Vilnius’ta Gezilecek Yerler – Vilnius Gezi Rehberi
Son güncelleme tarihi: 16 Şubat 2020
Baltık ülkeleri olarak da bilinen Litvanya, Estonya ve Letonya’ya bir gezi yapmaya karar verdiğimde, bu üçlü Avrupa Birliği bünyesinde görmediğim az sayıda ülke arasındaydı. Aynı zamanda eski Sovyet ülkesi olarak AB’ye girmiş yegane 3 ülkenin neye benzediğini oldukça merak ediyordum.
Gezi masraflarını en aza indirmek için yaptığım karmaşık plana göre ilk (ve de son) durağım olan Litvanya’nın başkenti Vilnius, ne bekleyeceğimden tam emin olamadığım bir yerdi. Çünkü Litvanya denince basketbol ve Zalgiris’i hatırlayan bendeniz için haliyle Kaunas, Vilnius’tan önce aklıma gelirdi hep. Şimdi Vilnius’un da gayet görülesi bir yer olduğunu söyleyebildiğime memnunum açıkçası.
Not: 2015’te Litvanya Litası tedavülden kalkmış ve ülke Euro’ya geçen son Baltık ülkesi olmuştu. Verdiğim bilgiler ve fiyatlar 2019 Haziran itibariyle geçerlidir.
Vilnius’a nasıl gidilir?
Türkiye’den Vilnius’a düzenli seferleri olan tek şirket THY. Ama biraz daha ucuz bilet bulmak isteyenler benim gibi Kiev veya başka bir ülkenin şehirleri üzerinden aktarma yapma seçeneğini düşünebilir.
Uçak dışında Vilnius’a yakın ülkelerden otobüs ve trenle de gelinebiliyor. Diğer Baltık ülkeleri ve Varşova, Berlin gibi şehirlerden otobüsle gelmek de mümkün.
Vilnius Uluslararası Havaalanı oldukça küçük, ama küçük olmasının haricinde dışarıdan kesinlikle bir havaalanı izlenimi vermediğini de söylemem gerek. Daha çok tren istasyonuna benziyor, hatta içi de bu izlenimi destekler şekilde inşa edilmiş. Şehir merkezine gelmek için hemen havaalanının önünden kalkan 1, 2 ve 88 numaralı otobüslere binebilirsiniz. Bizzat Aušros Vartai’ye kadar gelen 88 numaralı otobüs haricinde birkaç yüz metre gerideki tren garının yanına gelen 1 ve 2 numaralı otobüsleri de düşünün. Adeta metro gibi, her durakta inen binen olmasa da duran bu otobüsler yaklaşık 20 dakikada sizi getiriyor, 1 € ücreti bizzat şoföre ödeyebilirsiniz.
Vilnius’ta gezilebilecek yerler
Vilnius’un en turistik yerleri Old Town çevresinde yoğunlaşıyor olabilir ama şehrin asıl merkezi Katedral Meydanı bence. Bu geniş meydanda birçok organizasyon ve konser düzenlendiği gibi, yerel halkın da önemli bir buluşma noktası olmuş.
Litvanya halkının büyük kısmı, komşuları Polonya gibi Katolik, bu nedenle diğer Baltık ülkelerine nazaran din sembolik de olsa, bağımsızlık mücadelelerinde ve günlük hayatlarında biraz daha fazla yer tutuyor. Vilnius Katedrali de görkemli bir yer, ilgi çekici kısmı ise buranın altında yer alan Kral ve düklerin mezarlarından oluşan nekropolis kısmı. Ne yazık ki buraya sadece rehber eşliğinde ve haftanın belli günlerinde düzenlenen turlarla girilebiliyor. Ama hiç olmazsa içerideki devasa orgu görmek için bir uğrayın.
Katedralin yaklaşık 30 metre yanındaki çan kulesi de manzara meraklıları için ziyarete açık. Ancak bu ikisinin arasında bir yer var ki Litvanya tarihi açısından çok önemli bir kilometre taşı olarak kabul ediliyor. Bu da gerçekten bir taş, “Stebuklas”. Litvanca’da “mucize” anlamına gelen bu sözcük, 23 Ağustos 1989’daki ünlü Baltık bağımsızlık eyleminin simgesi olan fayansa adını vermiş.
