Moskova’da Gezilecek Yerler – Bir İmparatorluğun Geçmişine Yolculuk
Son güncelleme tarihi: 14 Eylül 2019
Rusya, biz bordo pasaport sahibi Türkiye vatandaşlarını daha çok uzun bir süre daha vize alma işleriyle süründürecek. Ama bu, Rusya’ya gitmek isteyenlerin gözünü korkutmasın, çünkü koskoca Rusya Federasyonu coğrafyasında sadece Moskova’yı görebilme şansınız olacaksa bile geldiğinize pişman olmayacaksınız. Çünkü Moskova gerçekten bir zamanlar çift kutuplu olan dünyamızın 2. kutbu olmayı sonuna kadar hak eden büyük, görülecek yerle dolu, harika bir şehir. Bu yazıda sizlere Moskova’nın bir sürü görülecek yerinden bir kısmını anlatabilme imkanı bulmaktan dolayı mutluyum.
Benim gibi 90’ların çocukları için Sovyetler Birliği, videolarını izlediğimiz bir hayali dünya gibi adeta. Tarihi geçmiş harita ve atlaslarda gördüğümüz, sonrasında parçalara bölünmüş ve her “kaybeden” gibi eleştirilere, sorgulamalara maruz kalmış ve mahkum edilmiş bir ideolojinin simgesi olmuş orak çekiciyle aklımızda yer etmiş bir geçmişin parçası. Biraz daha büyüklerimiz, SSCB’nin diğer süper güç ABD’ye birçok konuda kafa tutuşunu, 80’lerle birlikte yavaşça çöküşünü ve 15 parçaya bölünmesini daha iyi hatırlar. Ama sporsever kişiler muhakkak Sovyetler’in özellikle belirli dallarda dünya şampiyonaları ve Olimpiyatlar’ı domine edişini unutmamıştır. Ben bile o kadar çok video izledim ki beyaz üzerine kırmızı, çok sade ama fazlasıyla ikonik CCCP yazısını ((CCCP, SSSR, yani SSCB’nin kısaltması, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)) birçok kişi hatırlayacaktır. Hiç değilse Yuri Gagarin’in akıllara kazınmış miğferindeki CCCP yazısı hemen hatırlanır. İşte bir zamanların bu büyük devletinin, yine aynı büyüklükte ama aynı güçten uzak mirasçısı Rusya’da, bu çok tartışılan ama haşmetli olduğu su götürmeyen geçmişi, en net şekilde yaşayacaksınız. Birçok eski Sovyet devleti, Sovyet-Rus izlerini silebilmek için çok uğraşmış. Rusya elbette Komünist bir rejimin çok uzağında şu anda, ama eski Sovyet zamanlarının izlerini silmek için yoğun bir gayret göstermediklerinden o zamanların izlerini en net şekilde üzerinde taşıyan ülke. Moskova da bu kafa yapısıyla bakıldığında görülmesi gereken bir numaralı şehir haline gelmiş.
Moskova’ya nasıl gidilir?
Moskova’ya uçakla gidilir. Ve maalesef vize aldıktan sonra… Vize alma konusunda yaşadığım tecrübeleri Ankara’dan vize deneyimlerim yazımda anlatmıştım. Moskova’ya THY, Pegasus, Atlas Jet veya Aeroflot gibi firmaların düzenli seferleriyle ulaşabilirsiniz. Moskova’nın 3 uluslararası havaalanı var, Domodedovo, Vnukovo, Sheremetyevo. Hepsi de, şehir merkezine otobüs + metro formülüyle bağlanıyor. Ben Vnukovo’dan Moskova’ya giriş yaptım, bu yüzden bu havaalanından şehir merkezine gelişi biraz anlatmak isterim, birkaç tüyo vermiş olayım.
Vnukovo’dan şehir merkezine Aeroexpress treniyle de ulaşmak mümkün. Tek yön 500 ruble ama, oldukça pahalı. Ben otobüs + metro yöntemini gelmeden önce öğrenmiştim, bu yüzden başka yoldan gitmek istemedim.
Vnukovo Havaalanı’nın hemen dışından kalkan 611 numaralı otobüs, sizi Yugo-Zapadnaya metro durağına kadar götürüyor. 1 numaralı (Kırmızı) hatta ait bu duraktan şehir merkezindeki Biblioteka Imeni Lenina, Lubyanka gibi duraklara kolayca ulaşılıyor. Ondan önceki Troparyovo, Rumyantsevo gibi duraklarda da otobüsten inmenizde sakınca yok, sadece otobüste etrafınıza bakar vaziyette olun.
Ben sabah 5 gibi Moskova’ya indim. Günün ilk otobüsünün 6.15’te kalktığını biliyordum. Otobüs ve metrolarda Troyka Kart kullanıldığından da haberdardım, ama havaalanında Troyka Kart alacak bir yer bulamadım. Bu nedenle belki otobüste bulurum diyerek durağa 6 gibi geldim. Otobüs zamanında kalktı, şoföre kartım olmadığını söylemeye çalıştım, yanımdaki en küçük banknot olan 1000 rubleyi gösterdim. Adam doğal olarak parayı bozamadı, birşeyler söyledi ve söylediklerini anlamasam da otobüsten inmedim. Otobüs hareket edince birkaç kişiye parayı bozup bozamayacaklarını sormaya çalıştım ama derdimi anlatamadım. Mecburen otobüse binenlerin kart okutup okutmadıklarını gözlemeye başladım. Çoğu insan okutuyordu ama ortada bir kontrol memuru da yoktu. Yaklaşık 25 dakika süren yolculuk boyunca her durakta bir memurun gelişini gergin bir şekilde bekledim ve Troparyovo durağına gelince otobüsten indim. Neyseki bir sorun çıkmadı, metro durağında Troyka kartı aldım ve şehir merkezine yarım saat kadar daha sürecek yolculuğuma devam ettim.
Ben şanslıydım ama siz mutlaka dikkat edin bu duruma, çünkü biletsiz binmenin cezasının 1000 ruble olduğunu belirten (ya da benim öyle yorumladığım) uyarılar okudum otobüslerde. Bu yüzden size önerim, ya havaalanında bu durumu mutlaka çözüp bir kart bulmaya çalışın, ya da yanınızda büyük değil küçük banknotlar bulundurun ve ücretinizi nakit olarak ödeyin şoföre. Bu risk alınmaya değecek bir risk değil, 3 TL için 90 TL ceza yemeyin.
