcı olmasa da küçük bir ülke olan Slovenya’nın sahil şeridi ihtiyacını karşılayabilecek yeterliliğe sahip bence. Hem alan, hem de buradaki şehirlerin niteliği sayesinde bunu söyleyebiliyorum.
Slovenya’nın sahil şeridi sadece 47 kilometre uzunluğunda olsa da bu dar alana sıkışmış birkaç yer kendi ölçülerinde turist çekmeyi başarabiliyor. Ben bu yazıda bu bölgede en beğendiğim yer olan Piran‘dan bahsederken, 2 gün geçirdiğim Izola‘ya, ancak otobüsten görebildiğim kadarıyla fikir edinebildiğim Portorož ve Koper‘e de değinmeye çalışacağım. Ayrıca bölgenin tarihinden de biraz söz etmek isterim ki, İtalyan etkisinin neden bu kadar güçlü olduğu konusunda bilmeyenler için bir fikir verebilmiş olayım.
Özellikle Slovenya’yı gezmeye 1 hafta gibi bir süre ayırdıysanız, bu bölgede en azından 2 gün geçirmek isteyebilirsiniz. Ayağınızı denize sokmak için, Venedik’i hatırlatan dar sokaklı “old town”lar görebilmek için, veya sadece kalabalıktan uzak bir tatil yapabilmek için, hangi amaçla gelirseniz gelin.
Istria (Istra) Tarihi
Slovenya’nın sahil şeridi, tarihsel olarak Istria (Slovence Istra) olarak bilinen bölgede bulunuyor. Roma İmparatorluğu devrinde Slavlar gibi çeşitli kavimlerin dönemsel egemenliğine giren bölgede asıl büyük güç, 9. yüzyıldan 19. yüzyıla dek bölgenin hakimi olmuş Venediklilerdi. Güçlü bir donanmaya sahip olan Venedikliler, Osmanlıların bölgede hakimiyet kurmasına olabildiğince engel olmaya çalışmış. Sonrasında kısa süreli Habsburg ve Napolyon yönetiminin ardından Avusturya buraya yeniden egemen olmuş. Ancak bölge mimarisinde çok büyük bir etkisini ben şahsen gözlemlemedim Avusturyalıların, ki Prag, Budapeşte gibi yerlerde bu etki çok daha barizdir aslında.
1. Dünya Savaşı’nın kazanan ülkelerinden olan birleşik İtalya, 12 Adalar’la birlikte bu bölgede de hakimiyet kurmuş. Özellikle Mussolini’nin iktidara gelişiyle çok hızlı bir kültürel asimilasyon çabasına girişilmiş, dolayısıyla bölgedeki herkes İtalyanca konuşmaya zorlanmış, şehirler adeta dönüştürülmüş. Ancak 2. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesiyle bölge bir anlamda arafta kalmış. Savaşın galibi müttefik güçleriyle Yugoslav partizanlar tam bir anlaşmaya varamayınca Serbest Trieste Bölgesi adında, bir devlete bağlı olmayan bir yapı kurulmuş. Ancak burası zaten pek işlevsel bir kimliğe bürünemediği için, İtalyanca konuşan halk zaten batıya, Trieste tarafına göç edince doğal bir sınır hattı oluşmuş. 1950’lerde Trieste civarındaki A Bölgesi İtalya’ya, Koper, Piran ve Pula’ya kadar olan B Bölgesi de Yugoslavya’ya de facto olarak katılmış. Sonra bu durum 1970’lerde resmi bir hal almış.
Slovenya Rivierası ve Venedik (İtalyan) etkisi
Yukarıda bölge tarihinden bahsederken belirttiğim gibi Venedik ve dolayısıyla İtalyan kültürü bölgeye yüzyıllarca hakim olmuş, İtalyanca konuşan bir halk yaşamış buralarda. Bu nedenle İtalya izlerini her yerde görmek mümkün. Her şeyden önce, buradaki şehirlerin isimleri bile İtalyanca’dan geçmiş Slovence’ye. Piran Pirano‘ymuş, Izola Isola, Portorož Portorose, Koper de Capodistria‘ymış.
Şehir isimleri dışında dikkatimi çeken diğer konu ise cadde, sokak ve meydan isimlerinin de ünlü İtalyan şahsiyetlerinden gelmesiydi. Biraz garibime gittiğini söyleyebilirim, çünkü bir bölgeye yeni hakim olan güçler, genelde bu isimleri değiştirerek eski zamanın izlerini silmeye çalışırlar. Ama Izola’da hala bir Garibaldi veya Verdi sokağı görmek bana garip geldi.
