Boston’da Gezilecek Yerler – Dünyaca Ünlü Okulların Şehrinde Gördüklerim
Son güncelleme tarihi: 26 Temmuz 2023
Öğrenci şehri ifadesi kafamda hep Eskişehir gibi yerleri canlandırıyordu ABD’nin Massachusetts eyaletinin başkenti Boston’a gidene kadar. Eskişehir’in böyle adlandırılması, okullar kadar şehrin öğrenci nüfusunun fazlalığından kaynaklanıyor. Boston ise sadece öğrenci değil, sadece kilometrekare başına düşen üniversite sayısının bolluğuyla ve okullarının yüksek eğitim seviyesiyle de değil, bulunan üniversitelerin şehrin kimliğinin şekillenmesine yaptığı büyük katkıyla ve şehirde kapladıkları alanla bu unvanı hak ediyor, böyle bakınca “üniversite şehri” diye adlandırılmayı daha çok hak ediyor gibi.
Ben elbette bu yaştan sonra Boston’a okumaya gitmedim, orada iş sebebiyle bulunduğumdan Boston’daki öğrencilerin nasıl yaşadıklarını, ne yiyip içtiklerini çok görmedim, bilmiyorum. İş dışında kalan zamanlarımı çok da plan yapmadan gezerek geçirince, belirli yerlerden ziyade orada deneyimlediklerim üzerinden bir yazı yazmayı düşündüm. Her şekilde çok güzel zaman geçirdiğim bu şehirle ilgili bir yazı yazma düşüncesi de bu niyetle ortaya çıktı.
Boston, İngiliz kolonistlerin 1630’da kurduğu, Yeni Dünya’nın en köklü şehirlerinden biri. Bu nedenle Avrupa havasını en çok yansıtan yerlerden biri denebilir, ABD’de göreceğiniz ilk şehir olması kesinlikle iyi birşey. Bununla birlikte benim gibi Avrupa’da çok yer görmüş birini de yenilikleriyle şaşırtmayı başardığını söylemem gerekiyor. Hiçbirşey yoksa bile Amerikan filmlerinde görmeye alıştığımız, ana caddenin ortasında içinden duman yükselen rögar kapaklarıyla bile yeterince ‘Amerikan’ bir şehir buldum. Her ne kadar, başka ABD şehri görmediğimden kıyaslama imkanım bulunmasa bile burada geçirdiğim günlerden gayet keyif aldım, yeterince para kazanılma imkanı olması halinde gayet yaşanılabilecek bir yer olarak aklımın bir köşesine not ettim.
1770’lerin İngiliz İmparatorluğuna karşı bağımsızlık hareketlerinde önemli bir yeri olan Boston şehri, meşhur Çay Partisi’nin ve Bunker Hill Muharebesinin gerçekleştiği yer olmasından ötürü, Amerikan Devriminin kilometre taşı olmuş bazı olayların merkeziymiş. Ayrıca Paul Revere ve Samuel Adams gibi şahsiyetlerin de memleketi. Günümüzde ise sadece şehrin kurucuları İngiliz ve İrlanda kökenlilerin değil, İtalyan, Asyalı, Afrikalı ve daha başka birçok ulustan insanın buluştuğu, kendilerine bir hayat kurdukları kozmopolit ama çok da kaotik olmayan bir şehir haline gelmiş. Şehirde gezerken sık sık itfaiye, ambulans ya da polisin sirenlerini duymanız bu gerçeği değiştirmez bence, çünkü bu durum ABD için son derece alışıldık olduğu gibi insanlar da kanıksamış gibi görünüyordu.
Şehirde amaçsızca gezinirken bile birçok kolejle karşılaşmak mümkün, Northeastern, Emerson College, Boston College vs gibi. Ancak şehre bu kimliği en çok aşılayan, tüm dünyada da en çok tanınan iki okul, Harvard ve MIT. Dünyaca meşhur bu okulların yanında tarihi ve kültürel atraksiyonlarıyla, çok kültürlü dokusu ve insanı kendinden geçirmeyen ortalama büyüklüğüyle Boston kesinlikle çok keyifle dolaşılacak, yürüyerek bile rahatça gezilebilecek bir şehir.
Boston’a nasıl gidilir?
Bu soru, daha önceki yazılarımda yazdığım nasıl gidilir tavsiyelerinden biraz farklı olacak haliyle. Aylarınızı okyanusu geçmek için gemilerde geçirmeye niyetli değilseniz elbette Boston’a uçakla gitmek zorundasınız çünkü. Türkiye’den THY’nin direkt uçuşları var, ama daha hesaplı seçenekler için Avrupa ülkelerinden, mesela Almanya’nın Münih veya Frankfurt gibi şehirlerinden aktarmalı olarak da Boston’a uçabilirsiniz.
Geçerli ABD vizesine sahip olanlar, çeşitli Avrupa ülkelerinden transit olarak geçebilirler. Örneğin Almanya’nın resmi olarak Türkiye vatandaşlarına bu hakkı verdiğini biliyoruz. Amerika vizeniz yoksa almanız gerekiyor tabii. Amerika vizesi alma sürecinde yaşadıklarımı anlattığım yazıyı da inceleyebilirsiniz.
Boston’dan ABD’ye giriş
İş arkadaşımla Almanya üzerinden Boston Logan Havaalanına indikten sonra otomatik pasaport kontrol sistemine girdik. Burada bulunan makinelere ilk olarak pasaportunuzun ön sayfasını okuttuktan sonra sorulan sorulara yanıt veriyorsunuz, ‘yanınızda yiyecek sokuyor musunuz’ vs şeklinde sorular bunlar, hepsine “hayır” yanıtı vermenizin faydalı olacağını düşündüğüm sorular… Sonra önünüzdeki ekrana -eğer takıyorsanız- gözlüklerinizi çıkarıp bakıyorsunuz, gösterilen yere bastığınızda fotoğrafınız çekiliyor ve bu fotoğrafınızın da basılı olduğu kağıdın çıktısıyla pasaport kontrol kuyruğuna giriliyor.
Pasaport kontrolünde karşıma çıkan memur, Boston’a neden geldiğimi, ne kadar kalacağımı ve ne iş yaptığımı sordu. Vize görüşmesindeki sorulara çok benzeyen bu soruların ardından pasaportuma giriş mührünü vurdu ve resmen ABD’ye adım atmış oldum. Mühür vurulurken ABD topraklarından ayrılmanız gereken son gün de mührün üzerine yazılıyor, bana yaklaşık 6 ay sonrasına tarih verildi.
Boston Logan Havaalanından şehir merkezine gidiş
Boston Logan Uluslararası Havaalanı, şehir merkezine çok yakın, 5 km kadar bir mesafedeki Apple Island adasında bulunuyor. Tabii burası doldurulup karayla bağlantılı hale getirilmiş, ancak şehrin asıl merkezine yerin altından giden karayolu ve metro tünelleri aracılığıyla bağlanıyor. Eğer tek başınıza değilseniz Amerika’da çok yaygın olan Uber veya Lyft gibi uygulamalarla araba da çağırmayı düşünebilirsiniz.
Toplu taşımada ise iki ana seçenek dikkat çekiyor. Biri yukarıda bahsettiğim metro. Havaalanındaki terminallerden ücretsiz olarak çalışan shuttle otobüsleriyle ulaşabileceğiniz Mavi Hattın (Blue Line) Airport Station adlı durağı, merkeze (downtown) giden trenlerin durağı. Buradan South Station’a gidip oradan aktarmalar yoluyla şehrin her yanına ulaşabilirsiniz. Ek bilgi, Boston’da metro ve diğer toplu taşıma araçlarına binmek için Charlie Card adlı kartı kullanmanız gerekse de metro duraklarından tek binişlik kart alabilirsiniz, onun da ücreti 2.90 $.
Alternatif olarak terminallere giren Silver Line otobüsü, merkezdeki South Station durağına kadar sizi ücretsiz götürüyor. Merkezden havaalanına giderken aynı otobüse binebilirsiniz, ancak diğer istikamette giderken ücret ödemeniz gerekiyor. Ancak Boston merkezinde günün büyük bölümünde süren trafik yoğunluğu nedeniyle kısa mesafe olmasına rağmen biraz zaman alabileceğini bilin.
Boston’da gezilecek yerler
Boston’a bir konferans için gitmiş olduğumdan, standart gezi davranışlarımı bütünüyle uygulamam mümkün olmadı haliyle. Yine de elimden geldiğince şehrin turistik kısımlarını dışarıdan da olsa görmeye çalıştım.
Nitekim Boston’daki turistik yerler, şehir merkezi diyebileceğimiz bölgelerde yoğunlaştığından, benim için ABD’nin alameti farikalarından olan geniş ve uzun caddelerine rağmen yürüyerek gezebilmem mümkün oldu.
TD Garden ve Boston Spor Müzesi
Boston’a gitme ihtimalim ortaya çıktığında, çocukluğumdan beri takip ettiğim NBA’in en tarihi takımlarından Boston Celtics’i hatırladım elbette. O sıralar her ne kadar NBA sezonu başlamamıştıysa da, 1980’lerde Boston Garden olarak bilinen bu çok tarihi salona bir şekilde gitmeyi çok istiyordum, benim için en öncelikli yer orasıydı. Maalesef ben gittiğimde salon ve şehrin takımlarının tarihine geniş yer veren Spor Müzesi tadilatta olduğundan ikisine de giremedim. Bu nedenle yalnızca Boston Celtics ve şehrin hokey takımı Boston Bruins’in resmi ürünlerinin satıldığı mağazaya girmekle yetindim. Bu mağaza, North Station tren istasyonunun da girişinin yer aldığı yerde bulunuyor. Salonun girişi de aynı yerde. Boston Bruins de Celtics gibi bu salonda maçlarını oynuyor nitekim. İndirimde olan ürünleri inceleyip kendinize ve sevdiklerinize göre çok çeşitli kıyafet ve aksesuarları ucuza alabileceğinizi belirteyim.
80’lerdeki Celtics – Lakers rekabetini anlatan belgesellerde, Garden’ın adeta içine doğru hareket eden trenlerden çekilen görüntüler, sizi bilmem ama benim aklımda fazlasıyla yer etmişti zaten. Bu yüzden bir metro istasyonuyla aynı girişi paylaşan bir salon görmek beni şaşırtmadı. Resmi ürünlerin satıldığı ProShop mağazasında, Celtics’e yeni transfer olan Kemba Walker’ın formalarının ve diğer Celtics ürünlerinin yanında, o yaz Brooklyn Nets’e transfer olan Kyrie Irving’in indirime giren ve aşırı ucuza satılan forma, tişört gibi ürünlerini görme fırsatım oldu. NBA’i çok yakından takip etmeyen, ancak ucuza kaliteli tişört, forma vs. gibi giysileri almak isteyenlere tavsiye, yaz aylarında ‘sale’ yazan indirimli bölümlere uğrayıp ucuza güzel şeyler alabilirsiniz.
TD Garden’ın yakınında görmeniz gereken bir yer daha var. Salonun Causeway Street girişinin 200 metre ilerisinde, Boston Bruins’in efsanesi Bobby Orr’un bir heykeli bulunuyor. Heykeli gördüğünüzde standart sporcu heykellerine benzemediğini hemen anlayacaksınız, çünkü poz veren karizmatik bir figürle değil, cansiparane bir şekilde yere atlayan biriyle karşılaşacaksınız. Bu heykel, Orr’un 1970’te takımına St. Louis Blues karşısında Stanley Cup şampiyonluğunu getiren golü attıktan sonraki ikon haline gelen ‘yere atlamasını’ ölümsüzleştirmiş. Görmeden geçmeyin.
Bu arada heykel demişken, Boston Celtics efsanesi Bill Russell’ın da bir heykeli bulunuyor, ama TD Garden değil, Faneuil Hall yakınlarında. Bir basketbolseverin Boston’da mutlaka görüp gıyaben Russell’a saygısını sunması gereken bir yer bana kalırsa.
Freedom Trail
Boston, daha önce de söylemiş olduğum gibi Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın en önemli merkezlerinden biri olduğundan bu hatırayı yaşatan birçok yere sahip. Sayısı 20’ye yaklaşan bu mekanlar, Freedom Trail (Özgürlük Yolu) adı verilen bir yürüyüş yolunun durakları olarak tasarlanmış ve 4 kilometrelik bu yol, standart kaldırım taşlarından farklı olarak tuğlayla çizilmesi sayesinde yolun geri kalanından kolayca ayırt edilebiliyor.
Şehrin en gözde parklarından Boston Common‘dan başlayan rota, şehrin en güzel binalarından, altın kubbesiyle kendini şehrin birçok noktasından bakıldığında gösteren Massachusetts State House ile sürüyor. Boston’ın en ünlü kiliselerinden Park Street Church‘ün bahçesindeki Granary Burying Ground mezarlığı ile yola devam ediliyor. Burada Paul Revere ve Samuel Adams’ın mezarlarının yanında, 17. yüzyılda dikilmiş bazı mezar taşları da görülmeye değer bence. Benim gibi mezarlık ve mezar taşı incelemeyi sevenler için, oldukça tarihi bu taşları görmek ilgi çekici olacaktır.
Boston tarihinde büyük yeri olan Faneuil Hall binasının çevresi son derece hareketli, sokak sanatçıları, restoran ve barlarıyla Boston’a gelenlerin mutlaka uğraması gereken bir bölge. Binanın içinde küçük bir müze ve hediyelik eşya dükkanları var, dışında ise Samuel Adams heykeli ve bir sürü sokak sanatçısı bulunuyor.
Yol buradan sonra İtalyan Mahallesi’ne sapıyor. Boston’ın en eski binalarından biri olan Paul Revere House’da, devrimin simge isminin hayatına dair detaylar sunuluyor. Bu arada binanın 1680’den beri ayakta olduğunu hatırlatalım, ABD standartlarında tarih öncesi çağlara eşdeğer yani. Yine Paul Revere’in başrolünde olduğu, Amerikan Bağımsızlık Savaşının fitilini ateşleyen 18 Nisan 1775’teki olayların merkezinde yer alan Old North Church ve Copp’s Hill Mezarlığı da yol üstünde. North Washington Street Köprüsü’nden kuzeye, Charlestown’a geçtikten sonra ise USS Constitution ve Bunker Hill Anıtı‘yla rotanın sonu geliyor.
USS Constitution
Amerika Birleşik Devletleri’nin günümüzde halen ayakta olan en eski savaş gemisi USS Constitution, yine Amerikan tarihinin canlı tanıklarından biri olarak dimdik ayakta. 1797’de suya indirilen geminin güvertesine çıkıp restore edilmiş gemiyi inceleyebilir, alt katlara inerek kamaraları görebilirsiniz. Gemiye giriş ücretsiz ancak giriş öncesi pasaportunuzu gösterip bileğinize bir damga vurulmasının ve eşyalarınızın x-ray’den geçmesinin ardından girebiliyorsunuz. Alışveriş yapabileceğiniz küçük bir müze dükkanı ve gemide görev yapmış Afrika kökenli askerlere ve kadınlara saygı duruşu niteliğindeki bilgilendirme panolarının ardından gemiye çıkılabiliyor. Uzun ömrü boyunca hiçbir savaşı kaybetmemesiyle de ünlü geminin ardından, 2. Dünya Savaşı’nda çeşitli muharebelerde görev yapmış Cassin Young Destroyer’ine çıkıp burayı da gezebilirsiniz vaktiniz olursa. Aynı bölgede yer alan USS Constitution Müzesi’nde de geminin ev sahipliği yaptığı çok sayıda eşya sergilenmekte.
Bunker Hill Anıtı
Bunker Hill Savaşı, her ne kadar Amerikalı kolonistlerin İngiliz ordusu önünde yenilgisiyle sonuçlansa da Amerikan bağımsızlığı açısından olumlu bir mihenk taşı olarak kabul ediliyor, çünkü sayıca oldukça üstün ve donanımlı İngilizler, savaşı büyük hasar vererek atlatabilmiş, bu da Amerikalılar için geleceğe dair özgüven sağlamış. Körfeze yukarıdan bakan bir tepede, yani Bunker Tepesinde bulunan obelisk anıtın tepesine tam 294 basamaklık son derece klostrofobik döner merdivenler tırmanılarak çıkılıyor. En üstte bir balkon yok, sadece 4 tarafı görebileceğiniz dar pencereler var. Açıkçası Skywalk’un güzel manzaralarının uzağında olsa da tarihi yerleri gezmek isteyenler tarafından tercih edilebilir. Ayrıca anıtı çevresi, güzel bir park olarak düzenlenmiş. Anıtın önünde bir başka savaş kahramanı William Prescott’ın heykeli var, ki kendisi “gözlerinin akını görmeden ateşe başlamayın” şeklindeki veciz sözün sahibi. Anıta giriş ücretsiz.
Güzel Sanatlar Müzesi
Boston, kültürel açıdan Amerika Birleşik Devletlerinin en güçlü şehirlerinden biri. Hem yüksek Avrupa etkisi, hem de bulunan okulların dünyanın her yerinden yetkin kişileri toplamasıyla iyice zenginleşmiş. Boston Güzel Sanatlar Müzesi de (Museum of Fine Arts) bundan nasibini almış, son derece zengin bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor. Giriş bileti 25$, bu biletle 10 günlük bir süre zarfında geçerli olmak üzere müzeye tekrar giriş yapabilmek mümkün.
Müzede ABD’nin bağımsızlığını kazanmasından çok öncesine ait tablolarla başlayan müzede Amerikan resim sanatının uzun yıllar Avrupai akımların klonu olageldiğini görebilmek mümkün. Amerikan tarihinin önemli tablolarından bazıları sergileniyor, örneğin 1 Amerikan Doları’nın üzerinde bulunan George Washington portresi Boston MFA’da. Bunun haricinde Rembrandt, Picasso ve özellikle Claude Monet gibi ünlü ressamların tabloları bulunuyor. Yerli halklarından, Uzak Doğu, Okyanusya, Afrika ve İslam ülkelerinden gelen yüzlerce parçanın yanında, müzenin belki de en değerli eserlerine sahip kısmı olan Mısır bölümü geliyor. Etkileyici mumya ve heykeller, duvarıyla komple sökülüp getirilerek müzede tekrar duvar şeklinde düzenlenmiş duvar resimleriyle gayet etkileyici bir Mısır koleksiyonu olduğunu belirtmeliyim. Modern Amerikan sanatçılarından ise özellikle ölü hayvan bedeni çalışmalarıyla dikkat çekmiş Hyman Bloom’a ayrılan bölümü ilgi çekici buldum. İslam eserleri kısmında ise uzun yıllardan beri Boston’da yaşayan ebru ve kaligrafi sanatçısı Feridun Özgören’in bazı çalışmalarını buldum.
Müze biletiyle tekrar giriş imkanı verilmesi boşuna değil, nitekim oldukça büyük bir müze burası ve hakkını vererek gezebilmek için gününüzün önemli bir kısmını feda etmeniz gerekecek. Yine resim ve heykel severlerin pişman olmayacağına inanıyorum.
Skywalk
Bir Empire State binası gibi olmasa da Boston’ın da Skywalk adlı bir gözlem kulesi var. Deniz seviyesinin 150 metre üstünden tüm Boston şehrine ve daha da uzaklara bakabileceğiniz bu gözlemevi, Prudential Center alışveriş ve iş merkezinin içinde bulunuyor. 360 derece açıyla Boston şehrini görebileceğiniz kule, Prudential Center’ın 50. katında bulunuyor. Burada Boston şehrinin, Amerika standartlarında çok tarihi bir şehir olmasına rağmen ne kadar başarılı bir şehir planlamacılığıyla inşa edildiğini, neredeyse tüm sokakların ızgara (grid) düzeninde oluşturulduğunu görerek kendimce çıkarımlar yaptım. Şehri çevreleyen Charles Nehri ve denizlerin şehirle oluşturduğu uyumlu görüntünün tadını çıkarmaya çalıştım olabildiğince.
Skywalk’ta Boston şehrinin tarihinden, spor kültüründen ve kozmopolitliğinden söz eden bilgi levhalarının da bulunduğu gözlem katına giriş ücreti 21$.
Küçük bir not daha, Skywalk’un 2 kat yukarısında bulunan Top of the Hub adlı restoran, bu muhteşem manzaralar eşliğinde yemek yiyebilme fırsatını sunuyor. Elbette bu manzaraya yaraşacak şekilde fiyatlarla karşılaşacağınızı tahmin edebilirsiniz.
Harvard ve MIT kampüsleri
Boston’ın bir üniversiteler şehri olduğunu yazının başlarından beri tekrar edip duruyorum. Aynı zamanda en bilinen iki üniversitesinin Harvard ve MIT (Massachusetts Institute of Technology) olduğunu da. Charles Nehri’nin kuzeyinde kalan Cambridge bölgesinde, birbirine çok yakın konumlanmış bu iki üniversite, yüzlerce meşhur bilim adamını yetiştirmiş, bir bakıma dünya tarihine yön vermiş yerler. Aynı zamanda kampüsleri gayet güzel, zaman geçirip çimlere yayılarak üniversite günlerinizi yad edebilir, yahut “Harvard’da okuyamadık ama en azından kapısından içeri girebildik” diyebilme fırsatını ele geçirebilirsiniz. Harvard büyük bir doğal tarih müzesine ev sahipliği yapıyor. MIT’de ise MIT Müzesi var.
Ben bu okullardan MIT’ye gidebildim. MIT’deki Great Dome, MIT kütüphanesine ev sahipliği yapmasının yanında tüm üniversitenin simgesi olmuş bir yapı. Great Dome’un önünde kalan yeşil alanı farklı fakültelerin binaları çevreliyor. Bu binaların tepesinde ise farklı disiplinlerde bilim tarihine adını yazdırmış kişilerin isimleri bulunuyor. Dünyanın en parlak beyinlerinden bir kısmının eğitim görüp yaşadığı, geçmişte dünyaya birçok katkısı olmuş kişilerin gelip geçtiği yollarda yürümek güzel bir deneyimdi.
Fenway Park
TD Garden’daki tadilatlardan dolayı ne müzeye, ne de salon içine düzenlenen turlara girebildim, ancak çok da ilgi ve bilgimin olmadığı beyzbolun mabetlerinden Fenway Park’a, yani Boston Red Sox’ın 100 yıldan fazla zamandır evi olan sahaya girebilme şansını buldum. Ve inanın, beyzboldan hiç anlamasınız bile beyzbol maçında çok keyifli zaman geçireceğinizi bizzat görerek oradan ayrıldım.
İşin ilginci, Fenway Park’a belki de gidilebilecek en iyi zamanda, yani ezeli rakibi New York Yankees ile oynadıkları maçı izlemek için gittim. İki takım arasındaki rekabet 100 yılı aşkın süredir ABD’nin en büyük sportif rekabetlerinin başını çekiyor. Zaten 3 günlük maç serisinin ilkinin olduğu gün, Cuma akşamı olmasına rağmen 37 bin kapasiteli sahanın önemli bir kısmı doluydu. Boston Red Sox’ın 6-1’lik rahat galibiyeti ile herkes keyifle staddan ayrıldı. Yıllardır duyduğum, Amerikan halkının spor organizasyonlarına rekabetten çok eğlence anlayışıyla yaklaştığını burada şahsen görebildim. Zaten yavaş geçen beyzbol maçında patlamış mısır ve sosisli yemek, bira içmek, aralarda çalınan şarkılara ve dans yarışmalarına eşlik edip onbinlerin önünde yapılan evlilik tekliflerine alkış tutmak ve arkadaşlarla muhabbet etmek belki de keyifli geçen zamanın asıl kaynağı.
Şehrin merkezi diyebileceğimiz bir bölümünde bulunan Fenway Park’ta maç izlemeyecekseniz de, bir maç günü gitmenizi öneririm, çünkü Türkiye ve Avrupa’daki maç önü atmosferini andıran bir ortam oluşuyor etrafta. Etrafta tıpkı Red Sox gibi tarihi barlar bulunuyor, biz Cask ‘n Flagon adında, içi maçı gösteren ekranlarla ve Red Sox tarihinden birçok fotoğraflarla dolu bir yere girme şansı bulduk. Gayet keyifli zaman geçirdik, öneririm, özellikle maça giremediyseniz bile maç günü stad çevresine gitmenizi tavsiye edeceğim.
Çay Partisi Müzesi
Amerikan bağımsızlık mücadelesinde en önemli kilometre taşlarından biri de, 1773’te yaşanan Boston Çay Partisi olarak bilinen olay. Bu olayın hatırasını canlı tutan bir müze bulunuyor Boston’da.
İngiliz İmparatorluğunun Amerika’nın doğusundaki bölgelere yerleşmiş kolonilerine uyguladığı çay vergilendirmesinin kolonistlerdeki tepkisi büyük olmuştu. Londra’da temsil edilmeyen bir topluluk olarak Londra’ya vergi ödemek istemiyorlardı ve bunu da “temsil yoksa vergi de yok” (No taxation without representation) sloganıyla açık bir şekilde ifade ediyorlardı. İşte bütün bu gelişmeler, zaten bağımsızlık isteğiyle yavaştan kaynamaya başlayan kolonistleri isyana sürükledi. Boston limanında demirli, tonlarca çayla dolu olan 3 gemide bulunan çaylar denize döküldü. Tarihe Boston Çay Partisi (Boston Tea Party) olarak geçen bu ilginç isimli olayın anısı, yine olayın vuku bulduğu yerde bulunan müzede canlı tutuluyor. Ayrıca içi boşaltılan gemilerden bir tanesinin kopyasına girebilmek mümkün.
Downtown’da diğer görülebilecek yerler
Boston’da sokaklarda dolaşmak oldukça keyifli bence. En azından benim gibi ilk kez ABD görmüş kişiler için tıpkı filmde gördüklerimiz gibi, yol seviyesinin 7-8 basamak yukarısında girişleri olan, kapısına günlük gazetesi bırakılmış evlerle karşılaşmak ilginç bir deneyimdi benim için. Spesifik bir yer vermeye gerek yok, serbest bir şekilde sokaklarda dolaşın, bu tür yerler sıklıkla karşınıza çıkacak.
Copley Square‘i görmenizi öneririm. Bir tarafında şehrin en güzel kiliselerinden Trinity Church, bir tarafında Halk Kütüphanesi binası bulunan meydanda, Lübnan’da doğup Boston’da büyümüş ünlü şair Halil Cibran’ın anısını yaşatan bir plaka da bulunuyor. Copley Meydanını çevreleyen caddelerden Boylston Street’ten 100 metre kadar batıya yürüdüğünüzde dünyanın en ünlü yol koşularından Boston Maratonu’nun bitiş çizgisini göreceksiniz. Buraya çok yakın 2 noktada ise, 2013 maratonu esnasında patlayan 2 bomba sonucu hayatını kaybeden ve yaralanan insanların anısına dikilmiş 2 anıtı gözden kaçırmayın.
Boston Public Garden ve Boston Common Park‘ta dolaşan sincaplar kadar dost canlısı türdeşlerini hiç görmedim. İnsanların arasında korkmadan dolaşan sincaplara ağaçlardan yerlere dökülen fındıklardan yedirmeyi unutmayın. Genel olarak bu parkta ve bitişiğindeki Boston Public Garden’da mutlaka zaman geçirin.
Boston’da İtalyan Mahallesi (North End ya da Little Italy) ve Çin Mahallesi (Chinatown) gibi etnik bölgeler bulunmakta. İtalyan Mahallesi, adı üstünde merkezin kuzeyinde bulunuyor, çok sayıda İtalyan restoranıyla ve birçok köşe başında karşınıza çıkıveren küçük Katolik şapelleriyle dikkat çekiyor. Buradaki bazı meşhur deniz mahsulü lokantalarına, özellikle haftasonu akşamları ancak kuyruk bekledikten sonra girebiliyorsunuz, o derece popüler yerler var.
Çin Mahallesi ise daha merkezi bir konumda. İçinde çeşitli Uzak Doğu restoranları ve İngilizce tabelası olmayan dükkanlarıyla bana biraz yapay göründüğünü belirtmem gerekir, yine de gidip görün. En azından görkemli giriş takında bir fotoğrafınız olsun.
Boston şehrinin köklü spor tarihinden, TD Garden ve Fenway Park’tan yukarıda bahsetmiştim. ABD’nin 4 büyük spor liginin hepsinde çok başarılı takımlar çıkarmış olan Boston’da bir Celtics, Red Sox, Bruins (hokey) veya New England Patriots (Amerikan futbolu) maçları oynanırken spor barları dolup taşıyor. Takımlarının formalarını giyen insanlar mekanları dolduruyor. Maça gidemeseniz de maç izleme deneyimini yaşayın.
Görülecek yerler ve yapılabilecek aktiviteler haricinde biraz da insanlarla ilgili gözlemlerimi paylaşayım. Öncelikle Boston halkı son derece sportif göründü bana. İşin ilginci Boston her ne kadar çok büyük spor takımlarını barındırsa da şehrin kendisi pek sporcu dostu değil, koşu parkuru ya da bisikletlere ayrılmış yollar pek yok. Buna rağmen kaldırımlarda koşan, kırmızı ışığın yeşile dönmesini bekleyen kadın erkek koşucularla karşılaşmak gayet olağan. Ayrıca çok da konuşkan ve sıcak insanlar gördüğüm kadarıyla, Avrupa’da ya da Türkiye’de görmeye alışkın olduğum yabancıya karşı mesafeli olma tavrı bu insanlarda pek yoktu. Halka açık alanlarda hapşırdığım birkaç sefer hiç tanımadığım kişilerin “çok yaşa” demesinden tutun, alakasız bir barda yanımıza gelip fıkralar anlatmaya başlayan insanların bolluğuna, belki birçokları için alışıldık şeyler olsa da benim aklımda bayağı yer etti bütün bunlar.
Hayatım boyunca ABD’yi görmek için yanıp tutuşan biri olmadım. Fırsatlar ülkesi olarak adlandırılması, turist veya yerleşik olarak buraya gitme isteğimi tetiklemedi. Ancak Boston’da geçirdiğim yaklaşık 1 haftada çok güzel zaman geçirmemin yanında şehri de oldukça beğendim. Elbette bir New York ya da Los Angeles gibi eşine benzerine az rastlanır bir yer değilmiş, ama gayet güzel, düzenli, tarihi ve bir turist olarak sizi doyuracak denli zengin bir şehir olduğunurahatlıkla söyleyebilirim. Her ne kadar “ha deyince gidilecek” bir yer olmasa da aklınızın bir köşesinde yer edebilecek, görülesi bir şehir olarak gezi tarihçemde yerini aldı kesinlikle.
İletişim
Bu yazıyla ilgili sorularınızı, yazıya yorum yaparak bana iletebilirsiniz. Ancak sizden ricam, önceki yorumları da okumanız, belki de aynı soru önceden sorulmuştur.