Bulgaristan,  Ülkeler

Plovdiv’de Gezilecek Yerler

Son güncelleme tarihi: 15 Eylül 2019

Sofya’da yaşadığım hafif hayal kırıklığının ardından Plovdiv, ya da bildiğimiz adıyla Filibe (ya da eski çağlardaki adıyla Philippopolis) çok daha turist dostu bir şehir olarak tanımlayabileceğim bir profil çizdi benim gözümde.

Plovdiv, 350 bin nüfusuyla Bulgaristan’ın en büyük 2. şehri. Ama Sofya’dan çok daha farklı bir kültür skalası var. Sofya, belki de Todor Jivkov’un baskıcı politikaları nedeniyle tipik bir Doğu Bloğu​ başkenti haline gelmiş olabilir, ama bu etki Plovdiv’de o kadar hissedilmiyor. Zaten Bulgaristan’ın doğusuna indikçe Türk nüfusu artar, Plovdiv’de ve çevresinde hala önemli sayıda Türk yaşamaya devam ediyor. Bazı mekanların adı Türkçe esintileri taşıyor. İstanbul gibi 7 tepeli bir şehir olan Plovdiv’de tepelerin isimleri bile ‘tepe’ (Taksim tepe, Cambaz tepe vs.) Zaten Türkiye’ye coğrafi yakınlığından ötürü her mevsim bolca Türk turist de geliyor, bu yüzden gezerken sık sık Türkçe duyunca şaşırmayın.

Plovdiv’in ne kadar çok kültürlü ve zengin bir mirasın üzerinde oturduğunu anlamak için, şehrin her yerinde gördüğüm Avrupa Kültür Başkenti tabelaları bile yeter herhalde. 2019’un Avrupa Kültür Başkenti olarak seçildi Plovdiv, bu yüzden şehrin her yerinde hummalı bir yenileme ve restorasyon çalışmaları sürüyordu.

Plovdiv Old town
Plovdiv’in Old Town kısmı gerçekten gezmesi keyifli bir bölge…

Plovdiv’e Nasıl Gidilir?

Filibe’ye gitmenin en mantıklı yolu otobüs ve tren. Sofya’yla aynı yöntemler diyebiliriz aslında, İstanbul’dan günlük seferler yapan otobüs firmalarının yanında TCDD’nin Halkalı Garı’ndan her gün Belgrad’a giden trenleri bulunuyor. Tren yaklaşık 7 saatte varıyor, otobüsün varış süresi de aşağı yukarı o kadar. Tren ve otobüs garları birbirine çok yakın, şehir merkezinin yürüyüşle 10-15 dakika kadar güneyinde bulunuyorlar. Kapıkule Sınır Kapısı’ndan Bulgaristan’a geçişle ilgili yazdığım yazıya göz gezdirme işi öneririm, orada da belirttiğim üzere artık Schengen Bölgesi’nde bulunan bu ülkeye girmek için geçerli bir Schengen Vizesi’ne sahip olmanız gerekiyor. Ben gittiğimde (Eylül 2017) 1 Bulgaristan Leva’sı, yaklaşık 2 TL’ye eşitti.

Plovdiv’de Gezilebilecek Yerler

Plovdiv’in en çok ziyaret edilen yerleri, eski şehir merkezi, Old Town kısmında toplanmış diyebiliriz. Küçük ama son derece dolu, kompakt bir bölge. Bu şehrin Sofya’nın aksine çok kültürlü yapısı daha net korunmuş, bu yüzden farklı kültürlerin eserleri hala ayakta duruyor.

Plovdiv mesafe tabelaları
Plovdiv Türkiye’ye gerçekten çok yakın, ben değil tabela söylüyor

Tek tek gördüğüm yerlerden bahsetmeden önce paket olarak satılan indirimli müze biletinden bahsedeyim. Bu bilette belirlenmiş yerlerden seçtiğiniz 5 tanesine 15 Leva karşılığında girebiliyorsunuz. Plovdiv’e gitmeden önce, ya da girdiğiniz ilk müzede bu seçeneği değerlendirmenizi öneririm.