Mimari etkisinde ahkam kesecek kadar bilgi sahibi olmamakla birlikte meydanlar, binalar ve özellikle klasik “old town”ları hatırlatan dar sokaklar Avrupa’yı, biraz zorlarsak Venedik’i hatırlatır nitelikteydi. Bu noktada iki dünya savaşı arasındaki İtalyan hükümranlığını yeniden hatırlatmak isterim. Yaklaşık aynı süre zarfında İtalya’da kalmış Rodos‘un nasıl şekillendirildiğini kısa bir süre önce görme fırsatı bulduğumdan, buradaki etkiyi daha kolay kafamda canlandırabildim. Ki bu bölge Rodos’tan farklı olarak zaten İtalyan kültürünün hüküm sürdüğü bir yer olduğu için fazla uğraşmalarına gerek kalmamış olabilir.
Dil konusu gerçekten ilginç bana kalırsa. Otobüsle Koper’e doğru gelirken, artık bölgeye iyice yaklaştığınızda yol kenarındaki trafik levhalarının çift dilli olmaya başladığını görmeye başlıyorsunuz. Bölgedeki tüm kasabalarda, tüm bilgi ve yönlendirme işaretleri, dükkanların üzerindeki yazılar ve açılış ve kapanış saatleri, otobüs duraklarındaki zaman çizelgeleri, hepsi Slovence’yle birlikte İtalyanca yazılmış. Bunun resmi bir nedeni var, bahsettiğimiz Istra bölgesinin ikinci resmi dili olarak İtalyanca kabul edilmiş Slovenya devleti tarafından. Yani burada yaşayan halk okullarda anadilde eğitim alabiliyor, İtalyanca yayın yapan radyo ve televizyonlar var. Ama işin tuhafı, günümüzde artık bölgede yaşayan İtalyan (veya İtalyanca konuşan) sayısı o kadar azalmış ki (3-4 bin kişi civarı), buna gerek var mı diye düşünüyor insan. Ben özellikle sokaklarda dolaşırken evlerin kapı zillerinde yazan isimleri inceledim. Sloven, Boşnak, Sırp, hatta Avrupa’nın farklı ülkelerine aitmiş izlenimi yaratan diğer birçok isim gördüğüm halde İtalyan bir vatandaşın ismine rastlamadım.
Yani özetle, İtalyanca dilinin varlığı günümüzde artık sembolik hale gelmiş gibi görünse de bölgenin hem fiziki, hem kültürel yapısında Venedik-İtalyan etkisinin büyük olduğu şüphesiz. Şimdi de Piran baştan olmak üzere bölgenin önemli şehirlerinde gördüklerime dair kısa notlara geçeyim.
Piran
Piran bence Slovenya Rivierasının en görülesi yeri. İlginç coğrafi yapısıyla denize uzanan bir mızrak başı gibi görünen Piran, küçük bir yer olsa da çok sayıda görülesi noktaya sahip. Bu bölgede uzun yıllar hüküm süren Venedik Cumhuriyeti’nin varlığı sayesinde İtalyan etkisi günümüzde bile gayet görülebilir durumda.
Piran’a nasıl gidilir?
Piran, yarımadanın en ucundaki yer olduğu için ulaşımı nispeten daha uzun sürüyor diğer kasabalara göre. Ama Slovenya gibi küçük bir ülkede olduğunuzu aklınızdan çıkarmayın, başkent Ljubljana’dan bineceğiniz bir otobüsle 2 saatte Piran’a varılabiliyor. Riviera’daki başka bir kasabaya gidecekseniz de zaten Piran’a giderken hepsinden geçmiş oluyorsunuz, Piran otobüslerin son durağı. Burada artık kara bitmiş oluyor. Tek yön biletler 11 € civarı. Biletler için Ljubljana otobüs durağının ve Slovenya’nın en yaygın ulaşım ağına sahip otobüs şirketi Arriva‘nın sitesine bakabilirsiniz.
Direkt otobüs dışında trenle demiryolu ağının bittiği yer olan Koper’e gelip buradan kalkan bölgesel otobüslerle de yolunuza devam edebilirsiniz. Otobüsler Koper’den başlayıp sırasıyla Izola, Strunjan, Lucija, Portorož’dan geçip Piran’a varıyor. Otobüs ve tren istasyonları yan yana zaten. Koper Piran otobüs biletler 4 € civarında. Mesafe çok kısa olsa da yollar dönemeçli olduğundan, bir de çok fazla dur kalk yaptığından 45 dakika sürebiliyor Piran’a varışınız.