Bütün Baltık ülkelerinde, özellikle Litvanya ve Estonya’da sıkça anılan 600 kilometreden uzun insan zinciri, Baltık ülkelerini Sovyetler Birliği idaresine teslim ettiğine inanılan Molotov-Ribbentrop Paktı’nın 50. yıldönümünde Tallinn’de başlatılmış ve Letonya üzerinden geçerek Vilnius’ta sona ermiş. 2 milyondan fazla insanın katıldığı zincirin bittiği yere de, meydandaki diğer karolardan farklı olan Stebuklas taşı yerleştirilmiş. Hikayeye göre bu karonun üstüne çıkıp etrafınızda 3 kez dönerseniz dilekleriniz gerçek olurmuş. Taşı bulduğunuzda bunu yapan başka insanlar göreceksiniz, bu ritüeli tekrarlamak ise size kalmış. Bunu yapmasanız bile Baltık resmi tarihinin yazdığı en büyük destanlardan birinin üzerine ayak basmış olma hissini kaçırmak istemezsiniz.
Vilnius’u diğer Baltık başkentlerinden ayıran en önemli özelliği, aşırı yeşil bir şehir olmasının yanında bu yeşilliklerin merkeze gayet yakın devasa parklarda zirve noktasına çıkması bence. Bunda dar bir bölgeye fazla sayıda tepenin sıkışması da muhakkak etkili olmuştur tabii. Bir de şehri kollara ayrılarak parçalara bölen Neris ve Vilna Nehirlerini de unutmamak gerek. Vilna Nehri’nin geçtiği bazı yerler, özellikle Bernardine Parkı oldukça güzel. Halkın boş zamanlarında akın ettiği başlıca yerlerden biri olduğu gibi yeni evli çiftlerin de fotoğraf çekilmek için öncelikli adresi dersem neye benzediği konusunda fikir oluşturabilirim sanırım.
Orman demişken bahsetmem gereken ikinci yer ise Üç Haç’ın (Three Crosses, Trys kryžiai) olduğu tepe. Şehre yukarıdan bakan doğal bir tepenin üzerinde bulunan 3 haç, nispeten daha seküler halklara sahip Baltıkların en dindar ülkesinin simgelerinden bir tanesi. Efsaneye göre bu tepede 17. yüzyılda 7 Fransiskan rahibi kafaları kesilerek idam edilmiş ve buraya gömülmüşler. İlk olarak tahtadan yapılan anıt 1916’da mermerden haliyle yeniden inşa edilmiş. Sovyetler döneminde kaldırılmış ve bağımsızlıktan çok kısa bir zaman önce, 1989’da yeniden eski yerinde bir kez daha yapılmış. Bu haçların yanından çekeceğiniz manzara fotoğraflarına bile sağdan soldan giren dallar, ne kadar yeşil bir tepe üzerinde bulunduğunuzu anlamaya yetiyor. Buraya bağlanan yan tepeler de ormandan farksız. Bunları birbirine bağlayan yürüyüş ve koşu parkurları bulunuyor. Kesinlikle Vilnius’un en güzel mnzaralarından biri Üç Haç tepesinde diyebilirim.
Şehre bakan hakim bir tepede bulunan Gediminas Kulesi, Vilnius’un güzel manzaralarından bir diğerine sahip. Şu anda restorasyon halinde olan kalenin bir tane kulesi ayakta ve buraya 5 Euro’ya çıkılabiliyor. Yol boyunca ara katlarda Orta Çağ’dan kalma eşyalar sergileniyor, ayrıca Baltık Yolu Yürüyüşü’ne de önemli yer ayrılmış. Vilnius’un simgelerinden biri olan güzel kuleyi atlamayın.
Kalenin hemen aşağısında önünde Mindaugas heykeliyle Litvanya Ulusal Müzesi var. Litvanya tarihinin özellikle Litvanya Polonya Birliği dönemine odaklanan anlatımlarla başlayan müzede, Grunwald Savaşı’ndan büyük bir maket de bulunuyor. Litvanya tarihinde yeri olan büyük düklerin hayatı anlatıldıktan sonra benim için diğer ilgi çekici kısım geldi, 1. Dünya Savaşı sonrası kısa bağımsızlık yıllarında ülkenin başından geçenler. Anlatılana göre ülkeyi bayındır ve kendi kendine yeten bir hale getirmek için birçok atılım yapılmış, ama yönetimsel sorunlar ve 2. Dünya Savaşı bunlara engel olmuş.