Moskova’da gezilecek yerlere geçmeden önce bir de Moskova metrosundan bahsetmek zorundayım. Moskova metrosunun dünyanın en gelişmiş metro ağlarından biri olduğunu muhakkak duymuşsunuzdur. Ama gerçekten ne kadar büyük bir mühendislik ürünü olduğunu, halen kullanılabilecek kadar iyi tasarlandığını ve halen gelişmekte olduğunu anlamak için Moskova’ya gelmek gerekiyor. Özellikle eski hatların duraklarındaki o sanat eserlerini görmek için sadece metro duraklarını göreceğiniz bir tur yapmanız bile gerekir. Özetle Moskova metrosunun, şehir merkezinde neredeyse her yere gitmenizi sağlayacağını bilin, Troyka Kart’ınızı cebinize mutlaka koyun. Troyka Kart’ın ücreti 50 ruble, bunun üzerine kredi yüklüyorsunuz. Her metro durağında bulunan otomatlarda hem nakit hem de kredi kartıyla kredi yükleyebilirsiniz. Tek biniş 36 ruble.
Bir başka not: Rusya’ya gelmeden önce aklınızda bulundurmanızda fayda gördüğüm bazı konularla ilgili yazdığım yazıyı da okumak isteyebilirsiniz 🙂
Moskova’da gezilebilecek yerler
Kızıl Meydan Çevresi ve Kremlin
Moskova denince birçok insanın aklına Kızıl Meydan ve Kremlin geliyordur eminim. Buraları görmek Moskova’nın şanından diyebilirim. Ancak Kremlin’e her gün sınırlı sayıda insan kabul ediliyor, bu yüzden gelmeden önce internetten bilet almakta büyük fayda var. Zaten kuyruklar çok çok uzun oluyor, önceden biletiniz varsa çok rahat ediyorsunuz. Ön not olarak şunu belirteyim, benim Moskova’yı ziyaret ettiğim Ağustos 2018’de 1 Rus rublesi, yaklaşık 9-10 kuruşa (ya da 100 ruble 9-10 TL’ye) eşitti, hesaplamalarınızı buna göre yapabilirsiniz. Türkiye’deki ekonomik krizden dolayı TL ruble karşısında ciddi bir değer kaybetmişti, normalde 100 ruble 8 TL civarındaydı. Ama bir daha o seviyelere düşer mi, o konuda ciddi şüphelerim var.
Kremlin’e geri dönelim. Biletlerinizi Kremlin’in resmi sitesinden (https://tickets.kreml.ru/en/) kolayca alabiliyorsunuz. Kompleksin iki ana bölümü var, Kremlin Meydanı bölümü ve Cephanelik Müzesi (Armoury Chamber) diyebileceğimiz hazine bölümü. İkisinin biletleri ayrı, bu detaya dikkat edin. Ve ikisi için de gideceğiniz gün ve saate göre bilet alıyorsunuz. Bu saatler dışında biletleriniz işe yaramıyor. Benim ziyaret ettiğim zamanda Armoury Chamber bölümü 700 ruble, meydan bölümü 500 rubleydi. Meydana audioguide ile girmek isterseniz, bilet fiyatı 800 ruble oluyor. Armoury Chamber kısmında audioguide almak isterseniz ekstra 500 ruble ödüyorsunuz içeride. Meydana ve Armoury Chamber kısmına girmeden önce büyük çantalarınızı vestiyere bırakmanız gerekiyor, vestiyer ise Kutafiya Kulesi’nin alt tarafında. İnternetten aldığınız biletlerin çıktısını da yanınızda muhakkak götürmeniz gerekiyor, bu çıktıları meydanın batı yakasında bulunan Aleksandrovskiy Bahçesi’nde (Aleksandrovskiy Sad) Kutafiya Kulesi’ne yakın bilet gişelerinden gerçek bilete çeviriyorsunuz.
Armoury Chamber bölümünde, tahmin edileceği üzere çarlık dönemlerine, özellikle başkentin St. Petersburg’a taşınmasından önceki zamana ait çok sayıda değerli eşya sergileniyor. Tahtlar, koşum takımları, çok güzel bir atlı araba koleksiyonu, kıyafetler, birbirinden kıymetli mücevherler ve başka ülkelerden gelen hediyeler sergileniyor. Fotoğraf çekme konusunda fazla zorluk çıkarılmıyor, ama siz yine de dikkat edin.
Kremlin sözcüğü, Rusça’da “Kreml” olarak geçiyor ve esasında etrafı surlarla çevrili kompleksler için kullanılıyor. yani aslında bir tane Kremlin yok. Mesela Velikiy Novgorod’da da çok tarihi bir Kremlin bulunuyor, başka şehirlerde de benzer yapılar var. Ama Kremlin dendiği zaman akla tabii ki Moskova Kremlin’i geliyor. Burada çok tarihi birkaç kilise, Kremlin’deki başkanlık sarayı ve senato bulunuyor. Ayrıca Çarlık çan kulesi (Tsar Bell Tower) de var, biletleri ayrıca satılıyor ve içeri yine belirli saatlerde giriliyor. Kiliselerin içi genelde çok kalabalık ve fotoğraf çektirmemeye çalışıyorlar. Yanlışlıkla başkanlık sarayına doğru yolun ortasından yürümeye kalkışırsanız oralarda bekleyen askerler tarafından sert şekilde uyarılıyorsunuz. Kremlin’in en büyük, en dikkat çekici kilisesi Dormition Katedrali, ama Archangel Katedrali’ndeki gömülme yerini (necropolis) atlamayın, nitekim burası, başkentin Petersburg’a taşınmasından önce çar ve akrabalarının gömüldüğü ana yermiş. Petersburg’da Petropavlovsk (St. Peter and Paul) Katedrali’nde gömülmeler devam etmiş sonrasında. Buradaki kiliselerin tarihi 1000 yıla yaklaşıyor, Kremlin’i Moskova ziyaretinizde görebilmek için mutlaka bir süre öncesinden yukarıda verdiğim siteden bilet kontrolü yapın, biletler bitebilir ya da bilet bulabilmek için uzun kuyruklar beklemek zorunda kalabilirsiniz.
Kızıl Meydan, Kremlin duvarının kuzeydoğu tarafında kalan meydan yani ve Moskova’yla en çok anılan yer Kremlin’le birlikte. Kremlin duvarının, St. Basil Katedrali’nin, Tarih Müzesi’nin ve birtakım kafelerin çevrelediği çok büyük olmayan bir alan aslında, Rusça adı Krasnaya Ploşçad. Çok fazla şey söylemeye gerek yok burayla ilgili, ben ne yazık ki her yıl düzenlenen Uluslararası Ordu Bandoları Festivali (Spasskaya Tower Festivali) döneminde gittiğimden meydan kapalıydı, kenarlarında yürüyerek bir fikir edinebilmeye çalıştım.
Yukarıda sözünü ettiğim Aleksandrovskiy Bahçesi küçük ama çok güzel bir bahçe-park. Kremlin kuyruğu bekleyen turistler yüzünden genel itibariyle kalabalık bir yer. Kızıl Meydan’a yakın ucundaki meçhul asker anıtını, sürekli yanan ateşi, başında sürekli nöbet tutan askerleri mutlaka bir görün. Anıtın yanında Kızıl Ordu’nun kurtardığı tüm Sovyet şehirlerinin anısına ayrı taşlar bulunuyor. Tekrar belirteyim, Kremlin girişleri, bilet gişeleri ve vestiyer bu bahçenin içinde.