Piran’da gezilecek yerler
Piran küçük bir yer olmasına karşın gezilip görülebilecek çok sayıda yeri var. Bunların bazılarından bahsetmek isterim.
Tartini Meydanı (Tartinijev trg)
Piran’ın merkezi diyebileceğimiz geniş meydana döşeli taşlar ve günün büyük kısmında vuran güneş ışığı sayesinde bu meydana geldiğinizde her yerin parladığını düşünebilirsiniz. Bu büyük oval meydanın etrafında belediye binası gibi resmi kurumların yanı sıra restoranlar, dükkanlar, kiliseler ve oteller bulunuyor. Bir tarafında ise Piran’ın küçük limanına kıyısı olduğunu görebiliyorsunuz.
Şehrin en hareketli yeri burası belki de. Sürekli sağa sola giden insanlar, turistler, geniş meydanda top oynayan çocuklarla birlikte bu tatlı meydandan mutlaka geçersiniz. Yandaki binalardan birinin önüne oturup insanları seyretmek de çok keyifli. Meydana adını vermiş Piranlı besteci Giuseppe Tartini’nin 1896’da büyük törenlerle açılmış bir heykeli de bulunuyor.
Burayı yukarıdan da bir görmenizi muhakkak tavsiye ederim, çok güzel ve akıllarda kalıcı bir manzarası var meydanın. Piran’ın enteresan coğrafi yapısından dolayı farklı noktalarından da görülebiliyor, özellikle Aziz Janez (Giovanni) Kilisesinin olduğu tepeden.
Tartini Evi
Tartini Meydanı’nın hemen bitişiğindeki Tartini Evi, ünlü bestecinin doğduğu ve hayatının önemli kısmını geçirdiği ev. Odaları ve terasından meydan gayet güzel bir şekilde görülebiliyor.
Müze evde Tartini’nin hayatına dair oldukça ayrıntılı bilgiler veriliyor. Piran’da köklü bir ailenin çocuğu olarak 1692’de doğan Tartini, bir din adamı olmak yerine önce avukatlık eğitimi almış, ancak sonrasında müzisyenliği seçmiş. Kemana olan tutkusu nedeniyle sayısız beste yapmış. Ömrünün çok büyük kısmını geçirdiği Padova’da kurduğu müzik okulu Scuola delle Nazioni, döneminin en iyi müzik okullarından biriymiş. Tartini döneminin en büyük bestecileri arasında her zaman anılmasa da çok iyi bir öğretmen ve teorisyen olarak müzik tarihine geçmiş bir isim olarak anılıyor. Nitekim yaşadığı sağlık problemleri onu virtüözlükten uzaklaştırıp araştırma kısmına itmiş.
Müze evde Tartini’nin çıkardığı kitaplar görülebiliyor, ayrıca bestecinin eserlerini dinleyebilmeniz de mümkün. Orijinal haline göre restore edilmiş duvar ve tavan resimlerini de görebiliyorsunuz. Müzede Tartini’nin bazı kıyafetleri ve eşyaları da sergileniyor, en değerli anı ise şüphesiz Tartini’nin kemanı olsa gerek. Her ne kadar Antonio Stradivari’nin yaptığı bilinen ilk kemanın sahibi Tartini olsa da, müzede sergilenen o değil, bir başka kemanı.
Müze kısmının sonunda, en üst katta evin teras bölümüne çıkıp Tartini’nin adını taşıyan meydanı izlemeyi unutmayın. Müzenin giriş ücreti 4 Euro, ancak ücret mukabilinde bilet değil, bir ödeme makbuzu veriliyor.
Piran Old Town
Piran, tıpkı Izola gibi Venedik’i hatırlatan daracık sokaklı bir old town bölümüne sahip. Birbirine aşırı yakın evlerin arasında dolaşması oldukça keyifli ve sürüyle fotoğraf çekme imkanı veriyor. Burada uzunlu kısalı birçok sokaktan geçiliyor, Tartini Meydanı’nın iki yanına yayılmış durumda bu sokaklar. Marxova, Engelsova, Leninova gibi adını ünlü Sosyalist büyüklerinden alan sokak adlarının Yugoslav döneminden kaldığını zannediyorum. Sokak aralarında birçok küçük otelin yanısıra küçük sanat galerine de denk gelmek mümkün. Piran’da hiçbir şey yapmasanız bile bu sokaklarda kaybolmak yeterince güzel bir deneyim yaşatacaktır.