Antik Tiyatro

Şehrin antik tiyatrosu oldukça iyi korunmuş vaziyette. Zaman zaman konser ve organizasyonlara ev sahipliği yapmayı sürdürüyor. Ama gittiğiniz sırada bir konser varsa hazırlıklardan ötürü burası ziyarete kapanıyor. Benim başıma da bu geldi, bu yüzden içeriye giremedim. Ama Old Town’ın bir yamacına kurulduğu için tiyatronun içeriyi incelemek ve karşı tepeleri de arkasına alan bir şehir manzarası yakalamak mümkün. Bu yüzden buraya mutlaka gidin derim, zor bir yerde değil zaten. Şehir merkezinde, caminin hemen yanında bir kısmı daha yeni ortaya çıkarılmış başka antik tiyatro kalıntılarına da yukarıdan veya aşağı inerek de bakabilmek mümkün.

Antik Tiyatro, Plovdiv
Plovdiv’in antik tiyatrosunda konser hazırlıkları…

Cuma Camii

Plovdiv şehrinin, aynı zamanda şehrin çok kültürlülüğünün simgelerinden olan Cumaya Camii (Dzhumaya Mosque), tarihi şehir merkezinin göbeğinde, bir kilometre taşı gibi adeta. Bir yeri tarif ederken zannediyorum herkes burayı referans alıyordur. Osmanlı’nın Filibe’yi almasından sonra buradaki büyük katedral yıkılıp yerine bu cami yapılmış. 700 yıla yakın bir tarihi olan, oldukça büyük bir cami olduğunu söyleyebiliriz.
Dzhumaya (Cuma) Camii
Cuma Camii şehrin tam merkezinde diyebiliriz.

Aziz Kevork Ermeni Kilisesi

Bulgaristan’ın Türkler’den sonra gelen en önemli azınlık gruplarının başında Ermeniler geliyor. Plovdiv’de de sayıları hissedilir ölçüde. Old Town’ın üst kısımlarında yer alan Aziz Kevork Kilisesi’ni görmenizi öneririm. Küçük bir kilise. Belki benim gibi bir düğüne denk gelir, ‘kim bu turist’ diye tuhaf tuhaf bakan Ermeniler’in arasında Türk değilmiş gibi yapabilirsiniz. Aynı bahçede yörenin Ermeni gençlerinin gittiği Kirkor Tütünciyan okulu da var. Tabii ki okulun bahçesinde ve duvarlarında Ermeni Soykırımı’na adanmış heykeller, yazılar vs. var.

Old Town’ın en yüksek kısmında Nebet Tepe var, burada da 1500 yıllık sur kalıntıları mevcut. Bir tarafı şehir, diğer tarafı nehir. Ermeni Kilisesi’nin az yukarısında burası da, gelmişken uğrayın.

Sahat Tepe

Plovdiv’in 7 tepeli bir şehir olduğunu söylemiştim, hakikaten İstanbul gibi büyük bir alana yayılmamasına rağmen bu nedenle çok engebeli, biraz yürüyüş ve tırmanış kondisyonu gerektiriyor. Ben hepsine tırmanmadım elbette, ama gittiklerim içinde Sahat Tepe’yi mutlaka öneririm. Şehrin merkezine çok yakın olmasına rağmen şehre hakim bir manzarası var buranın, ağaçların arasından geçen bir yoldan çıkılıyor. Küçük de bir saat kulesi var, tepeye adını bu kule veriyor.

Alyoşa Anıtı

Eski Doğu Bloğu ülkelerinde bolca gördüğümüz şehrin en yüksek yerine hayvanı bir heykel dikme olayı, Plovdiv’de de gerçekleştirilmiş. Kızıl Ordu’nun 2. Dünya Savaşı’nda Bulgaristan’ı kurtarması sırasında hayatını kaybetmiş Sovyet askerlerinin anısına dikilmiş bu heykelin adı, heykeldeki sembolik Sovyet askerine model olmuş Alyoşa Skurlatov’dan geliyor. Heykelin arkasındaki meydanımsı bölgede ise çok daha eski tarihlerde dikilmiş Rus Çarı 2. Aleksandr anısına dikilmiş anıt ve Plovdiv’in kurtarılması sırasında hayatını kaybetmiş Sovyet askerlerinin sembolik mezarları yer alıyor. Sadece askerler değil, Yuri Gagarin gibi Sovyet kahramanlarının da anısına isim plakaları mevcut. Alyoşa heykeli, 6 metrelik kaidenin üzerinde 11 metrelik heykel kısmından oluşuyor, oldukça heybetli ve tüm Plovdiv’e hakim bir konumda. Dolayısıyla buraya ulaşmak Sahat Tepe’den daha fazla efor gerekiyor. Bunarjik Parkı’nın içinden kıvrıla kıvrıla tepeye çıkan patika, biraz zorlayıcı gerçekten. Ama manzara güzel, Bratislava’daki Slavín’i fazlasıyla hatırlatıyor. Tırmanmaya değer bence.