St. Basil Kilisesi
Kızıl Meydan denince akıllara düşen bir imaj vardır, arka planda renkli kubbeleri olan bir kilise gibi mesela. İşte o kilise, orijinal adıyla Aziz Vasili Kilisesi, İngilizce daha çok bilinen adıyla St. Basil, mutlaka ama mutlaka görmeniz gereken 500 yıllık müthiş bir yapı. Ben ne yazık ki bahsettiğim festivalden ötürü aşağıdan bakabildim ama harika bir görüntüsü var ve burayı atlamanıza zaten imkan yok. Mutlaka Instagram’da paylaşmalık bir özçekim yaparsanız buranın önünde.
Lenin Mozolesi
Vladimir Lenin 1924’te öldüğünde cenazesinin mumyalanarak özel bir mozolede saklanmasına karar verilmiş. Kızıl Meydan’da bulunan mozoleye giriş ücretsiz, ancak uzun bir kuyruk beklemek gerekiyor. X-Ray’den ve çanta kontrolünden geçtikten sonra önce Kremlin Duvarı’na gömülenleri görüyorsunuz. Buraya Ekim Devrimi ve SSCB’nin ilk yıllarında yararlılık göstermiş kişiler, büyük şahsiyetler gömülmüş. SSCB’nin en prestijli gömülme yeri burasıymış, Yosif Stalin, Leonid Brejnev, Yakov Sverdlov, Mihail Kalinin, Mihail Frunze, Yuri Gagarin, ünlü Amerikalı komünist John Reed gibi çok önemli şahsiyetlerin mezarları burada. Burayı geçtikten sonra üzerinde Lenin yazılan mozole kısmına giriş yapılıyor. Mozolenin içinde fotoğraf çekilmesi, kayıt yapılması kesinlikle yasak, askerler elinde fotoğraf makinesi bulunanları sert şekilde uyarıyor. Lenin’in önünden geçerken duraklamak da yasak, yavaşça ve saygılı bir şekilde kendisinin 90 yıldır düzenli aralıklarla tekrar tekrar mumyalanmaktan parıl parıl parlayan, bir yumruğu kapalı diğeri açık bedeninin önünden geçip çıkıyorsunuz. Rusya’da Lenin’in cenazesinin gömülüp gömülmeme tartışması uzun yıllardır sürüyor, Putin rejimi, şimdilik mozolenin aynı şekilde kalmasından yana tavır almış ama daha ne kadar bu şekilde kalacağı belli değil. O yüzden burayı görmenizi kesinlikle tavsiye ederim. Yalnız burası pazartesi ve salı günleri kapalı, diğer günler 10 ile 13 arasında ziyarete açık. O yüzden erken gelip kuyrukta yerinizi almanızı öneririm.
Rusya Tarih Müzesi
Kızıl Meydan’ın kenarlarından birinde bulunan Devlet Tarih Müzesi (State History Museum), Meydan gibi kıpkırmızı tuğlalardan, taşlardan inşa edilmiş. Açıklama anlamında yine zayıf kalmış, ama Rusya topraklarının binlerce yıl öncesinden kalan kalıntılarından Çarlık dönemlerine kadar çok sayıda esere ev sahipliği yapıyor. Bunların dışında güzel bir madalya koleksiyonu var. Audioguide almadan girme hatasını ben yaptım, siz yapmayın. Normal giriş 700 ruble.
Bolşoy Balesi
Sadece Moskova değil, Rusya denince akla ilk gelenlerden biri kesinlikle Bolşoy Balesi. 150 yıldan uzun süredir aktif olarak sanatseverlere hizmet eden Bolşoy’da harika bale ve opera temsilleri göreceğinize eminim. Eminim diyorum, çünkü ben gittiğimde ne yazık yeni sezon başlamamıştı. Ve maalesef temsillerin başlamamasının dışında gündüz vakti bale binasının içine yapılan turlar da başlamamıştı. Bu nedenle tek yapabildiğim, Teatralnaya Meydanı’ndaki bu harika binanın fotoğraflarını çekmekten öteye gidemedi. Ama mevsiminde giderseniz ve operaya ilginiz varsa mutlaka Moskova’ya gelmeden önce internetten biletinizi alın ve unutulmaz olacağına inandığım bir performansı izleyin.
Karl Marx Heykeli
Yukarıda bahsettiğim gibi Moskova eski Sovyetik simgeleri olabildiğince korumuş. Arada Lenin heykelleri görebilirsiniz. Ama bir tane de Karl Marx heykeli var ki onu atlamayın. Marx, Sovyet devlet yapılanmasının temelini oluşturan Marksizm-Leninizm düşüncesinin babası olarak eski Sovyetler’de yerini bulmuş. Halen adını koruyan, Rusya’nın güneyinde Marks adında bir şehir bile var. Ama Moskova’da Marx’ın hatırasını en bariz şekilde taşıyan yer, Bolşoy bale binasının tam karşısında bulunan Marx heykeli. Hem şehrin simgelerinden biri olması, hem de önemli bir buluşma yeri olarak önemini korumasıyla görülmeye değer. Bolşoy Balesini görmeden kesinlikle Rusya’dan ayrılmayın, buraya gelirseniz de Marx heykeline uğrarsınız mutlaka.
Novodeviçi Mezarlığı
Novodeviçi sadece Moskova’nın değil, tüm dünyanın en bilinen mezarlıklarından biri. İçindeki meşhur rahmetliler kadar mezar taşlarının güzelliğiyle de biliniyor. Bu mezarlıkla ilgili ayrı bir yazı yazdım, Novodeviçi Mezarlığı yazımı ayrıca okuyunuz derim.
Lujniki (Luzhniki) Stadı
Eğer Novodeviçi Mezarlığı’na geldiyseniz ve futbolsever bir insansanız çok yakındaki Lujniki Stadı’nı bir görün. Rusya’da az sayıda kalsa da tamamen kaldırılmamış Lenin heykellerinden birini burada bulacaksınız, tam stadın önünde. Ayrıca 1980 Moskova Olimpiyatları’nın ana stadı olduğu için stadı çevreleyen parkın içinde hem olimpiyatlara, hem de 2018 Dünya Kupası’na yönelik birtakım anıt ve heykeller de bulunuyor. Stadın duvarlarına, 1980 Olimpiyatları’nda altın madalya kazanmış sporcuların isimleri plakalarla işlenmiş, birkaç tanesini görmeden geçmeyin.
Hazır futbolseverlikten bahsetmişken, başarısız bir futbol maçı izleme girişimimden de bahsedeyim. Benim Moskova’da bulunduğum zamanda Spartak Moskova’nın Lokomotiv ile derbisi vardı. Bu maçı izlemek istedim, 1 hafta öncesinde Spartak Moskova’nın resmi satış mağazasına gittim. Ancak orada bilet satışı yapılmadığını söylediler, maç günü stada gitmemi tavsiye ettiler. Keşke onları dinlemeseymişim, Spartak’ın maçlarını oynadığı Otkritie Arena’ya maç saatine yakın gittim ancak gişelerden bilet alamadım. İnternetten almam gerekiyormuş bunu sonra anladım, belki maç derbi olmasaydı gişeden bilet bulabilirdim ama o gün zaten stadın önü ana baba günü gibiydi. Ben de Rusya’da bir maç öncesi ortamını görmekle yetindim.
Saviour Christ (Kurtarıcı İsa) Katedrali
Moskova’nın en merkezi bölümlerinin en güzel manzarası, bu önemli katedralin üst katında ayaklarınıza seriliyor. İlk olarak 1882’de inşa edilmiş katedral, 1931’de Stalin’in isteğiyle yıkılmış. SSCB’nin dağılmasından sonra yeniden inşa edilmiş. Dünyanın -çan kulesi hariç- en yüksek Ortodoks Kilisesi. Hatırlatayım, katedral kısmına girişte kıyafet kontrolü yapılıyor, beni dizlerimin altına kadar inen şortumla içeri almadılar, ertesi gün pantolonla gelmek zorunda kaldım. Ama sadece kuleye çıkacaksanız böyle bir zorunluluk olmadığı, 400 rublelik bileti satan abla tarafından biraz uğraşsa da başarılı bir şekilde anlatıldı bana 🙂
Puşkin Müzesi
Adına bakınca büyük Rus şairi Aleksandr Puşkin’le bir ilgisi olduğu düşünülse de Puşkin Müzesi, Moskova’nın en büyük sanat müzelerinden birine ev sahipliği yapıyor. Burası, diğer meşhur sanat müzesi Tretyakov’un tersine Avrupa ve Dünya sanatına ayrılmış. İçindeki büyük alanda Michelangelo’nun David’inin bir kopyası var, bunun dışında Eski Mısır Dönemi’nde Rönesans’a binlerce heykel ve tablo yer alıyor. Modern sanat sevenlere duyurulur. Yan taraftaki 19 ve 20. Yüzyıl Avrupa ve Amerikan Sanatı Galerisi’yle kombine bilet aldığınızda 600 ruble ödüyorsunuz. Bu ikinci galeride de çok sayıda Avrupa tablosu ve heykelini, Rodin, Gauguin, Van Gogh, Picasso gibi son 150-200 yılın üstatlarının eserlerini görebilmeniz mümkün.
Tretyakov Galerisi
Tretyakov Galerisi bir anlamda Puşkin’in yerel versiyonu. Büyük oranda Rus sanatçılarının eserlerine ayrılan oldukça büyük bir sanat galerisi. Portrelerin moda olduğu dönemden çok sayıda asilzade portresi var mesela, Puşkin, Çehov ve Tolstoy’un birçok kitap ve sitede kullanılan ikonlaşmış portrelerini atlamayın. Sonrasında savaşlar ve gündelik hayata ait çok sayıda tablo görebiliyorsunuz. Bir Ortodoks ülkesinde bulunduğunuzdan elbette çok sayıda kilise paneli ve ikon da bulacaksınız Tretyakov’da. Tarkovski’nin filmini yaptığı Andrey Rublyov’un da kilise panelleri var örneğin, ya da ünlü ressam Kuindji’nin tabloları. Giriş 500 ruble, audio guide için bir 500 ruble daha vermek gerekiyor.
Son bir not: Asıl Tretyakov Galerisi, 20. yüzyılın başlarına kadar olan eserleri barındırıyor. Sonraki döneme ait modern eserler ise Yeni Tretyakov Galerisi’nde. Eski Heykeller Parkı’nın (Fallen Monuments Park) hemen bitişiğinde burası.
Tolstoy Müzesi
Lev Tolstoy’un Moskova’da bir müddet ikamet ettiği ev müzeye dönüştürülmüş. Puşkin Müzesi’ne yakın bir yerde, Preçistenka Caddesi’nde. Müzede Tolstoy’un kişisel eşyalarından ziyade edebiyat yaşamının kilometre taşlarına yer verilmiş. Kitaplarının eski baskıları veya o dönemi yansıtan çeşitli eşyalar gibi. En ilgimi çeken bölüm ise Anna Karenina odasıydı. Burada Anna karakterine ilham kaynağı olduğu düşünülen kadınların resimleri, yelpaze ya da opera gözlüğü gibi eşyalarını görebiliyorsunuz. En sonda ise o dönemde Rusya’ya yeni gelmiş fotoğraf teknolojisiyle Tolstoy’un Yasnaya Polyana’daki çekilmiş birçok fotoğrafın bulunduğu bir sergi bulunuyor. Çarlık Rusyası’nın ilk resmi fotoğrafçısı Karl Bulla’nın çektiği fotoğraflarda Tolstoy’un ev hallerini görmek muhakkak ilginizi çekecektir. Kropotkinskaya metro durağına ve Puşkin Müzesi’ne yakın müze-evin giriş ücreti 300 ruble.
Tolstoy Evi, Puşkin Müzesi ve Kurtarıcı İsa Katedrali’ne yakın Gogolevskiy Bulvarı’nın orta yerinde uzun ince bir park bulunuyor. Bu park, benim gittiğim zamanda Rus geleneklerini anlatan bir sergiye ev sahipliği yapıyordu, demir dövenler, ok atanlar, el sanatlarıyla uğraşanlar vs. vardı. Ama bu parkın asıl değeri bence, parkın ortalarında yer alan Mihail Şolohov heykeli. Şolohov’un destansı “Ve Durgun Akardı Don” romanının bir sahnesinden ilham alan “Nehirden Geçen Atlar” heykeli, gördüğüm en harika, en dokunaklı heykellerden biri oldu.
Uzay Tarihi Müzesi
Moskova müzelerinin en olmazsa olmazlarından biri, Sovyetler Birliği’nin uzay yarışında başardıklarının anlatıldığı Uzay Tarihi Müzesi (Museum of Cosmonautics). VDNKh Parkı’nın yanında, en yakın metro durağı da VDNKh zaten. Müzenin hemen üstünde bulunan 100 metreyi aşkın yüksekliğe sahip Uzayı Fethedenler Anıtı gözden kaçacak gibi değil. Bu anıt ve müzenin etrafındaki parkta Yuri Gagarin, Pavel Belyayev, Valentina Tereşkova gibi meşhur kozmonotların yanında SSCB’nin uzay yarışına büyük hizmetlerde bulunmuş mühendislerin, bilim adamlarının, yöneticilerin heykelleri bulunuyor. Müzeye gelirseniz bunları da mutlaka görün.
Müzenin giriş ücreti 250 ruble ama 200 rubleye bir de audioguide almanızı tavsiye ederim. İçeride SSCB’nin uzay programının en başından günümüze dek geldiği noktayı tüm aşamalarıyla görebiliyorsunuz. Uzaya gönderilen ilk modüller, ilk uzay kıyafetleri, onlarda kullanılan teknolojiler ve uzaya gidip gelmeyi başarmış ilk canlılar olan Belka ve Strelka adlı köpeklerin doldurulmuş bedenleri gibi hatıralarla başlıyor müze gezisi. Daha sonra daha gelişmiş teknolojiler sergileniyor, bir uzay mekiğinin küçük bir bölümüne girip içeriyi gezebiliyorsunuz da. Tuvalet ve yemek kapsülleriyle birlikte küçük bir yaşam alanı bulunuyor mekiğin içinde. Sovyet uzay programı dahilinde uzaya çıkmış tüm kozmonotların (hepsi Sovyet değil) fotoğraflarının olduğu bir kısım da var. ABD’nin Ay yolculuğundan sonra hediye ettiği (bir nanik olarak da algılanabilir tabii bunlar) bazı eşyalar da sergileniyor. Son olarak Sovyetlerin uzay yarışında ABD’yle aşık attığı, hatta ABD Ay’a astronot gönderene dek onların önünde olduğu zamanların propaganda afişlerie ayrılmış ayrı bir bölüm bulacaksınız. Oldukça kapsamlı bir müze burası, audioguide’ınız da olursa uzun zaman geçirebilirsiniz. Buna hazırlıklı olun.
Laika Heykeli
Moskova’yı gezerken mutlaka görülmesi gerektiğini düşündüğüm Uzay müzesinden bahsetmiştim. Burada Sovyetler’in uzay yarışındaki adımları, başarıları oldukça etkileyici bir şekilde anlatılıyordu. Ama bu uzay macerası, elbette salt başarılarla dolu değil, biraz karanlık hikayeler ve “şehitler” de var. Bu ifadeler, birçok komplo teorisine konu olmuş şekilde hayatını kaybeden Yuri Gagarin’i hatırlatsa da ben başka bir kahramandan bahsediyorum.
Sovyetler uzay yarışının ilk yıllarında ABD’nin bariz bir şekilde önündeyken, uzaya ilk canlıyı gönderme konusunda da ilk somut adımları atan ülkeydi. Bir insan göndermeden önce hayvan gönderme konusunda çalışmalar yapılmış. Ve bunun için seçilen canlı, Laika adını verdiklerini sevimli bir sokak köpeğiymiş. Vostok 2 uçuşuyla uzaya çıkan ilk canlı olan Laika, ne yazık ki kısa bir süre sonra yüksek sıcaklık nedeniyle hayatını kaybetmiş. Ama sadece ölmesi değil, aslında bu yolculuktan geri dönme umudu olmadan gönderilmiş olması, içinizi çok acıtacaktır. Birçok bilinmeyenle dolu olan bir yolculuk için yetkililer, özel laboratuar hayvanlarından ziyade sokak hayvanlarını, beklenmeyen durumlara daha iyi uyum sağlayabileceğini düşündükleri hayvanları tercih etmiş. Sokaktan toplanan, kapsüle sığabilmesi için nispeten küçük köpeklerden seçilen grubun ilk “talihlisi” Laika olmuş (Laika, Rusça’da “havlayan” demekmiş). Kendisinin atmosfer dışında kısa bir süre de olsa hayatta kalabilmesi, uzaya insan gidebileceğine dair en kesin kanıt olarak addedilmiş ve Laika bir öncü, bir kahraman olarak taltif edilmiş. Ama ne yazık ki çok sonradan ortaya çıkan gerçekler, o sıralar projede görev yapmış kişilerin açıklamaları, bu bilgiye erişmek için Laika’nın ölmesine gerek olmadığını ortaya koymuş.
Uzatmayayım, Laika’nın anısına küçük bir heykel dikilmiş. Dinamo metro durağına ve Dinamo Stadı’na yakın bir yerde bulunan bir devlet dairesinin bahçesindeki heykel, filler tepişirken ezilen bir çimenin, resmi ifadeyle ise bir şehidin heykeli. Merak edenlerin görmesini önerebilirim. Biraz zor bulunacak bir yer olduğundan tam lokasyon vermeyi uygun buluyorum ()
Modern Rusya Tarihi Müzesi (Devrim Müzesi)
Buranın adı 1998’de değiştirilmiş. Ama yine de bizim Ekim Devrimi olarak bildiğimiz döneme dair çok değerli bilgiler ve hatıralar saklayan müze, Moskova’nın bence en iyi müzelerinden biri. Kronolojik olarak 19. yüzyılın 2. yarısında Çarlık Rusyası’nın modernleşme hareketleriyle başlayan müzede Ekim Devrimi dönemi, Sovyet yılları ve SSCB’nin yıkılmasından günümüze kadar süren Rusya Federasyonu yıllarına dair bilgi alınabiliyor. Stalin’e gelen hediyeler gibi farklı tematik bölümler de bulunuyor. 2. Dünya Savaşı sonundan SSCB’nin yıkılmasına giden süreçte nelerin yaşandığı, nelerin eksik kaldığı -elbette mevcut devlet bakışına göre- açıklanıyor. Yıkılma süreci ve sonrası, Rusya’nın şu anki haline, kültürel zenginliklerine ve yükselen ekonomisine övgüler, 2018 Dünya Kupası’yla ilgili bölümler… gerçekten çok dolu bir müze burası. Kızıl Meydan’daki Tarih Müzesi’nin bir anlamda tamamlayıcısı olduğu söylenebilir. Giriş 400 ruble, Moskova’nın en bilinen caddelerinden Tverskaya’da.
Vorobyovı Gorı (Sparrow Hills)
Moskova genel anlamda iyi yapılaşmış bir şehir, mega büyüklüğüne yaraşır büyüklükte parkı ve boş alanı çok az. Şehrin en güzel, manzaralı, yatıp dinlenmeye müsait yeşil alanı bence Vorobyovı Gorı (Vorobyovy Gory). Universitet metro durağında metrodan inip Moskova Devlet Üniversitesi’nin ana binasından dümdüz şehir merkezine doğru yürüdüğünüzde tepenin üst kısmına varılıyor. Az önce manzaralı dedim ama Moskova’da öyle başka şehirlerde görmeye alıştığınız türden pek bir manzara yok, yine de en manzaralı sayılabilecek yer burası olduğundan turist kalabalığından doğru yere geldiğinizi anlayacaksınız. Burada fotoğraf çekip kısa ormanlık patikadan aşağı indiğinizde ise Vorobyovı Gorı’nın nehir kenarı bölümüne geliniyor. Burada oturacak banklarda nehirden geçen gemileri seyredebileceğiniz gibi, metro köprüsünün etrafındaki yeşil alanda ayakkabılarınızı çıkarıp çimlere uzanarak dinlenebilirsiniz. Buraya güneşlenmeye, çimlerde yuvarlanmaya gelmiş birçok Moskovalıyla karşılaşacaksınız. Ayrıca buraya konuşlanmış dükkanlardan mısır, dondurma vs. alabilirsiniz. Moskova’nın görülesi yerlerinden biri olduğunu düşünüyorum.
Buraya nehir üzerindeki bir köprüde kurulmuş Vorobyovy Gory metro durağına gitmek suretiyle rahatça ulaşabilirsiniz. Yer olarak tam Lujniki Stadı’nın nehrin öbür tarafındaki karşı kıyısı diyebiliriz.
Moskova Ulu Camii
Eski Sovyetler Birliği önemli miktarda Müslüman nüfusunu barındırıyor. Bu nedenle Moskova’da 2 tane camiyle karşılaştım. Biri Pobedy Parkı’nda, diğeri, yani Moskova Ulu Camii (Moscow Cathedral Mosque) ise şehrin kuzeyinde, Olimpiysky Caddesi’nde. İçine girmeye yeltenmedim, ama siz çok merak ediyorsanız buraya gelebilirsiniz. En yakın metro durağı, Prospekt Mira.
Arbat Caddesi
Eski Arbat Caddesi’ne Moskova’nın İstiklal Caddesi demekte hiçbir sakınca olmaz sanıyorum. Onun gibi kalabalık, turist ve sürüyle bar, restoran, hediyelik eşya dükkanıyla dolu bu cadde, Moskova’ya geldiğinizde mutlaka uğramanız gereken yerlerden. Çok sayıda sokak sanatçısı var. Kızıl Meydan ve Kremlin’e de oldukça yakın denebilir. Fazla uzatmıyorum. Arbatskaya veya Smolenskaya metro durakları, caddenin iki ucuna yakın yerlerde konumlanmış. Buralardan birinde metrodan inip caddenin bir ucundan diğerine yürüme aktivitesini en az bir kez yapın. Smolenskaya tarafına yakın Aleksandr Puşkin ve eşi Natalya Gonçarova’nın heykelini atlamayın.
Tsoy Duvarı
Viktor Tsoy duvarı, Moskova’ya gelenlerin, hele hele Arbat Caddesi’nde turlayanların mutlaka gitmesi gereken bir yer. Viktor Tsoy kimdir, Kino necidir gibi soruları olanlar için Rusya’da Viktor Tsoy’la ilişkili 3 yerle ilgili yazdığım yazıyı okumak isteyenleri linkteki yazıya yönlendirmek isterim. For English, press 9 🙂
Eski Heykeller Müzesi
Yukarıda belirttiğim gibi Moskova, hatta genel olarak Rusya, eski Sovyet mirasını en sağlam şekilde koruyan ülke olarak hemen dikkati çekiyor. Buna rağmen ortalarda Lenin ve 1 tane de Karl Marx heykeli dışında Sovyet simgesi olmuş heykel görmeniz pek kolay değil. İşte bu heykeller ayrı bir parkta toplanmış. Fallen Monument Park olarak geçiyor adı. Gorki Parkı’nın karşısındaki parkta bu eski heykeller toplanmış. Bir Moskova ziyaretinizde burayı görmeden geçmeyin. Aynı karede 3 tane Lenin heykeli göreceğiniz bir yer varsa, orası burası. Lenin dışında Stalin, Brejnev, Cerzinski (Dzerzhinsky), Sverdlov gibi önemli Sovyetik figürlerin heykelleri burada sergileniyor. Ama en dikkat çeken heykel, hiç şüphesiz “CCCP oplot mira”, yani “SSCB barışın kalesidir” (USSR, stronghold of peace) yazılı harika heykel. Rusça’da aynı zamanda Rus uzay üssüne adı verilmiş “mir” sözcüğünün hem barış, hem de dünya anlamına geldiğini unutmamak lazım.
Park Pobedy
Sovyet tarihinin en büyük savaş başarısı, hiç şüphesiz ülkeye giren Nazi Almanyası ordularının geri püskürtülmesiymiş. Bu mevzuya çok önem vermeleri gayet normal, çünkü bu sadece Sovyetlerin değil, 2. Dünya Savaşı’nın ve dolayısıyla tüm dünyanın kaderini etkilemişti bu direniş. Elbette 2. Dünya Savaşı’ndaki ‘zaferi’ anlatan bir müze yapılması normal. Ama müzeyi çevreleyen kocaman bir park da var, ona da sonraki paragrafta geleceğim. Zafer Müzesi’nin girişi 300 ruble, önündeki büyük anıtta kahramanlıklara imza atılmış cephelerin isimleri yazıyor, bir de sönmeyen ateşi var. Müzenin içindeki açıklamaların çoğu maalesef Rusça. Ama ilk girdiğiniz kısımdaki salonun iki yanındaki muhafazalarda SSCB’nin her bölgesinin verdiği “şehitlerin1 isimlerinin yazılı olduğu ansiklopedi kıvamında devasa kitapları görmek bile, Sovyet Rusya’nın savaşta verdiği mücadeleyi ve kayıpları belgeliyor. 2. Dünya Savaşı’na dair insan kayıpları konusu geçtiğinde hep Yahudi katliamları akıllara geliyor, ki bu da çok normal, 6 milyon civarında Yahudi öldü. Ama Sovyetlerin de 20 milyonun üzerinde vatandaşını kaybettiğini unutmamak gerek. Bu etkileyici müzede savaşın dönüm noktası olarak kabul edilen Stalingrad, Leningrad, Kursk, Dinyeper cephelerinin hem resimli hem de fiziksel eşyalarla birleştirilmiş oda büyüklüğünde dioramaları yer alıyor. Yine bütün bu cephelerden ve genel olarak SSCB’den gelen hatırlar, bilgilendirici açıklamalar eşliğinde sunuluyor. Son diorama ise Kızıl Ordu tarafından ‘fethedilen’, yakılıp yıkılmış Berlin’e ait. Ana koridorların duvar ve sütunlarına, SSCB Kahramanlık Madalyası alan insanların isimleri işlenmiş. Ayrıca diğerleri kadar çetin geçmese de Sovyetlerin savaştığı Asya-Japonya cephesiyle ilgili bölümler ve savaşa dair tabloların sergilendiği güzel bir resim galerisi müzeyi tamamlıyor.
En üst kattaki Zafer Salonu’nda muhteşem bir slayt gösterisi de yapılıyor. Savaşın tüm aşamaları, duvara yansıtılan görüntüler ve müzikler eşliğinde Sovyet-Rus bakış açısıyla anlatılıyor. Bunu kesinlikle kaçırmayın, çok ama çok etkileyici, hem görüntü hem de müzikleriyle insanı ‘Allah Allah’ nidalarıyla koşturacak bir gösteriye tanık olacağınızı garanti edebilirim. Ben saat 17:00 gibi tesadüfen bu salona girdiğimde gösteriyi yakaladım, siz saatleri sorun bence.
Bu müze, Pobedı (Zafer) adında bir parkın ortasında bulunuyor. Poklonnaya Tepe’sine kurulmuş olan park, yerel halk için köpek gezdirip, koşup, spor yapıp dinlenmek gibi amaçlarla kullanılırken, 2. Dünya Savaşı’yla ilgili birçok anıt ve başka küçük müzeler burada yer alıyor. Mesela Almanlardan ganimet olarak ele geçirilmiş silah, top, tank gibi araçların sergilendiği bir açık hava müzesi var. Ama benim ilgimi en çok çeken yerler, dini yapılar oldu. Bu parkın içinde ve etrafında sadece kilise değil, sinagog ve cami de bulunuyor. Özellikle camiye gitmenizi önereceğim. Ben Kurban Bayramı sırasında gitmiştim, bu yüzden parkın hemen dışındaki caminin avlusunda ‘Kurbanfest’ adını verdikleri bir etkinlik düzenleniyordu. Burada genelde başı kapalı hanımlar, kafasında takke olan adamlar ve ortalıkta koşturan çocuklarla karşılaştım. Oldukça kalabalıktı, çoğunluk sanırım, Kazan, Ufa gibi Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerden gelmişti. Burada ücretsiz dağıtılan etli pilav türü yemeği tabii ki atlamadım, Moskova’nın ne kadar pahalı bir şehir olduğunu bu vesileyle tekrar hatırlatayım. Yarı aç yarı tok dolaşma ihtimaliniz yüksek, eğer paranıza acımayacak ölçüde hali vakti yerinde bir insan değilseniz.
Gorki Parkı
Scoripons’ın Wind of Change şarkısında adı geçen Gorki Parkı, Moskova’nın en büyük parklarından. Benim ziyaretim sırasında bir hiphop festivali gibi birşey vardı, bu yüzden aşırı kalabalıktı. Yine de mutlaka gidin ve görün burayı. Eski Heykeller Parkı’nın hemen güneyinde, yolun öbür tarafında bulunuyor. Ayrıca nehir kenarında olmasından ötürü nehrin kenarına oturup birşeyler yiyip içmeniz, geçen küçük motor ve gemileri seyretmeniz de mümkün.
VDNKh
Moskova’nın Sovyet dönemi hatıralarından en bilinenlerinden biri de şehrin en büyük parklarından VDNKh (Vystavka Dostizheniy Narodnogo Khozyaystva). “Ulusal Ekonominin Başarıları Sergisi” demek, SSCB’nin geniş kapsamlı bir “yerli malı haftası” müsameresi gibi olduğu da söylenebilir. Ülkenin özellikle tarım ve sanayide başardıkları, hem de ülke ülke bölünmüş şekilde burada sergilenirmiş. Günümüzde SSCB’nin önemli silahlarının sergilendiği bölümler, ülkelere ayrılmış bölümler, dev bahçeler, havuzlar, heykellerle birlikte dolaşması çok keyifli bir zaman yolculuğu sunuyor. Dediğim gibi burada ülkelere ayrılmış bölümler var, ama günümüzde asıl amacından farklı kullanılıyor buralar, tıpkı parkın geneli gibi. Mesela Ermenistan bölümünde seyahat acenteleri ve Ermeni restoranları vardı. Ana bina ve önündeki Lenin heykeli park içindeki diğer etkileyici yapılar. SSCB için tarımın ne kadar önemli olduğu, park içinde çeşitli boyutlarda bolca görülen buğday, başak vs. figürlerinden rahatça anlaşılıyor. Yakındaki Uzay Müzesi ve Kolhoz Heykeli de aslında bu parkla birlikte düşünüldüğünde bir konsepte kavuşuyor.
Deli Petro Heykeli
Bizim tarih kitaplarında ‘Deli’ diye adlandırılan, Rusların ise ‘Büyük’ dedikleri, Çarlık Rusyası’nın son hanedanı olan Romanov’un kurucusu ve ilk Çarı Büyük Petro’yla Rusya’nın her yerinde bir şekilde karşılaşabiliyorsunuz. Petro’nun mezarı, St. Petersburg’daki Petropavlovsk (St. Peter and Paul) Katedrali’nde mesela. Çok etkileyici, bir geminin güvertesine çıkmış devasa bir heykeli ise Moskova’da. Tretyakov Galerisi ve Kurtarıcı İsa Katedrali’nin ortasındaki yarımadanın ucundaki minik yapay adada, Yakimanka Bölgesi’nden en iyi şekilde görülüp fotoğrafı çekilecek heykele, Eski Heykel Parkı’na giderken mutlaka uğrayın.
Eski Sovyet Atari Salonu
İsmi (Museum of Soviet Arcade Machines ya da Muzey Sovetskikh Igrovykh Avtomatov) biraz garip gelebilir, ama Moskova’da bir de Sovyet döneminin oyunlarını barındıran bir atari salonu-kafe bulunuyor. Girişte 450 ruble karşılığında 15 tane jeton satın alırsanız, bu enteresan oyunların birçoğunu deneyebilirsiniz. Jeton dedikleri, bir zamanların 15 kapiklik bozuk paraları aslında, bir kibrit kutusunda veriliyor.
Gençleri bilemiyorum tabii, ama benim gibi 90’ların çocuğu olup atari salonlarında ağız tadıyla birkaç tur geçebilmek için başka biri yanıma ‘challenger’ olarak oturmasın diye dua etmiş, bilgisayarın her eve girişinden önce atari aldırabilmek için anne babasının önünde kırk takla atmış biriyseniz burası çok ilginizi çekecektir. Elbette oyunların hiçbir tanıdık değil, arayüzler falan hep Rusça ama genel konsepti anlamak zor değil. Özellikle hala Duck Hunt’ın teknolojisine akıl sır erdirmekte zorlananlar, buradaki 80’lerden kalma tüfekli avlanma oyunlarına şapka çıkaracaktır bence. Bunun dışında araba yarışlarını, Pacman benzeri birşeyler yemeli oyunları, yılan oyununun öncülü “Piton” oyununun, mekanik basketbol ve buz hokeyi oyunlarını, makineden oyuncak çekme makinesini falan deneyebilirsiniz. Ama iki kişi bulunmanız halinde daha çok keyif alabileceğinizi itiraf etmek isterim, tek başınayken ağız tadıyla oynayacağınız ‘arcade’ oyunlar sınırlı kalıyor. Moskova’nın akşam mekanlarının yoğun olduğu yerlerden Kuznetski Most Caddesi’nde bulunuyor. Burası yeterince turistik olmasa gerek ki girişte jeton aldığım hanımefendi bana burayı nereden duyduğumu sordu.