Müzede sadece siyasi tarih yok, Litvanya kültürüne dair hatıralar da yer alıyor. Örneğin eski oyuncak koleksiyonu, demir ve tahta haçlar, köy evleri ve odaları da müzenin envanterinde. Ayrıca Giedrius Kazimierenas’ın oldukça modern bir üslupla resmettiği Litvanya tarihinin önemli anlarına ışık tutan tabloların bulunduğu küçük sergiyi de atlamayın. Siyasi tarih sevenlere tavsiye ederim, sarayla birbirini güzel tamamlıyorlar. Giriş 3 Euro.
Buranın bitişiğinde de Palace of The Grand Dukes of Lithuania adıyla bilinen saray müzesi yer alıyor. Katedral Meydanı’nı geçip elinde kılıç tutan Gediminas heykelini de görünce solda kalıyor giriş. Girişin üzerindeki güneş saati de tanımanıza yardımcı olur.
Vilnius’un en büyük, en görkemli müzelerinin başında bu saray kalıntılarına inşa edilmiş müze geliyor. Müzenin 4 ana rotası var ve zamanınız varsa hepsini görebilirsiniz. Birinci bölüm, eski sarayın kalıntıları etrafındaki turu içeriyor. Sulama sistemlerini, yangınlar nedeniyle kararmış taşlarını göreceksiniz buranın ilk başta. Müze boyunca Litvanya resmi tarihinin ilerleyişine, M.S. 1009’da Mindaugas’la başlayarak 1300’lerde Gediminas’la devam eden Litvanya düklüklerinin 1500’lerde Polonya ile birleşerek oluşturduğu devlete, bu devletin önemli liderlerine geniş yer ayrılıyor. Bir zamanlar günümüzdeki Ukrayna üzerinden Kara Deniz’e dek etki alanı oluşturan Polonya & Litvanya birliğinin en parlak dönemlerine bilhassa fazla yer verilmiş.
Bunların ardından sarayın tamamıyla restore edilmiş odalarının bulunduğu rota geliyor. Orijinal sarayda bulunan ve bulunmayan odalar, dönemin havasına uygun şekilde yeniden inşa edilmiş. Standart saray gezilerinden keyif alanların bu bölümü seveceklerini tahmin etmek güç değil. Görkemli taht odalarını, yatak odalarını, balo salonlarını görüp geçtikten sonra kraliyet hazinesi geliyor. Bu küçük bölümde Litvanya düklerinin taçlarının imitasyonları ve diğer kutsal emanetler bulunuyor. Son olarak da farklı sergilerin değişmeli olarak bulunduğu galeri bölümü geliyor. Ben ziyaret ettiğimde çok hoşuma giden bir fotoğraf sergisi vardı, eski Litvanya-Polonya topraklarında bulunan ve kaderine terkedilmiş kilise ve dini yapıların kar altındaki fotoğraflarından oluşuyordu ve çok etkileyici buldum ben. Giriş 7 Euro.
Užupis
Neris’le birleşmeden önce ormanlık tepeleri ikiye ayıran Vilnia Nehri’nin diğer tarafında ise şehrin en turistik yerlerinden Užupis yer alıyor. Nehrin zigzag yaptığı bir yerin içine hapsolmuş Užupis, şehrin marjinal insanlarının, sanatçıların toplandığı bir yer ve 1999’da “bağımsızlığını” ilan etmiş. Kopenhag’ın Christiania’sı diyebiliriz belki ama orası gibi “yasaklanmış nimetlerin cenneti” değil, daha çok sanatçı karakterli kişilerin kümelendiği, çok daha küçük, bohem bir bölge.
Užupis’te güzel kafe ve bar-restoranlar var tabii, onların yanında içinden egzotik müzikler ve değişik tütsü kokularının geldiği atölyeler ve her yere serpiştirilmiş modern sanat eserleri bulunuyor. Özellikle karnı deşilmiş gibi duran piyanoların bolluğu dikkat çekiciydi.