Küçük Bazilika ve Mozaikler

Plovdiv’in 2 önemli ve tarihi bazilikası bulunuyor. Büyük Bazilika açık havada, küçük bazilika ise üzeri kapatılmış bir şekilde ziyaretçilere açık durumda. Burada 1500 yıllık etkileyici mozaikler bulunuyor, günümüze dek ulaşabilmiş geyik, kuş ve başka bazı simetrik figürlerin mozaiklerini görebiliyorsunuz.

Bazilika’dan bahsetmişken, şehrin Türkleri’nin yaşadığı Türk mahallesinin buraya yakın olduğunu söyleyeyim. Görmek isteyen isteyenlere tahmini lokasyon vereyim. Küçük Bazilika’nın Kuzeybatısında, antik şehir kalıntısına bitişik sokaklarda birçok Türkçe isimli mekan gördüm, sokaklarda Türkçe konuşulduğunu duydum. Özellikle ‘Tsar Ivan Stratsimir’ caddesinde ve etrafında Bulgaristan Türkleri’ne rastlayabilirsiniz.

Tarihi evler

Yukarıda bahsettiğim kombine bilet sayesinde hala ayakta kalan eski Plovdiv evlerinden restore edilerek ziyarete açılmış bazılarına gitmenizi öneririm. Benim en çok sevdiğim evlerden biri Veren Stambolyan Evi’ydi. Evin içinde Bulgaristan’ın en önemli ressamlarından, İstanbul doğumlu Dimitar Kirov’un (DiKiro) eserleri sergileniyor. Diğeri ise Zlatyu Boyadzhiev’in eserlerine ayrılmış Stoyan Chomakov’un iki katlı evi. Boyacıyev’in hikayesi bu resim sergisini ilgi çekici kılıyor, kariyerinin ilk döneminde genelde köy hayatına dair eserler ortaya çıkaran sanatçı, 48 yaşında felç geçirip vücudunun sağ tarafını kullanamaz hale gelince o yaştan sonra sol elle resim yapmayı öğreniyor, ancak değişen hayata bakış ve resim tarzı, bambaşka türde eserler ortaya çıkarmasına neden oluyor. Benim gibi resim sanatın fazla anlamayan biri bile aradaki değişimi görebiliyor. Sergi görevlisi Bulgar teyze kırık dökük İngilizcesi’yle bana bu hikayeyi anlattı, resimlerde yer alan İngilizce açıklamalar da zaten size bu konuda yardımcı oluyor. Balabanov, Hindliyan gibi diğer ahşap evler daha çok eski eşyalar, süslemeli tavanlar ve dönemin yaşam tarzını yansıtan açıklamalar sunuyor, ama ben Stambolyan ve Çomakov sergi-evlerini öncelikle görmenizi önereceğim.

Hindliyan evi, Plovdiv
Tarihi bölümdeki ziyarete açık evlerden bir tanesi de Hindliyan evi…

Şehri doğu batı yönünde ikiye bölen Meriç (Maritsa) Nehri’nin kuzeyinde fazla turistik birşey yok, Plovdiv’in gurur kaynaklarından Plovdiv Fuarı’nın 1892’deki ilk alanının yerinde modern bir kompleks var ama turistik bir değeri olduğu söylenemez. Nehir kenarını görmeye gelin, fotoğraflarınızı çekin, köprünün öbür tarafını görmeseniz olur.

Meriç (Maritsa) Nehri, Plovdiv
Meriç Nehri, Plovdiv’i ikiye bölüyor.