Kolhoz Heykeli
Bir başka Sovyetik simgeye geliyor sıra. Hiç eski Sovyet-Rus filmi izlediniz mi, mesela Solaris veya Stalker’i? İzlediyseniz film başlarken karşınıza çıkan görkemli Mosfilm logosu eminim ki aklınızda kalmıştır. Sol elinde çekiç tutan bir erkekle (işçiyi simgeliyor) sağ elinde orak tutan bir kadının (kolhoz kadınını simgeliyor) oluşturduğu “kolhoz” simgesi, bir film şirketinin dışında, SSCB’nin çok önemsediği tarım-sanayi büyüme ve gelişmesinin de simgesiydi. Kırsal kesimlerdeki kooperatif çiftlik yapılanmasının kısaltması (kollektivnoye hozyaystvo) olan kolhoz, SSCB’nin ağır sanayi hamleleri haricindeki büyüme hamlesinin, sıradan köylü yaşamına indirgenmiş haliydi de denebilir. Vera Muhina’nın 1937’de tamamladığı heykel 24 metre yüksekliğe sahip. Moskova’da VDNKh Parkı’nın yakınlarındaki bu kocaman ve etkileyici heykelin alt kısmında, eski Sovyet ülkelerini simgeleyen ikincil bir heykel bulunuyor. Büyük heykelin altındaki müzeyi görmeseniz bile bu anıtı görmenizi öneririm. Büyük Sovyet yönetmeni Sergey Eisenstein’ın adını verdiği caddenin Prospekt Mira Bulvarı’yla kesiştiği yerde bulunuyor. VDNKh’ya gelme düşünceniz varsa bu heykeli de muhakkak görün diyorum.
Lujkov Köprüsü
Eh, ortasından nehir geçen bazı Avrupa şehirlerini gördüyseniz birçok köprüde evli çiftlerin veya sevgililerin adının kazındığı asma kilitlerin olduğu köprüleri de kesin görmüşsünüzdür. Bunun Moskova’da da bir karşılığı var, Lujkov Köprüsü (Luzhkov Most). Yalnız burası sırf bu kilitlerin asılması için özellikle yapılmış gibi. Bu küçük köprüdeki metal ağaçlar, kilitlerin asılmasına uygun şekilde tasarlanmış. Tretyakov Galerisi’ne ve Strelka’ya yakın.
7 Kız Kardeşler – Stalin Gökdelenleri
2. Dünya Savaşı’nın ardından Yosif Stalin, şehri devasa gökdelenlerle doldurmak istemiş. Nikita Hruşçov’un ifadesine göre savaşın galiplerinden biri olarak yabancılar Moskova’ya geldiğinde hiçbir gökdelenin olmadığı bir şehre gelmiş olmasınlar, şanlarına gölge düşmesin istemiş. Planlanan yapılardan 7 tanesi tamamlanmış. Günümüzde bazılarının kullanım amaçları değişse de binalar aynen duruyor, zaten bu kadar yüksek binaları yıkmak ya da kapsamlı dış tadilatlara sokmak pek mümkün görünmüyor. En tepelerine yakın şekilde binalara kondurulmuş orak çekiç ya da kızıl yıldızlara da dokunulmamış. Bunlar belki Moskova şehrinin simgelerinden sayılmaz, ama yer tarifi açısından kolaylık sağladıklarına şüphe yok. Ben hiçbirine özellikle gitmeye çalışmadım, buna rağmen 4 tanesini gördüm, belki diğerlerini de görmüş ama dikkat etmemişimdir. Benim gördüklerim, Eski Arbat Caddesi’nin Smolenskiy Bulvarı kestiği yerdeki Dışişleri Bakanlığı Binası, Vorobyı Gorı’ya yakın Moskova Devlet Üniversitesi’nin ana binası, bir zamanlar Hotel Ukraina olan, günümüzde Radisson Royal Otel olarak hizmet vermeye devam eden bina ve Sadovaya-Kudrinskaya Caddesi’ndeki Kudrinskaya Binası. Diğer üçü ise Leningradskaya (Hilton) Oteli, Kotelnicheskaya Binası ve Krasnıy Vorot (Red Gate) Binası. Merak edenler, Moskova’nın ana caddelerinde dolaşırken gökyüzünü inceleyebilirler, nitekim bütün bu binalar ortalama 150 metre yükseklikte.
Moskova, akşam ve geceleri de oldukça hareketli bir şehir. Eski Arbat Caddesi haricinde Kuznetskiy Most Caddesi, buraya yakın Bolshaya Dmitrovka, Kamergerskiy ve Petrovka Sokaklarında çok sayıda bar ve restoran var oturup birkaç şey içebileceğiniz. Takılmak isteyenlere naçizane akşam tecrübemle buraları önerebilirim.
Moskova’daki bir sürü yerle ilgili birşeyler yazdım, daha da görülebilecek çok yeri atlamış olabilirim. Çünkü burası, artık varolmayan bir ‘imparatorluğun’ başkentliğini çok yakın geçmişe kadar yapmış, 20. yüzyıl dünya tarihine yön vermiş mega bir şehir. Gördüğüm şehirler arasında Moskova’yı Paris’le karşılaştırabilirim, büyüklüğü, kalabalıklığı, başarılı metrosu, pahalılığı ve görülecek sürüyle yeri olması açısından çok benziyorlar bence. Paris’e atfedilen “romantizm” geyiği, Moskova’da müthiş bir şehir planlaması ve bir dolu Soğuk Savaş hatırasına yerini bırakıyor. Rusya’ya giderseniz zaten Moskova’yı atlamazsınız, ama sadece Moskova’yı -tamam bir de St. Petersburg’u- görmek için bile Rusya’ya gidin, eski Sovyet şehirlerinin neye benzediğini, Sovyet metrolarının derinliğini ve hepsinden önemlisi kadim Rus kültürünü Moskova’dan daha net ve görkemli bir şekilde görebileceğiniz başka bir şehir olduğunu sanmıyorum. Hem Rus Çarlık yıllarının, hem Sovyet Komünist döneminin hem de SSCB sonrası Kapitalizm’e yönlenmiş modern Rusya Federasyonu’nun izlerini üzerinde taşıyan Moskova, en az 5 gün boyunca keyifle dolaşabileceğiniz birçok seçenek sunuyor ziyaretçilerine…
İletişim
Bu yazıyla ilgili sorularınızı, yazıya yorum yaparak bana iletebilirsiniz. Ancak sizden ricam, önceki yorumları da okumanız, belki de aynı soru önceden sorulmuştur.