Užupis’in en bilinen simgesi, yarımadaya girilen ana köprünün hemen altında yer alan denizkızı heykeli hiç şüphesiz. Hem çekici, hem de korkutucu yüz ifadesiyle zihninizde yer edecek bu heykele bir kez bakan bir insanın, lanetlenerek oradan hiç ayrılamadığına inanılırmış.
Užupis bir “devlet” olduğundan bir anayasası da var haliyle. 40 küsur maddelik anayasa, aralarında Türkçe’nin de bulunduğu birçok farklı dilde bir duvar boyunca asılmış. Christiania gibi ekstrem şeyler görmeseniz de kendi çapında kurtarılmış bir bölgeye gittiğinizi anlayabilirsiniz. Özellikle nehir kıyısı son derece huzurlu ve şehrin geneli gibi yemyeşil.
Vilnius Old Town’ı, tüm Baltık Old Town’larının en büyüğü ve en niteliğini kaybetmiş olanı gibi dursa da dolaşırken canınız sıkılmıyor.
Vilnius Old Town’ı bir zamanlar baştan sona surlarla ve içeri açılan kapılarla çevriliymiş. Bu kapılardan geriye yalnızca Şafak Kapısı (Gates of Dawn, Aušros Vartai) ayakta kalmış. Kapının dış tarafında görünür durumda olan İsa çizimini es geçmeyin. Ardından, buranın içine adeta entegre olmuş Azize Teresa’ya adanmış şapele mutlaka uğrayın, kapının üzerindeki minik odada yer alan altın kaplamalı Meryem ikonası önünde toplanıp dua eden Katolikleri görün. Figürün yer aldığı en kutsal odaya girmeseniz bile buranın kıyısına gelip içeride içtenlikle dua eden insanları görmek de az şey değil. Özetle, Aušros Vartai’ye sadece dışarıdan bakmayın, kilisenin içine de mutlaka girin.
Old Town içinde başka birçok kilise var, biraz aşağıda yer alan, özellikle kapısıyla dikkatlerden kaçmayacak Holy Trinity (Kutsal Üçleme) kilisesini görmek için kapıyı takip edin. Burada turistler sadece kapının fotoğrafını çekmek için duruyor. Restorasyonda olsa da görkemini koruyan bu kiliseyi gözden kaçırmayın. Ayrıca pembe kırmızı renkli St. Casimir’in (Kazimiero) dış görüntüsü gayet güzel. Şehre yayılmış diğer kiliselerin çoğu Katolik kilisesi olmakla birlikte Ortodoks, Dominikan, Fransiskan Kiliseleri de yer alıyor. Şehrin en güzel kilisesi, bence tartışmaya yer vermeyecek şekilde kırmızı tuğlalı St. Anne Kilisesi. Rivayete göre Napolyon bile güzelliği karşısında büyülenmiş ve avucunun içinde Fransa’ya götürmek istediğinden söz etmiş. Vilnius’ta her kiliseye girmeye kalkarsanız zaman kaybedersiniz, ama St. Anne için zaman ayırın.
Merkezin biraz dışında bulunan St. Peter and Paul Kilisesi, şehrin en bilinen Katolik kiliselerinden. Nehrin öbür tarafında ise yine NKGB tarafından öldürülen yüzlerce kişiye adanmış bir park var Tuskulenai Parkı. Parkta 1940’lı yıllarda Sovyetler tarafından infaz edilen bu kişilerin 90’larfa keşfedilen toplu mezarı bulunuyor. Parkta bulunan bir anıt, ölenlerin anısını yaşatıyor.
Old Town’da en büyük meydan, belediye binasının (Town Hall) önünde bulunuyor. Burada ben bir gençlik güreş turnuvasına rastgeldim mesela, o kadar büyük. Binanın içinde ise fazla birşey yok, alt katta şehrin fotoğraflarının bulunduğu bir sergi, üst katta çeşitli organizasyonların düzenlendiği salonlar. Dışından bakmak yeterli olur. Ayrıca Edebiyatçılar (Literatu) Sokağı’nda, yerli ve uluslararası edebiyatçılara referansta bulunan küçük küçük eşyaları görebilirsiniz.
Old Town’ı çevreleyen sur sisteminin tarihçesini anlatan, The Bastion of Vilnius Defensive Wall’a da uğranabilir. Tabii günümüzde Aušros Vartai’den başka birşey kalmamış olsa da 16. yüzyılın başlarında yapımına başlayan surlar önemli bir savunma silahıymış. Müzenin bulunduğu tepe de etrafına hakim bir konumda olması nedeniyle kritikmiş. Müzede Litvanya’nın girdiği savaşlara daha çok yer verilirken, yine döneme ait çeşitli eşyalar sergileniyor. Giriş 4 Euro.
Vilnius’ta Litvanya tarihinin meşhur şahsiyetleri haricinde birkaç tane de enteresan diyebileceğim figürün heykelleri var. En bilineni, ünlü rock müziği sanatçısı Frank Zappa’nın heykeli. Heykel haricinde arkasındaki graffiti duvarı da dikkat çekici. Zappa anladığım kadarıyla Sovyet yönetiminden çıkan Litvanya gençliğinin Batı hayranlığının bir simgesi olarak çok sevilen bir kişiymiş. Ayrıca Vilnius doğumlu Yahudi-Fransız yazar Romain Gary’nin (Emile Ajar adıyla da bilinir) de elinde bir ayakkabıyla bekleyen, çocuk halini simgeleyen bir heykel de buraya yakın bir noktada. Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı romanında bulunan bir sahneden esinlenilmiş, çok güzel ve etkileyici bir heykel. Yazarın çocukluk yıllarının bir kısmının heykelin bulunduğu Jono Basanavičiaus Caddesi civarında geçtiğini hatırlatalım.
Vilnius, Baltık Yahudilerinin en yoğun şekilde kümelendiği şehirlerden biriymiş bir zamanlar. Bu nedenle tıpkı Riga gibi Yahudilerin tarihine ve şehirde bıraktığı izlere yoğunlaşan yerler bulunuyor. Vilna Gaon Holokost Müzesi dışında artık pek izi kalmamış olsa da Old Town içinde bir zamanlar Yahudi gettosuna ev sahipliği yapmış bölge, bir zamanlar büyük sinagogun bulunduğu yerin yanındaki Vilna Gaon heykeli ve tabii ki Pylimo Caddesi’ndeki iyi korunmuş Chorale Sinagogunu görebilirsiniz. Dipnot, Pylimo Caddesi’nde çok sayıda eski bina var, bu cadde üzerinde bir yürüyüş yapın derim zaman bulursanız.
Vilnius’un yeni, büyükler kadar – hatta- daha çok- çocuklara hitap eden İllüzyon Müzesi’nden de (Iliuzijų muziejus) söz etmek isterim. İçeride iki ve üç boyutlu birçok göz yanılgısı eseri sergileniyor. İki boyutlu olarak çoğunlukla merdivenli resimler, ışık yanılsamaları düzenekleri, hologramlar var. Ters dönmüşsünüz izlenimi veren odalar, sosyal medyada paylaşmalık fotoğraf dekorları sağladığını söylemek yanlış olmaz. Fazlasıyla interaktif bir ortam yaratılmış ve müzenin genç çalışanları sergilenen her birşeyin kerametini anlatmak, gerektiğinde fotoğrafınızı çekmek konusunda oldukça hevesli ve yardımsever. Zamanınız bol olduğunda gitmeyi düşünebilirsiniz. Giriş ücreti 11 €.
Vilnius’ta bir de Bernardine Mezarlığına gittim. Yandan geçen Vilnia Nehri’ne yukarıdan bakan, evlerin arasına sıkışmış, ağaçlar içindeki eski mezarlıkta daha çok Polonya kökenliler yatıyor. Mezarlık gezmeyi sevenlere buraya kısa da olsa zaman ayırmalarını öneririm. Mezarlığın içinde kalan evinde, gelen gidene aldırış etmeden çamaşırını dışarıdaki iplere asan teyzeyi unutmayacağım.
Sovyet mirasını şiddetle reddeden diğer eski Sovyet ülkeleri gibi Litvanya da SSCB öncesi tarihine, kahramanlıklarına çok düşkün. Vilnius şehrinin tarihini 10 dakikada anlatma iddiası taşıyan küçük müze de sadece şehrin değil, Litvanya’nın da tarihini sinevizyon gösterisi halinde anlatıyor. Türkler’in Ergenekon’u gibi bir kurt hikayesiyle başlayan Vilnius, müzelerde de defalarca anlatılan tarihi biraz daha öz ve görüntülü şekilde ziyaretçilere anlatıyor. Buranın da giriş ücreti 8 Euro.
İşgal ve Özgürlük Savaşı (KGB) Müzesi
Diğer Baltık ülkelerinde olduğu gibi, bir zamanlar KGB’nin üssü olarak kullanılan, tutuklama, işkence ve idam infazlarının gerçekleştirildiği bina da günümüzde müze olarak faaliyet gösteriyor. Litvanya’daki KGB faaliyetleri temelde muhalifleri çoluk çocuk toplayıp SSCB’nin içlerine sürgüne göndermek, yıllarca dönmemelerini sağlamak şeklinde gerçekleşmiş. Binanın üst katları, bu dönemde yaşananların anlatıldığı bilgi levhaları ve sürgündekilerin eşyalarını barındırıyor. Partizanların 1950’lerin ortalarına kadar Sovyetlere karşı mücadele ettiği biliniyor ve bu yıllara ait ayrıntılı bilgiler veriliyor. Ayrıca KGB’nin dinleme odaları, yabancıların kaldığı otellerin kayıt defterleri, KGB üyeleri ve yerel işbirlikçilerinin eşyaları ayrıca sergileniyor. KGB’nin kurucusu Feliks Cerjinskiy’in sözleri falan yazıyor duvarlarda. Alt katlar ise alışıldık şekilde zindanlar şeklinde tasarlanmış. Dar ve karanlık ceza hücrelerinin yanında birçok tutuklunun sığışmak zorunda kaldığı koğuşlar ziyarete açık. Arka taraftaki avludan geçilen infaz duvarı yine Riga’dakine çok benziyordu, üzerindeki kurşun izleriyle etkileyiciydi. Giriş 4 Euro. Müzenin önünde Sovyet sürgünlerinin anısına dikilmiş bir heykel de dikkatinizi çekecektir.
Litvanya dünyada kadınlara oy hakkı tanıyan ilk ülkeler arasında bulunmasıyla övünüyor. 2018, bu hakkın verilişinin 100. yıldönümüydü. Bunun anısına nehrin kuzeyinde kalan Konstitucijos (Anayasa) Caddesi’ndeki trafik lambalarındaki yaya figürleri, kadın biçiminde yenilenmiş. Kadın figürü derken, üzerine etek geçirilmiş standart figürlerden bahsediyoruz. Feminist hareket mensuplarını ne kadar memnun ettiğinden pek emin olmasam da dünyada pek fazla eşi benzeri bulunduğunu sanmadığım, kırmızıda bekleyen, yeşilde yürüyen figürleri görmeyi düşünebilirsiniz.
Vilnius’un benim için akılda kalıcı bir diğer yanı ise gezilecek yerlerin ötesinde, açık alanlarda canlı bir sosyal hayat sunmasıydı. Burada geçirdiğim 3 günde bir sokak gençlik güreş turnuvasına rast geldim, Vilnius’ta henüz geçen sene başlamış We Run Vilnius organizasyonuna katılarak yarı maraton koştum, bir başka günde ise LGBTİ örgütlerinin düzenlediği, ana caddelerin kapatıldığı ve oldukça da yüksek katılımlı Baltic Pride yürüyüşünü izledim.
Vilnius, Türkiyeli gezginlerin en popüler turist rotalarında yer almıyor, ancak standart Avrupa ülkelerinin dışına çıkmak isteyenlerin, Baltık turu yapmak isteyenlerin planlarına girmeyi hak ediyor. Gidenlere çok sayıda yapacak şey, görecek yer de sunarak bu ilgiyi hak ediyor da.
İletişim
Bu yazıyla ilgili sorularınızı, yazının altına yorum yaparak bana iletebilirsiniz.