Simeon Bahçesi

Şehrin en güzel park alanı, sanırım Çar Simeon’un Bahçesi (Tsar Simeon’s Garden) olarak bilinen park. Avrupai tarzdaki büyük parkın içindeki fıskiyeli havuz ‘şarkı söyleyen çeşmeler’ de (Singing fountains) belirli akşamlar ses ve ışık gösterileriyle yöre halkına eğlence imkanı sunuyor. Yöresel eğlence demişken, bu parkın giriş kısmındaki, meşhur Postane’nin de bulunduğu meydanda (Tsentralen) bir akşam Türkiye’nin halayına çok benzeyen ‘Horo’ oynayan insanlara denk geldim. Zannediyorum Bulgar kültürünü yeni girdikleri Avrupa Birliği’ne tanıtma amaçlı bir olaydı, çünkü yerlerde Bulgar bayraklarıyla birlikte AB bayrakları da vardı. Hem hareketli, hem ağır müziklerde gayet güzel oyunlar oynayan bu insanlara denk gelirseniz muhakkak biraz zaman ayırın.

Hora oyunu
Hora oynayan Bulgarlar…

Bachkovo Manastırı ve Asen Harabeleri

Plovdiv söylediğim gibi çok büyük bir yer değil, bu yüzden gezilecek yerler çabuk bitebilir. Zamanınız varsa yakın başka yerlere de gidebilirsiniz. Şehre en yakın görülebilecek yerler arasında Baçkovo Manastırı ve Asen Kalesi ilk seçenekler arasında.

Buralara gitmek için Plovdiv’den kalkan minibüslere binebilirsiniz. Şöyle küçük bir detayı hatırlatmak isterim, şehre geldiğiniz otogardan (Güney, yani Yug Otogarı) kalkmıyor bu minibüsler, tren garının hemen arkasındaki Rodopi otogarından kalkıyor. Bütün bu yerler birbirine çok yakınlar, o yüzden karıştırsanız bile doğru yere fazla zorlanmadan ulaşabilirsiniz. Rodopi Garı’ndan bindiğiniz araç muhtemelen Smolyan tarafına giden bir araç olacak, o sizi hem Asenovgrad hem de Baçkovo’ya götürecektir. Ben kendi ziyaretimde yaşadıklarımı anlatayım şimdi.

Sabah vakti kaldığım hostelden çıkıp dosdoğru Rodopi’ye gittim. Smolyan’a giden bir otobüsü son anda yakaladım (saat tam 9’du). Önce Asen kalıntılarının 5-6 km ilerisindeki Baçkovo’ya gitmeyi planlamıştım, şoföre 4 Leva verip araca bindim. Birkaç turist ve bolca yerel insanla birlikte 35-40 dakikalık bir yolculuktan sonra manastırın aşağısındaki yol ayrımına ulaştım. 1 km kadar yürüdükten sonra manastıra vardım. Burası Sofya yakınlarındaki Rilski’ye oldukça benziyor (Rilski Manastırı’na gidiş hikayemi anlattığım Rilski yazısına da göz atabilirsiniz). Kompleks içinde eski ana manastır, ayrıca keşişlerin yaşadıkları binalar ve küçük bir de müze var, müzeye girmeseniz de olur ama sırf adamlara yardım olsun diye 2 Leva verip girebilirsiniz (Rilski’nin müzesi çok daha enteresan eserler barındırıyordu nitekim.) Muhtemelen burada yaşayan keşişlerin sütünden falan yararlandıkları kuzu ve koyunların bulunduğu açıkta duran kafesli bir bölme de bulunuyor. Benim gibi ziyaretinizi pazara denk getirdiyseniz nispeten kalabalık ve ruhani seviyesi yüksek ayinleri yakalayabilirsiniz. Bir de mezarlık kısmı var buranın. 300 m kadar ötede toprak bir yoldan gidiliyor. Anladığım kadarıyla manastıra yüzyıllar boyunca hizmet etmiş kişilerin kemikleri buraya yerleştiriliyor, çünkü tabelalarda ‘ossuary’ yeni ölmüşlerin kemiklerinin konulduğu yer yazıyor. Buranın önemi şu, ziyarete açık olmayan, dışarıdan sadece dışarıda oluşturulmuş bazı mezarları görebildiğiniz bu bina manastırın eski bölümü, yaklaşık 1000 yıllık bir bina.