Yine bu bölge içinde yer alan küçük Strunjan kasabasındaki tuz kaynaklarını anmak isterim. Kasabanın denizle birleştiği bölgede yer alan tuz yataklarından çıkarılan tuz, yöredeki birçok üründe kullanılıyor. Dükkanlarda bizzat tuz olarak satılmasının yanında tuzlu çikolatalar da yapılıyor ki ilginç bir tadı olduğunu söyleyebilirim. Bunların yanında tuz yataklarındaki çamurdan yapılan tuz sabunu, tuz katı şampuanı gibi ürünler de Piran’daki ve diğer kasabalardaki hediyelik eşya dükkanlarında satılıyor.
San Giorgio (Sveti Jurija) Kilisesi
17. yüzyılda tamamlanan Katolik kilisesinin içine girmek mümkün olmayabilir, nitekim bölgedeki neredeyse tüm kiliselerin kapısı dini törenler dışındaki zamanlarda demir parmaklıklarla kapalı. Bu yüzden kilisenin içini sadece kapısından görebilmek mümkün. Ama burayı özel yapan kilisenin kendisi değil, sunduğu Piran manzarası. Hem İtalya’nın Trieste Körfezi’ne doğru baktığınız uçsuz bucaksız denizi, hem de Tartini Meydanının güzelliğini görebildiğiniz, harika bir tepeye kurulmuş burası. Görmeden geçmeyin.
Jurija Kilisesinin hemen bitişiğinde bulunan Çan Kulesi’ni de mutlaka görün. Giriş ücreti sadece 2€ olan kulenin 140 ahşap basamaklı merdivenini çıktıktan sonra şehir merkezinin ve denizin, aşağıdaki kiliseden çok daha güzel manzaralarını görebiliyorsunuz. 17. yüzyılda yapılmış 46 metrelik çan kulesinin üstündeki çatıya Başmelek Mikail figürü yerleştirilmiş. Bu figür, hava şartlarına göre kuzeye ve güneye dönüyor, yaşayanları kötü havalara karşı uyarıyormuş. Merdiven basamaklarına çeşitli meleklerin adı işlenmiş, ayrıca yukarıdaki bir büyük bir küçük çan da 2015’te Almanya’dan gelen hediye çanlarla yenilenmiş. Şimdi saat başlarını ve 15 dakikalık aralıkları belirtecek şekilde çanlar çalmaya devam ediyor. Tavsiye ederim.
Piran Surları (Obzidje Piran)
Piran’ın mızrak ucu gibi denize uzandığından bahsetmiştim. Bu yarımadayı, karadan ve özellikle denizden gelecek tehditlere karşı koruyabilmek için 7. yüzyılda yapılmaya başlanan surlar, sonraki yıllarda şehrin genişlemesiyle birlikte eklemeler sayesinde farklı bölgeleri de kapsar olmuş. Özellikle Venediklilerin yaptığı genişletme çalışmalarında, -Slovenya’da öncesinde pek çok kez duyduğumuz gibi- Osmanlı tehdidi en önemli etken olmuş. Bir kısmı gayet sağlam kalabilmiş surlar, Piran’ın muhtemelen en kendine özgü manzarasını veriyor. Masmavi denize doğru ok gibi saplanan turuncu kiremit çatılı evlerin oluşturduğu görüntünün, Dubrovnik veya Kotor’u andırsa da onlardan biraz farklı, kendine özgü bir yanı var. Bunu görebilmek için 3 Euro verip surlara çıkmanız yeterli. Bir hatırlatma, dar merdivenlerde özellikle boyunuz uzunsa fazladan bir dikkat sarfetmeniz gerekecek.
Tabii surların yekpare şekilde ayakta kalan kısmı dışında, old town’ın içlerinde bir zamanlar surların parçası olan kalıntılara, üzeri işlemeli sur kapılarına da zaman zaman rastlamak mümkün. Ancak asıl surlar merkezin biraz güneydoğusunda, şehre hakim bir tepede bulunuyor. Küçük ve kompakt Piran’ı farklı açılardan görmek için biraz tırmanmaya değer.
Piran sahil şeridi
Piran’ın sahil şeridine Tartini Meydanı tarafından indiğinizde küçük bir liman sizi karşılıyor. Orayı geçip şehrin burnuna doğru yürüyün. Büyük kısmı dalgaları engellemek için sonradan eklenmiş gibi görünen kayaların çevirdiği sahilde insanlar denize giriyor. Yarımadanın burnunu dolaşan sahil şeridi, deniz fenerinin bulunduğu köşeyi geçtikten sonra da devam ediyor. Tıpkı Izola gibi havlusunu yere seren herkes denize girebiliyor. Ayrıca etrafta lokantalar ve mekanlar da bulunuyor. Denize girmeseniz bile Piran’a gelip burayı dolaşmadan geçmeyin derim.
Izola
Izola bölgenin bir diğer sahil kasabası. Ancak Piran kadar güzel ve yapılacak çok şey sunan bir yer diyemem. Hatta otobüsten inip şehri biraz gördükten sonra burayı Akçay gibi emekli şehrine benzettim açıkçası, nitekim yaş ortalamasının yüksekliği hemen dikkat çekiyor.
Tabii ki bir yere yaşı ilerlemiş kişilerin gitmesi orayı kötü bir yer yapmaz. Zaten biraz daha gezdikten sonra sayıca daha az olmakla birlikte genç insanların ve çocuklu ailelerin de bulunduğunu gördüm. Ancak Izola’da pek turistik bir yer olmadığı gibi zaman geçirilecek güzel manzaralı bir noktası falan da yok. Ancak şehrin güzel yanı, sahil şeridinin neredeyse her noktasından denize girilmesi, sahil kenarındaki yolun betonuna, arkadaki parkın çimenlerine, banklara ve bulabildikleri diğer yerlere insanlar havlularını serip denize giriyor, güneşleniyor. Bunu birileri belki son derece avam bulabilir, ancak ben rahat ve samimi buldum.
Bunun dışında Izola’nın denizi çok güzel. Hele biraz şehir merkezinin dışına çıktığınızda çok daha sakin ve cam gibi suyu olan yerler bulunabiliyor. Örneğin merkezden 15 dakika yürüme mesafesindeki Bele Skale plajını anmam gerekir. Yüksek kayalıkların dibindeki dar bir alana sıkışmış plajda kum yok, her yer taş ve kaya. Bu yüzden burası pek kalabalık olmuyor çünkü ulaşması kolay değil. Ancak kendinize uygun bir yer seçip girdiğinizde biraz soğuk olsa da aşırı temiz bir denize girmenin keyfini yaşıyorsunuz. Burada nüdistlerle de sık sık karşılaşılıyor, ancak diğer herkes gibi onlar da kendi halinde zaman geçiriyorlar, burası herkese açık.
Koper’e yaklaşık 8 kilometre uzaklıkta bulunan Izola’ya gitmeseniz de olur diyebilirim, nitekim denizi dışında Izola’nın görülesi bir yeri olduğunu söyleyemem. Merkezde “old town” havası veren daracık sokaklı bölgeleri olsa da bunların daha güzelini Piran’da zaten bulacaksınız.
Koper ve Portorož
Bölgenin en büyük 2 şehri bunlar aslında. Koper özellikle ulaşım anlamında çok önemli bir merkez, nitekim ülkenin diğer yerlerinden gelen tren hatlarının son durağı Koper’de. Bunun dışında Piran’a kadar giden bölge otobüslerinin başlangıç noktası aynı zamanda. Güzel bir Orta Ç
ağ şehri havasına sahip Koper’i imkanınız varsa görmenizi öneririm.
Bölgenin diğer şehri Portorož ise, diğer şehirlerden biraz daha farklı bir havaya sahip. Deniz kenarı bölgesi tamamen mekanlarla, şezlonglu plajlarla ve kendi havuzu olan lüks otellerle kaplı şehirde pek hoşa gidecek bir atmosfer gözlemleyemedim ben. Bence görülmese de olur ama kimsenin tatil zevkine karışmak istemem elbette. Bir de ek olarak Portorož’da bir havaalanı bulunduğunu, tarifeli uçuşlar olmasa da özel uçaklar tarafından kullanıldığını belirtebilirim.
Sanırım Slovenya deniz kenarı bölgesine dair söyleyeceklerim bu kadar. Dediğim gibi, sadece Piran gibi harika bir yeri barındırması bile Ljubljana’dan kalkıp gelmeye değer dememe neden olur. Kültürel çeşitliliği, berrak denizi, aşırı turist akınına uğramadığı için hala huzurlu kalabilen dar sokaklarıyla Piran’ı görülecek yerler listenize ekleyebilirsiniz.