Bachkovo Manastırı, Bulgaristan
Baçkovo Manastırı gayet huzurlu, dağların ve yeşilliklerin içine kurulmuş.

Buradan çıkınca Asenovgrad Kalesi’ne gitmek için anayola çıktım tekrar. Normalde geldiğim dolmuşun ters yönde gidenine binip Asen Kalesi yol ayrımında inmem gerekiyordu, siz giderseniz böyle yapın derim. Ben onun yerine aradaki birkaç kilometreyi yürüdüm, yanından nehir akan keyifli bir yol ama zaman alıcı sonuçta. Ama asıl deliliği kalenin kalıntılarını görünce yaptım ben. Kalenin aşağısına ulaşınca 1-2 km ötedeki yol ayrımına gitmek yerine ağaçların, çalıların içinden kan ter içinde buraya çıkan tepeyi tırmandım. Burayı kısa geçiyorum ama belki de gezi hayatımın en zorlu anlarını buraya çıkarken yaşadım. Siz tabii ki böyle birşey yapmayın. Efendi gibi minibüse binin, yol ayrımında inip kaleye çıkan 2 kilometreyi asfalt yoldan yürüyün ya da otostop çekin. Normal turistler buraya kiralık araçla geliyor, bence birileri alır kesin yolda.

Asen Kalesi'ndeki manastır
Asenovgrad harabelerindeki manastır şimdi müthiş bir manzaranın ortasında kalmış.

Asen de adını hemen yakındaki Asenovgrad şehrine vermiş tarihi bir kale kalıntısı. Giriş bileti 4 Leva. Neredeyse 1500 yıllık bir tarihi var. Geride bir kilise, bir miktar sur, bir de Bulgar bayrağının dalgalandığı bir burç kalmış. Ama etrafında büyümüş yeşillik sayesinde muhteşem bir ormanın içinde kalmış. Çok güzel bir doğanın ortasındaki bu tarihi yer de Plovdiv ziyaretinizde en azından hesaba katmanız bir yer diye düşünüyorum. Dönüşte de yol ağzında dolmuşa binebilirsiniz, ben 1 kilometre daha yürüyüp Asenovgrad şehir merkezine gittim ve oradan 2 Leva karşılığında Plovdiv’e dönen dolmuşa bindim. 25 dakika kadar sonra yeniden Plovdiv’e vardım.

Plovdiv’i Yug Otogarı’ndan Türkiye’ye dönen bir otobüsle terkederken, gerçekten Bulgaristan’ın görülesi bir yerinden ayrılmakta olduğumdan emindim. Gidiş ve dönüş süreçlerini, Bulgaristan’a giden otobüslerde yaşadığım olayları anlattığım Kapıkule yazısında anlatmıştım zaten. Siz de uygun bir zaman -ve Schengen Vizesi- ayarlayabilirseniz Plovdiv’i görmelisiniz. Farklı kültürlerin iç içe yaşayabildiği yerleri seviyorsanız siz de, Plovdiv ya da Filibe kısa bir ziyaret için iyi bir seçenek olacaktır.

Plovdiv, Bulgaristan
Alyoşa Anıtı’ndan bir Plovdiv manzarası…
İletişim

Bu yazıyla ilgili sorularınızı, yazıya yorum yaparak bana iletebilirsiniz. Ancak sizden ricam, önceki yorumları da okumanız, belki de aynı soru önceden sorulmuştur.

Özetle söylemek gerekirse, gezmeye meraklı bir beyaz yakalıyım. Üniversiteyi bitirene kadar hiç yurt dışına çıkmadıysam da, sonrasında elimdeki imkanları olabildiğince kullanmaya çalışarak 40'tan fazla ülkeye gittim. Ülkeleri sokaklarında yürüyerek, bütün müzelere ve tarihi yerlere gitmeye çalışarak, az konuşarak, az yiyip içerek, çok yürüyerek, erken kalkıp erken yatarak gezmeyi severim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir