Kahire’de gezilecek yerler – Mısır’ın mega başkentinden notlarım
Son güncelleme tarihi: 24 Aralık 2023
Mısır’ın başkenti Kahire benim için her zaman özel bir yere sahip olacak. Daha otobüsten inip sokaklarında yürümeye başladığım 5 dakika içinde bunu anlamıştım. Sonrasında geçirdiğim 4 gün bu düşüncemi pekiştirdi.
Müthiş bir antik medeniyetin mirasını devralmış bir ülkenin başkenti olarak her yeriyle, göz kamaştıran eserleri ve Orta Doğu’nun göbeğinde olduğunuzu hissettiren karmaşasıyla, kalabalığı, trafiği, gürültüsü ve tabii ki muhteşem Nil Nehri’yle Kahire bence her gezginin görmesi gereken bir yer, Arap dünyasının mega şehri adeta. Buraya Bin Minareli Şehir demeleri boşuna değil, nitekim sayısız cami şehrin her türlü manzarasında kendini her şekilde gösteriyor. Ancak camilerin yanında tabii ki Piramitleri, burada yaşamış diğer kültürlerin bıraktıkları ve şehrin günümüzdeki halinin yaşattırdığı deneyimleriyle Kahire benzersiz bir yer haline gelmiş. Kahire hem Arap dünyasının, hem de bütün Afrika kıtasının en büyük şehri ve bu büyüklüğüne yaraşır bir şekilde gezilip görülebilecek sayısız yeri bünyesinde barındırıyor.
Bu yazıda sizlere Kahire’de geçirdiğim zamanda gördüklerimi, şehrin sokaklarında dolaşırken dikkat etmeniz gerekenleri anlatmaya çalışacağım. Kesinlikle çok ama çok yoğun bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. Yazıda verdiğim bilgi ve fiyatlar 2022 Aralık itibariyle geçerlidir, ancak Mısır’da ciddi bir ekonomik kriz olduğu için fiyatların sürekli güncellendiğini, müze girişlerinde ücret bölümlerine sürekli yeni etiketlerin yapıştırıldığını sıkça görebilirsiniz.
Kahire’ye dair değineceğim konular, ana başlıklar halinde şu şekilde:
- Kahire’ye nasıl gidilir?
- Kahire’de gezilecek yerler
- Kahire’de ulaşım ve toplu taşıma
- Kahire sokaklarında dolaşmak
- Kahire için film ve kitap önerisi
- Son sözler
Kahire’ye nasıl gidilir?
Kahire tabii ki ülkenin başkenti olması nedeniyle uluslararası açıdan oldukça gelişmiş ulaşım imkanlarına sahip, bunun dışında Mısır içinde oldukça merkezi bir konumda bulunması da ülke içinden oldukça rahat ulaşılabilmesini sağlıyor.
Türkiye’den Kahire’nin doğusunda yer alan, şehrin asıl havaalanı olan Kahire Uluslararası Havaalanına (bir de batıdaki Gize tarafında daha küçük Sfenks Havaalanı bulunuyor) direkt uçuşlar İstanbul’dan kalkıyor. An itibariyle Türk Hava Yolları ve Egypt Air İstanbul Havaalanından, Nile Air ise Sabiha Gökçen Havaalanından Kahire’ye direkt sefer yapıyor. Uçuş süreleri 2-2.5 saat civarı.
Mısır’ın diğer yerlerinden gelmek istiyorsanız da farklı seçenekler mevcut. Sina Yarımadası tarafından geliyorsanız otobüs, Süveyş’in batısındaki asıl Mısır karasından geliyorsanız da otobüs ve tren seçenekleri bulunuyor. Mısır Devlet Demiryolları‘nın sitesinden tren güzergah ve saatlerini öğrenebilir, benim de Mısır’dayken kullandığım Go Bus adlı otobüs firmasının sitesinden bilet de alabilirsiniz. Otobüsler, şehrin merkezi Tahrir Meydanına oldukça yakın bir yere kadar gelebiliyorlar. Şarm El-Şeyh‘ten Aswan’a, İskenderiye’den Hurghada’ya, Port Said’den Luxor‘a, her yerden Kahire’ye tek seferde gelmek mümkün.
Kahire’de gezilecek yerler
Gize Piramitleri
Mısır ve Kahire denince herkesin aklına Piramitlerin gelmesi çok normal. Nitekim kendileri antik dünyanın 7 harikası içinde yer alan, ancak bunlar içinde günümüze kadar gelebilmiş tek yer olan Büyük Keops Piramidini de barındırıyor. Söylememe bile gerek yok, Mısır’a, Kahire’ye gelip de burayı görmeden dönmek söz konusu bile olmamalı.
Açıkça konuşmak gerekirse Piramitler’de Ebu Simbel veya Luxor‘daki Krallar Vadisi veya Karnak’taki gibi akıllara zarar duvar kabartmalarını, ince işçilik gerektiren harikaları görememek biraz hayal kırıklığı yaratabilir. Ancak 4500 yıl önce yapılsa da hala tüm görkemiyle ayakta kalabilmiş, 150 metreye yaklaşan yükseklikleriyle ve yapımına dair türlü efsaneleriyle biz günümüz insanlarını hala şaşırtmayı başaran piramitler ve o kocaman Sfenks, neresinden bakılırsa bakılsın dünyanın en müthiş yapıları arasında yer almayı sonuna kadar hak ediyor.
Küçük bir not, biz her ne kadar piramitler denince Gize’deki piramitleri, Keops‘u (Khufu), Kefren‘i (Khafre) ve Mikerinos‘u (Menkaure) ve tabii ki piramitlerin hemen dibinde yer alan aşırı görkemli Sfenks‘i hatırlıyor olsak da Mısır’da farklı yerlerde de piramitler bulunuyor. Örneğin Kahire yakınlarındaki Sakkara’da bulunan basamaklı Djoser piramidi aslında bu tip yapıların en eskisi. Ancak tabii ki Gize’deki piramitler kadar şaşırtıcı ve göz kamaştırıcı değil hiçbiri.
Normalde Piramitler gezisinin en önemli ayaklarından biri de Büyük Piramidi yaptıran Khufu’nun 43 metrelik etkileyici gemisinin (Khufu ship) bulunduğu, Büyük Piramidin hemen dibindeki küçük müzeyi ziyaret etmek oluyordu aslında. Ancak birazdan bahsedeceğim Büyük Mısır Müzesi projesi çerçevesinde müze tamamen söküldü ve gemi bu yeni müzeye taşındı. En fazla müzenin eski yerindeki oyuğu görebilirsiniz. Dolayısıyla ben gemiyi görememiş oldum maalesef.
Gize Piramitleri, ayrı bir yazıda anlatılmayı sonuna kadar hak ediyor. Bu nedenle Piramitlerde gördüklerimi, orada geçirdiğim zamanı, oraya nasıl gittiğimi, giriş ücretini ve aklımda yer edinen tüm detayları ayrıca paylaştığım piramitler gezisi yazımı okumanızı tavsiye ederim.
Büyük Mısır Müzesi
Bu arada şu notu düşmüş olayım, Mısır’ın son 20 yıldır sürdürdüğü Büyük Mısır Müzesi (Grand Egyptian Museum) projesi sona iyice yaklaşmış durumda. Başta Mısır Müzesi olmak üzere Mısır’ın her yerinden, ülkenin en önemli eserleri buraya taşınıyor ve bu müzede sergilenecekleri günü bekliyorlar. Hatta şu geçit törenini de belki görmüşsünüzdür, bu eserler Büyük Mısır Müzesi’ne taşınmıştı.
Dünyanın en büyük arkeolojik müzesi olması planlanan bu devasa müzenin açılışı yıllar içinde ertelendi, sonra araya pandemi girdi. En sonunda Kasım 2022’de açılması kararlaştırıldı. Ancak ne yazık ki açılış bir kez daha ertelendi ve bu müzeyi ilk göreceklerden biri olma fırsatını kaçırdım. Gize Piramitlerine yakın bir konumda inşa edilen müzenin 2023’te açılması planlıyor. Açıldığında da Kahire’ye gelenlerin mutlaka görmesi gereken bir yer olacağına eminim.
Mısır Müzesi (The Egyptian Museum)
Yukarıda sözünü ettiğim Büyük Mısır Müzesi açılana dek Kahire’nin en önemli müzesi, Tahrir Meydanında bulunan Mısır Müzesi olarak kalmaya devam edecek.
Fransız mimar Marcel Dourgnon’un tasarladığı ve 1902’de açılışı yapılan müze binası, Kahire’nin en önemli Avrupai binaları arasında başı çekiyor. Müzenin içinde Antik Mısır dönemine dair sayısız eser bulunuyor. Büyük İskender’in fethiyle Roma hakimiyetine geçilen dönemden de (Ptolemaios) farklı eserler bu müze içinde yer alıyor. Hem arkeolojik kalıntılar, antik Mısır mezarlarında bulunan eşyalar burada yerini bulmuş, hem de aşırı görkemli heykeller, lahitler ve mumyalar yine bu müzede sergileniyor. Sadece heykel ve lahitler değil, aynı zamanda küçük gündelik eşyalar, figürler, steller, maskeler, mozaikler, kabartmalar de görücüye çıkıyor. Roma döneminden kalma heykellere ve özellikle de mumya lahitlerine baktığınızda ise Grekoromen kültürün antik Mısır kültürüyle nasıl iç içe geçtiğini net bir şekilde anlayabiliyorsunuz. Yunanistan’da gördüğüm ikonalar, ostrakalar ve o ekolden heykeller de burada sergileniyor.
Müzede çok sayıda göz kamaştırıcı eser yer alıyor. Ancak ben Khefre’nin arkada şahin görünümündeki Horus tarafından korunduğu heykeli çok beğendiğimi söyleyebilirim. Aynı şekilde Yuya ve Thuya’nın mezarlarından çıkan eşyalarla birlikte bu ikilinin çok iyi korunmuş mumyaları da etkileyiciydi. Ancak bu müzenin tartışmasız en önemli değeri Tutankamun’un eşsiz mezar koleksiyonu. Genç yaşta ölmesine rağmen en bilinen Mısır firavunları arasında zirvede yer alan Tutankamun’un Luxor’daki Krallar Vadisinde bulunan mezarından 1920’lerde çıkarılan eserler ayrı bir odada tutuluyor ve bu odada fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Tamamen altından yapılan dış tabutu, muhteşem ölüm maskesi ve mezardan çıkarılan diğer paha biçilmez eşyalar bu müzede sergileniyor an itibariyle.
Müze bahçesinde Mısır’da önemli keşiflerde bulunmuş ve burada 1881’de hayatını kaybetmiş Fransız arkeolog Auguste Mariette‘in mezarı da yer alıyor.
Mısır Müzesine giriş ücreti 200 pound. Ancak müzedeki bilgilendirme levhalarının biraz eksik olduğunu kabul etmeliyim. Bu nedenle müze girişinde konuşlanmış şekilde bekleyen, giren tüm yalnız turistleri avlamaya çalışan “resmi izinli” turist rehberleriyle muhakkak karşılaşırsınız. Bir tanesi beni yakaladı ve 300 pound’a 1 saat içinde müzenin tüm önemli yerlerini gösterebileceğini söyledi. Ben reddettim kendisini, zaten müze içinde en azından farklı imparatorluk devirlerine ait genel bilgilendirme levhaları bulunuyor. Rehberi tercih edip etmemek size kalmış. Müze dükkanında çeşitli ve kaliteli hediyelik eşyaları bulabileceğinizi de hatırlatmak isterim.
Tahrir Meydanı
Tahrir Meydanı bildiğiniz gibi 2011’deki Arap Ayaklanmalarının parçası olan büyük eylemlerin merkeziydi. Bu eylemler sonucunda yılların Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e görevden el çektirilmiş, kuvvetli Müslüman Kardeşler bağlantısıyla bilinen Muhammed Mursi devlet başkanı olmuştu. Ancak görevde geçirdiği 1 yılın ardından yine Tahrir Meydanında eylemler olmuş, sonunda Mursi’nin devrilmesi ve Abdülfettah El Sisi’nin başkanlığıyla sonuçlanan ve günümüzde de devam eden süreç yaşanmıştı. O günden sonra da Tahrir Meydanı sürekli kontrol altında kaldı. Buranın ortasında bulunan 2. Ramses obeliskine yaklaşmak, fotoğraflarını çekmek pek mümkün değil, nitekim etrafında sürekli bir polis kontrolü bulunuyor. Bu nedenle meydana bitişik bir konumda bulunan Mısır Müzesi’ne girişler de polis kontrolünden geçtikten sonra mümkün olabiliyor. Dolayısıyla bu bölgeye işi olmayan Mısır vatandaşları giremiyor demek yanlış olmaz, sadece tur otobüsleriyle veya benim gibi tek başına gelen ve müzeye girmek isteyen turistlerlerle birlikte meydana bitişik Ritz Carlton gibi lüks otellerde kalan diğer turistler bu bölgeye alınıyor. Bu meydanın en fazla uzaktan fotoğraflarını çekebilirsiniz. Fazla dikkat çekerseniz etrafınızda Mısır polislerini bulmanız an meselesi olur.
Özgürlük anlamına gelen tahrir adını taşıyan meydan, Enver Sedat’ın adını taşıyan Sedat metro durağının hemen yanında bulunuyor.
Ulusal Mısır Medeniyetleri Müzesi (National Museum of Egyptian Civilization)
Mısır Müzesi’ne ek olarak Mısır Medeniyetleri Müzesi’ni de görmek gerektiğini düşünüyorum. Nitekim Mısır Müzesi çoğunlukla Antik Mısır tarihine yoğunlaşmış ve açıklama anlamında biraz eksik kalan bir yer. Şehrin merkezinden biraz uzakta, yeni ve oldukça modern bir binada bulunan, yanında Le Lac du Caire adlı gölet ve etkinlik alanının bulunduğu Mısır Medeniyetleri Müzesi, hem açıklamaların bolluğu, hem Mısır topraklarındaki bütün medeniyetlere yer vermesi nedeniyle Avrupa’daki modern müzelerden farksız. Sadece 2 kata yayılmasına rağmen Mısır tarihini en kapsamlı anlatan yer olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ben gittiğimde çeşitli öğrenci grupları da burayı ziyaret etmekteydi, yani çocuklar için de oldukça eğlenceli ve interaktif bir müze.
Burada Antik Mısır Medeniyetlerinin ilk çıkışını anlatan bilgiler ve eserler gösteriliyor önce. Bölgede antik Mısır birliğinin kuruluşu ve tarihine ayrıntılı şekilde yer veriliyor. Ayrıca Roma İmparatorluğu dönemine, Kıptilere, İslamiyet sonrası gelen Arap akınlarıyla Müslümanlaşan ülkedeki Fatımi, Memluk ve Osmanlı dönemlerine ve sonrasında Mehmet Ali Paşa’nın başlattığı özerklik ve bağımsızlık dönemlerine dair birçok özet bilgiyi burada bulabilmek mümkün. Bu müzede oldukça etkileyici eserler var, örneğin 35 bin yaşında olduğu tahmin edilen iskelet, antik dönemden kalma protez ayak parmağı ve Mısır’dan Mekke’ye gönderilmiş Kabe örtüsünü görmek oldukça ilginçti benim için.
Bunlar haricinde, müzenin alt katında Antik Mısır döneminden kalma çok sayıda firavun ve firavun ailesi üyesinin mumyalarının sergilediği bölüm bulunuyor. Burada pek çoğu iyi korunmuş açık mumyaları görebiliyorsunuz. Yine bu katta bulunan, Howard Carter’ın Tutankamun’un mezarını keşfinde görev almış kişilerin öykülerini anlatan kısım da oldukça ilginçti. Bu keşifte tabii ki Avrupalıların payı çok büyük olsa da yerel insanların da katkıları olmuş, bu “isimsiz” kahramanların da adları anılıyor.
Ayrıca tekstil ve kıyafet geleneğinin anlatıldığı, para ve madalyaların sergilendiği bölümleri de bulunan müzeye giriş ücreti 240 Mısır poundu. Buraya yakın diyebileceğim bir metro durağı yok, o nedenle benim gibi delilik yapıp yürüyerek gelmeyi düşünmezseniz merkezden taksi tutmanızı önerebilirim.
Abidin Sarayı (Abdeen Palace)
Bir zamanlar Mehmet Ali Paşa Hanedanının ülkeyi yönettiği merkez olan Abidin Sarayı, günümüzde hem Mısır Devlet Başkanı’nın konutlarından biri, hem de müze olarak kullanılmakta.
Hidiv İsmail Paşa tarafından yaptırılan ve 1870’lerde açılan saray, Mısır’ın yönetim merkezini Kahire Kalesi’nden buraya taşımış. Mısır’ın Çankaya Köşkü gibi olmuş adeta. Geniş bir bahçe içerisinde yapılmış farklı amaçlar için kullanılan binalardan oluşan saray kompleksi, hala yabancı devlet başkanlarının karşılanmasında ve ağırlanmasında kullanılıyor. Saray içinde çok büyük olmayan 6-7 tane müze bulunuyor. Bu müzeler büyük oranda Mehmet Ali Paşa hanedanı üyelerine ait eşyaların sergilendiği konsept müzeler. Hepsini hızlıca görmeyi ihmal etmeyin.
Bu müzeler içinde av ve silah müzeleri var, daha çok ateşli ve klasik silahların sergilendiği, çok orijinalliği olmayan müzeler. Bunlar haricinde madalya ve nişanların sergilendiği, Kral Faruk’un rozet koleksiyonunun da yer aldığı Madalya Müzesi dikkat çekiciydi benim açımdan.
Ancak benim en hoşuma giden yerler, Başkanlık Müzesi‘yle Tarihi Belgeler Müzesi‘ydi. Başkanlık Müzesi’nde Mısır devletine başkan seviyesinde gelen hediyeler sergileniyor. Dünyanın her yerinden gelen son derece egzotik, yöresel nitelikler taşıyan acayip eşyalar hep birlikte sergileniyor. Hatta ünlü futbolcu Muhammed Salah’ın Sisi’ye hediye ettiği imzalı Liverpool forması da koleksiyonda yer alıyor. Tarihi Belgeler Müzesi ise özellikle Osmanlı’dan Mısır’a yollanan ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya giderek daha fazla hak tanıyan fermanların sırasıyla gösterildiği, özellikle Türkiye’den gelenlerin daha anlamlı bulacağı bir yer bence. Ayrıca Mısır’a krallık döneminde yabancı ülkelerden gelen mesajlar da burada sergileniyordu. Son olarak da gümüş işleri müzesinde kraliyete ait gümüş takımlarını gördükten sonra görülebilecek müzeler bitiyor.
Müzeleri bitirdikten sonra yemyeşil bahçesinde gezebileceğiniz kompleks, bence Kahire’nin en görülesi yerleri arasında yukarılara oynar. Abidin Sarayı’na giriş ücreti 100 LE. Bileti saray kapısında değil, yolun karşısında otopark gibi duran yerdeki gişeden alabiliyorsunuz.
İslami Sanatlar Müzesi
Kahire’nin önemli müzelerinden bir tanesi de, Emeviler döneminden itibaren bu coğrafyanın hakim dini olan İslam yıllarında vücuda gelmiş eserlerin sergilendiği İslami Sanatlar Müzesi. Burada sadece Arapların değil, Osmanlıların ve Farsların da eserleri yer alıyor. Bin yıllık el yazması Kur’anlar, Kabe anahtarları, Kabe örtüleri, çiniler, minberler, silahlar, para ve sikkeler, mezar taşları ve sayısız başka eser bu müzede sergileniyor.
Özetle müze Emeviler döneminden başlayarak, Abbasi, Fatımi, Eyyubi, Memluk, Osmanlı ve Mehmet Ali Paşa’yla başlayan modern Mısır tarihine ait birçok İslami eseri bir araya getiriyor. Müzedeki eserlerde, özellikle Fatımi döneminden kalma eserlerde hayvan figürlerinin bolca kullanılmış olması oldukça dikkat çekici, nitekim standart İslam eserlerinde hayvan figürlerine çok az yer verilir bildiğiniz gibi.
Müzenin genel tonu, İslam’ın günümüzde görüldüğü gibi geri kalmış topluluklar değil, bir zamanlar hem teknikte, hem sanatta Batı Dünyasının fersah fersah ötesine geçmiş bir medeniyete sahip olduğunun tekrar tekrar vurgulanması şeklinde belirlenmiş diyebilirim. Hatta Avrupalılara bilim, teknik, tıp, astronomi gibi alanlarda ne kadar büyük katkılar yapıldığı da müzede farklı yerlerde anlatılıyor. Fethedilen topraklardaki gayrimüslimlere gösterilen hoşgörü, Avrupa’dan kovulan Seferad Yahudilerine kucak açılması, hatta kadınların da İslam medeniyetlerine yaptıkları katkılar müzede işlenen konular arasında. Bir başka ilginç not da şu, 2014’te yolun karşısındaki polis karakoluna bombalı araçla yapılan saldırı sonucu müzedeki eserlerin %30 kadarı zarar görmüş, bu yüzden müze 3 yıl kapalı kalmış. Restorasyona uğramış eserler özel bir işaretle gösteriliyor müzede.
Müzeye giriş 120 EGP. Sadece nakit kabul ettikleri için yakındaki bire bankaya gidip para bozdurmak durumunda kaldığımı belirtmek isterim.
Kahire Kalesi (Selahaddin Kalesi)
Bütün büyük ve tarihi şehirler gibi Kahire’nin de bir kalesi var. Yine bütün bu kaleler gibi Kahire’nin tarihi şehir merkezine tepeden bakan kale, şehrin görülmesi gereken yerleri arasında zirvede yer alıyor. Nitekim burası sadece bir kale değil, içinde yer alan müzeleriyle de çok değerli bir yer haline gelmiş.
Kahire’nin tarihi mahallelerinden olan El Helmiya’ya bakan bir tepeye inşa edilen kalenin inşaatı Selahaddin Eyyubi döneminde 12. yüzyılda başlamış. Ancak sonrasında gelen Eyyubi sultanları ve sonrasında gelen diğer devletlerin hükümdarları döneminde yapılan eklemelerle bugünkü haline gelmiş. Abidin Sarayı açılana kadar da burası Mısır’ın yönetim merkezi olarak kalmış. Memluk dönemindeki yapıların bir kısmı Osmanlı devrinde sökülmüş, Kavalalı Mehmet Ali Paşa da yine ciddi değişiklikler yapmış. Bunların en önemlisi hiç şüphesiz, kalenin ortasına yaptırdığı adını taşıyan cami.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa Camii
Muhammed Ali Camii olarak da bilinen camiyi, moden Mısır’ın kurucusu olarak kabul edilen Kavalalı Mehmet Paşa, genç yaşta ölen oğlu Tosun Paşa (evet bildiğimiz, ama biraz yanlış bildiğimiz Tosun Paşa) anısına yaptırmış. 1830’dan 1848’ye kadar süren inşaatta piramitlerin dış yüzeyinden alınan blokların da kullanıldığı düşünülüyor. Caminin genel görüntüsü İstanbul’daki camilere oldukça benziyor, dolayısıyla Osmanlı mimarisiyle inşa edildiği söylenebilir. Kahire’nin genelinde daha çok Memlûk ekolünden camiler görüyoruz nitekim.
Camiye girerken doğal olarak ayakkabınızı çıkarıyorsunuz ilk. Çorabınızla da yürüyebilirsiniz, ayakkabınızı çıkarmayacaksanız galoşla girilmesine de izin veriliyor hatta cami girişinde galoş da satılıyor. Girişler avlu kısmından. Burada bir şadırvan ve küçük bir saat kulesini görebilmek mümkün. Caminin iç kısmında ise büyük bir avizesi, minberi, tavan işlemeleriyle alıştığımız türden bir camiyle karşılaşacaksınız diyebilirim. Cami içinde Mehmet Ali Paşa’nın mezarı da bulunuyor.
Caminin önündeki alan, kalenin seyir terasına açılıyor, buradan Kahire’nin panoramik manzarasını görebilirsiniz. Caminin içi etkileyici, ama bizim gibi Türkiye’den gelenler için görülmedik seviyede değil açıkçası.
Ulusal Askeri Müze (National Military Museum)
Benim için Kale kompleksinin en görülesi yeri kesinlikle Ulusal Askeri Müze‘ydi. Nedeni çok basit, net bir ulusal tarih müzesi bulunmayan Mısır’da ülkenin siyasi tarihini, özellikle de modern Mısır tarihini bu kadar ayrıntılı anlatan başka bir müze görmedim tüm Mısır’da.
Eskiden Mehmet Ali Paşa’nın haremlik saray olarak inşa ettirdiği bina, günümüzde Askeri Müze olarak kullanılıyor. Müzenin geniş bahçesinde çok sayıda top, tank, uçak, helikopter ve füze sistemi sergileniyor. Bunlar çoğunlukla İsrail’e karşı 60 ve 70’li yıllardaki savaşlarda kullanılmış, genelde doğu bloğundan gelmiş. Ayrıca 1973’teki Süveyş Harekatını anlatan kocaman duvar kabartmaları da vardı. Ama beni en çok etkileyen, elinde barış güvercini tutan bir kadın, bir orak tutan çiftçi ve bir de İngiliz anahtarı tutan fabrika işçisinin resmedildiği heykeldi diyebilirim, bu sembolist anlatımı oldukça Sovyetik bulduğumu söyleyebilirim.
Müzenin içinde ise Antik Mısır döneminden başlayarak Mısır’ın askeri tarihi anlatılıyor, birçok farklı dönemden silahlar sergileniyor. Osmanlı dönemine dair pek birşey yok, buna mukabil Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan sonra Mısır’ın kazandığı askeri başarılar (Osmanlı ordusunu yendikleri Nizip Savaşı gibi) ve ülkenin güçlenmesi, İngiliz ve Fransızlara karşı gerçekleşen isyan hareketleri vs. ve o dönemin birçok askeri ve siyasi figürünün büstleri müzede bulunuyor. Ama özellikle 1952’de kralın devrilmesi, 1956’da Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi, aynı yıl Port Said’deki savaşta kazanılan başarı, Yüksek Aswan Barajı’nın inşası, İsrail’le yapılan savaşlar sonucunda Süveyş Kanalı ile Sina Yarımadasını geri alma ve 1978’deki Camp David Anlaşması gibi modern Mısır tarihinin en öne çıkarılan olayları bu müzede ayrıntılı şekilde (ve tabii ki Mısır resmi tarih anlatısına uygun olarak) aktarılıyor. Bütün bu olaylar Mısır tarihinin en büyük siyasi ve askeri başarıları olarak görülüyor. Fark ettiğiniz üzere sadece askeri değil, siyasi olaylar da detaylı bir şekilde anlatılıyor. Bu nedenle adeta bir ulusal müze gibi tasarlanmış diyebilirim. Yüksek propaganda dozu da kolayca fark ediliyor.
Müzede ayrıca Mısır Kara, Hava ve Deniz kuvvetlerinin kendilerine ait bölümleri var, buralarda çeşitli başarılar ve çok sayıda silah sergilenmekte. Hava savunma sistemleri, uçak kokpitleri ve ordu envanterinde yer alan daha birçok başka eşya bu müzede sergileniyor. Mısır krallarının eşyaları da var. Mısır’ın yakın dönem tarihine dair birşeyler öğrenmek adına bu müzeyi mutlaka görmek lazım diye düşünüyorum.
Polis Müzesi
Eyyubiler döneminden 198o’lerde İçişleri Bakanı Ahmet Rüştü’nün kaledeki hapishanenin bir bölümünü Polis müzesine çevirmesine dek yüzyıllar boyunca hapishane olarak kullanılmış burası. Girişinde, Memlûk sultanı Baybars’ın yaptırdığına inanılan bir aslan kafası bulunuyor, içeri girmeden ona bir göz atın.
Girişte İçişleri Bakanlarının fotoğrafları yer alıyor. Müzenin iç kısmında ise antik Mısırlıların kanun ve cezalarından bahsedilen bölümlerden başlayarak, çoğunlukla yakın dönem Mısır tarihinin önemli adli olaylarının, suikast girişimlerinin ve savaşların hikayeleri anlatılıyor. Ayrıca Mısır tarihinin kayda değer seri katillerinin öykülerine de yer veriliyor. Çoğunluğu Osmanlılara ait silahlar sergileniyor. Ayrıca İsmailiye’de 1952’de gerçekleşen ünlü çatışmanın ayrıntılı hikayesi yer alıyor. 1936’da yapılan anlaşmadan sonra bölgeden çekilmeyen İngilizlerin, askerlerine sürekli yapılan saldırıları gerekçe göstererek 25 Ocak 1952’de İsmailiye Polis Karakolu’ndaki polislerin silahlarını teslim edip binayı boşaltmasını istemesi, ancak polislerin bunu reddetmesiyle birlikte olaylar başlamış. Karakol binasına ağır silahlarla saldıran İngilizler, 50’den fazla polisi öldürmüş. Bu olay Mısır’da İngilizlere ve Mısır Kralı Fuad’a karşı büyük bir tepki doğurmuş ve başlayan eylemler, 6 ay sonra Kral Faruk’un devrilmesi ve Mısır’da cumhuriyetin ilan edilmesiyle sonuçlanacak olaylar zincirini başlatmış. Hatta 25 Ocak günü sonraki yıllarda Mısır’da resmi tatil olmuş, Ulusal Polis Günü olarak her yıl olarak hatırlanıyor.
Müzenin müdürü olduğunu düşündüğüm bey, pek ziyaretçisi olmayan bu müzede bana baştan sonra eşlik edip birçok hikayeyi anlattı. Ancak benim en çok ilgimi çeken kısım, bizim de yakından bildiğimiz Merc-i Dabık ve Ridaniye Savaşları’yla ilgili olarak söyledikleriydi. Beyefendinin söylediğine göre Yavuz Sultan Selim’in Memlûk Sultanı Kansu Gavri ve Tomanbay’ı yenebilmesi, ateşli silahlar sayesinde olmuş ki bu geyiğin aynısını İran’da, Çaldıran Savaşı’nın anlatımında da duymuştum. Her ülkenin resmi tarih anlatımını, neyin anlatılıp neyin pek de anlatılmadığını görmek açısından ikinci bir ilginç deneyim yaşamış oldum böylece.
Hapishane
Polis Müzesi’ne bitişik hapishanenin bir kısmı dokunulmadan bırakılmış ve ziyarete açık. Burada mahkumların cezalarını çektikleri hücreleri görebiliyorsunuz. Bazı hücrelerin kapısından içeri baktığınızda içeride “cezasını çekmekte” olan mahkumların maketlerini de görebilirsiniz. Özellikle son yıllarında burada siyasi suçluların kaldığını belirtiyorlar. Bu hücrelere giderken sağ tarafınızda Mısır tarihi boyunca görev yapmış polislerin ve itfaiyecilerin kıyafetlerinin çizimlerinin yer aldığı bölümü de hızlıca inceleyin derim.
Birçok tarihi yapıya ve müzeye ev sahipliği yapan Kale kompleksine giriş ücreti 200 EGP. O biletle kale içindeki tüm müzelere ve camilere girilebiliyor. Yukarıda sıraladığım yerler haricinde uzun yıllar Memlûk sultanlarının cuma namazlarını kıldığı, 1318’de yapılmış El Nasır Muhammed ibn Kalavun Camii‘ni görebileceğinizi belirteyim. Her ne kadar turla ve taksiyle gelmiyorsanız girişini bulmak biraz zorlayıcı olacaksa da Kahire’ye gelmişken buranın da muhakkak görülmesi gerekiyor bence. Yürüyerek gelecekseniz, Salah Salem Caddesi üzerindeki girişi kullanmanızı öneririm.
El Ezher Camii
Özellikle Sünni İslam dünyasının en önemli merkezi diyebileceğimiz, hatta zaman zaman verdikleri fetvalarla alanında otorite olduğu ispatlayan El Ezher Camii de Kahire’de bulunuyor. Milattan sonra 972’de inşa edilmiş camii, esasen Şii Fatımiler tarafından kurulmuş olmakla birlikte sonrasında gelen Sünni iktidarlar sayesinde Sünni dünyasının bir otoritesi dönüşmüş. Günümüzde de El-Rifai, Hüseyin ve Kalavun camileriyle birlikte Kahire’nin en önemli camileri arasında sayabiliriz kendisini.
Aslında bir camiden çok medrese havası taşıyan El Ezher’in oldukça büyük bir iç avlusu var. Bu iç avluya da ayakkabılarınızı çıkardıktan sonra girebiliyorsunuz tabii. Ancak avlunun mermer zemini sürekli temizleniyor. Avlunun etrafında yer alan caminin geniş salonlarında sadece namaz kılınmıyor, aynı zamanda buradaki masalarda imam kılıklı bir adamın, 7-8 kişilik kadın gruplarına birşeyler anlattığına da şahit oluyorsunuz. Bu da bu caminin hem fetvalar, hem de birebir iletişim yoluyla insanlar gözünde büyük bir din otoritesi olduğunu anlatmaya yetiyor.
Bu camiden hatırlayacağım en güzel anı, olanca yorgunluğumla geldikten sonra avlunun etrafındaki halıyla kaplı zemine oturup biraz dinlenebilmek oldu benim için. Üstelik Kahire’nin hiç dinmeyen kalabalığı ve gürültüsünden uzakta kalabiliyorsunuz, bu anlamda kısa bir mola vermek için harika bir yer. Bu camiyi görmek kesinlikle Kahire’de yapılması gerekenler arasında diyebilirim.
El Rifai ve Sultan Hasan Camileri
Kahire’nin yüzlerce camisi olsa da bu iki cami diğerlerinden farklı bir özelliğe sahip bence. Birincisi, yaklaşık 500 yıl arayla yapılmış olsalar da bu bitişik camiler neredeyse birbirinin ikizi veya mimari açıdan tamamlayıcısı gibi inşa edilmiş, ikincisi ise sonradan yapılmış El Rifai Camii’nin adeta bir “kraliyet nekropolisi” tadında bir niteliği bulunması. Nitekim aralarında Mısır krallarının da bulunduğu, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın soyundan gelen birçok kişi buraya gömülmüş. Ancak bu nekropolisin sürpriz bir misafiri de var.
El Rifai hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse, inşaatı 1869’da Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın annesi Hoşyar Kadınefendi’nin talimatıyla başlamış, ancak 1911’de inşaat bitebilmiş. Adı, aslında mezarı Irak’ta bulunan, ancak şu an caminin bulunduğu yerde torununun türbesi olduğuna inanılan İslam alimi Ahmed El Rifai’den geliyor. İnşaatı uzun yıllar aldığı için hem Mısırlı, hem de Avrupalı mimarlar çalışmış ve mimari açıdan farklı ekolleri bir araya getirmiş. Hoşyar Hanım ve Hidiv İsmail’in ardından başka hanedan üyeleri ve onların eşleri de buraya gömülmüş. Bu kişilerin arasında, 1952’deki askeri darbeyle hanedanın sona erdirilmesi esnasında ülkenin kral olan ve sürgünde ölen Kral Faruk, onun babası Kral Fuad, Sultan Hüseyin Kamil gibi Mısır’ı yönetmiş kişiler bulunuyor. Onların yanında, İran İslam Devrimi sonrası ülkesinden kaçmak zorunda kalan ve kısa süre sonra Kahire’de hayatını kaybeden son İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin de mezarı da burada bulunuyor. Zaten yanında bulunan eski Emperyal İran bayrağına bakarak onun mezarını rahatlıkla bulabiliyorsunuz.
Ancak diğer mezarlarda sadece Arapça yazılar yazdığı için, Arapça bilmiyorsanız kimin nerede olduğunu bulmanız mümkün değil. Bu noktada caminin imamı devreye giriyor. Eğer namaz vakitleri dışında bir zamanda gelirseniz ve caminin imamı olan abiyle karşılaşabilirseniz, o sizi gezdirip hangi mezarın kime ait olduğunu kırık dökük İngilizcesiyle anlatıyor. Sonunda küçük bir bahşiş de talep ediyor tabii, size tavsiyem bahşişi vermek pahasına da olsa bu imamı bulmanız.
Hemen bitişikteki Sultan Hasan Camii ve Medresesi de dediğim gibi benzer bir mimariye sahip, görkemli bir yapı. Oraya da girip içerisini bir gezmenizi tavsiye ederim, nitekim iyi korunmuş harika mihrapları var. Burası 14. yüzyılda yapılmış, ancak Sultan Hasan’ın zamansız ölümüyle tamamlanamadan bugünkü haliyle kalmış. Bu yüzden El-Rifai Camii’nin Hasan Camii’nden kalan boşluğu doldurduğu söylenebilir.
Bu iki caminin bulunduğu komplekse giriş ücreti 80 EGP.
Kalavun Camii ve El-Muizz Caddesi
Kahire’nin otantik kültürü dibine kadar yansıtan yerleri arasında en turistik olanı, El-Muizz Caddesi diyebilirim. Nitekim burada cadde boyunca hem birçok cami ve medrese, hem de turistik eşya satan dükkanlar sürüyle bulunuyor. Ayrıca Han El Halili Çarşısı ve Hüseyin Camii gibi her daim kalabalık yerler, bu bölgenin etrafında bulunuyor.
İslami Kahire veya Eski Kahire denen yerleri hızlı bir şekilde görmek için bence Al-Moez Ldin Allah Al Fatmi ya da kısaca El Moezz (El-Muizz) denen caddeyi boydan boya bir kez geçmek iyi bir başlangıç olacaktır. Bir yanında Bab El-Züveyla adlı meşhur sur kapısı, diğer yanda da Bab El-Fütuh adlı diğer kapı var. Aradaki 2.5 kilometrelik eksenin etrafında görülecek çok fazla şey var, açıkçası özel birşey aramadan kendinizi kalabalığa bırakmak bile acayip bir deneyim.
Bu bölgenin en önemli eserlerinin başında Kalavun Camii geliyor. Memlûk Sultanı Kalavun’un (Qalawun) 13. yüzyılda yaptırdığı, şu anda da mezarının olduğu bu komplekse sadece camii diyemeyiz, daha çok külliye gibi, nitekim hastane ve medreseler de bulunuyormuş bünyesinde. Kalavun Camii aktif olarak ibadet için kullanılmasa da caminin tavan işlemeleri, mihraplarındaki oymalar ve renkler oldukça canlı şekilde günümüze dek gelebilmiş, hala çok görkemli bir yer burası.
Buraya girmek için 100 EGP’lik bileti almanız gerekiyor. Yalnız şöyle bir detay da var, o biletle sadece Kalavun Camii’ne değil, cadde boyunca sıralanmış diğer tarihi cami, hamam, sebil gibi yerlere de girebiliyorsunuz. Bir çeşit kombine bilet yani aldığınız. Sultan Barkuk Medresesi, Sultan İnal Hamamı gibi başka tarihi eserleri de aynı biletle görebiliyorsunuz, bunların büyük kısmı Memlûk döneminde, bir kısmı da Osmanlı döneminde yapılmış eserler.
Bu bilet dahilinde görebileceğiniz en ilginç yer, El-Muizz Caddesi’nin ikiye bölündüğü yerde, yolun ortasına inşa edilmiş sebilküttab (altında çeşme, üstünde Kuran okunan ve eğitimi verilen küttab). Abdurrahman Kethüda Sebilküttabı, caddenin ikonik yerlerinden biri, buraya çıkıp da küttab kısmından o hareketli caddeyi izlemek çok muazzam bir deneyimdi, bunu da belirtmek isterim.
Ölüler Şehri
Ünlü turistik yerlerden biraz bahsettikten sonra Kahire’nin en kendine özgü iki yerine değinmek isterim. Birincisi, batılıların Ölüler Şehri (City of the Dead) diye adlandırdığı, Kahire’nin merkezinde büyük bir alana yayılmış mezarlıklar silsilesi olacak. Benim gibi türlü mezarlıklar görmüş birini bile oldukça şaşırtacak, çok acayip bir yer olduğunu söyleyebilirim.
Al Qarafa adıyla da bilinen bu geniş ve fazlasıyla orijinal mahallelerde uçsuz bucaksız mezarlıklar bulunuyor. Ancak bu mezarlıklar görmeye alışkın olduğumuz gibi etrafında akıp giden hayattan bir duvar veya parmaklıkla izole edilmiş değil, tam tersine insanların ve gündelik yaşamın ortasında kalmış. Birbirinden araç trafiğine açık yollarla ayrılan bu mezarlıklar, çok büyük alan kaplıyor Kahire’de.
Ölüler Şehri denen bölgelere, ülkeye Müslümanların geldiği günden beri insanlar gömülüyormuş. Günümüz Kahire’sinin güneyinde kalan Fustat adlı bölgeye yakın yerlermiş buralar. Emeviler, Abbasiler, Fatımiler, Memlûkler ve Osmanlılar zamanında buraya hem yöneticiler ve önemli dini şahsiyetler, hem de sıradan vatandaşlar gömülmüş. Ülkeyi yönetenlerin yaptırdığı ve ölümlerinden sonra gömüldükleri çok sayıda cami, bu bölgede yer alıyor. Camilerin arasında ise uzayıp giden, birbirine bağlanan sayısız mezar bulunuyor.
Bu bitişik mezarlıkları bir “şehir” haline getiren ise, mezarlıkların yapılma şekli öncelikle. Bizim bildiğimiz gibi her tarafı açık, tek kişilik mezarlar değil, adeta ev gibi dört duvar arasına yapıldıkları için, bu dört duvarların birleşmesiyle adeta “mahalleler” meydana gelmiş. Üzeri açık, ancak etrafı kapalı duvarlar birbirine dar sokaklarla bağlanıyor. Tabii dört duvarın dışında, aralarda serpiştirilmiş mezarlar da bulunuyor. Herhangi bir dar sokaklı yerde dolaşmaya çok benziyor buralarda gezmek. Sadece “ev” gibi giriş kapılarında sokak adı veya bina numarası değil, merhumların isimlerinin, doğum ve ölüm tarihlerinin yer aldığı yazıtlar bulunuyor. Arapça bilmesem de bu kadarını anlamak zor olmadı.
Burayı benzersiz kılan en önemli konu da, sadece konum olarak değil, bizzat insanların kullanım şekilleriyle birlikte yaşayanların hayatına dahil olması diyebilirim. Yani şunu diyorum, bu mezarların içinde insanlar yaşıyor. Mezar duvarlarına bitişik evler ve dükkanlar gördüm. Mezar taşları arasına gerilmiş çamaşır ipleri gördüm. Mezarlar arasında buldukları gölgelik yerlere sandalye ve nargile atıp muhtemelen bütün gün orada takılan amcalar gördüm. Bu mezarlıkların içinde yaşayanların sayısının binlerle ifade edilebilecek seviyelerde olduğu tahmin ediliyor. Kahire’deki kalabalık ve fakirlik, insanları mezarlıkların içinde yaşamaya itiyor, tabii birlikte yaşadıkları mezarların bakımını üstlenmek gibi sorumlulukları olanlar da var. Her şekilde bu acayip durum, her ne kadar yaşayanların adeta işgal ettiği Filipinler Manila’daki Kuzey Mezarlığı’ndaki kadar dramatik olmasa da eşine zor rastlanır bir manzara ortaya çıkarıyor.
Bu bölgede farklı isimlere sahip mezarlıklar var. Ben özellikle El Ezher Parkı’nın bitişiğinde bulunan Bab el-Vezir mezarlığından oldukça etkilendim. Yukarıdan bakıldığında bir labirenti andıran mezarlıkta neyseki çıkış kapısını gösteren oklar var, bu sayede içeride kaybolmadan dolaşmak mümkün oluyor. Sadece bir yerde yolumu kaybettim, orada da sandalye atıp oturmakta olan bir dayı doğru yolu gösterdi zaten. Böyle şeyler, her gün karşılaşacağınız türden şeyler değil kesinlikle.
Buralarda gece dolaşmanın pek iyi bir fikir olmadığı ortada. Ancak gündüz dolaştığımda herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmadığımı söyleyebilirim şahsen. Yakın zamanda bir haber gördüm, şehrin artık merkezinde kalmış bu geniş alandaki mezarlar taşınıyor ve boşalan yerlere Kahire’nin trafik sıkıntısını çözebilmek için yollar ve viyadükler yapılıyormuş. Dolayısıyla yakın zamanda bu benzersiz yer ciddi değişimlere uğrayabilir, çok geç kalmadan görmek lazım.
Çöp Şehri (Mansheya Nasir)
Kahire’nin benzersiz yerlerinden biri de yerel adı Mansheya Nasir olan, turistlerin ise Çöp Şehri olarak adlandırmayı tercih ettiği mahalle. Nitekim böylesini herhangi bir Avrupa şehrinde görme ihtimaliniz yok diyebilirim.
Buraya neden Çöp Şehri dendiğini söyleyeyim. Bu eski ve köhne evlerin oluşturduğu dar sokaklı mahallede binaların giriş katlarından, ara sokaklarından, gözünüzün görebileceği her yerden adeta çöp fışkırıyor. Zaman zaman haberlerde karşılaştığımız, polis marifetiyle boşaltılan çöp evlerin bütün bir mahalle olan versiyonunu düşünebilirsiniz. Öte yandan, burası Türkiye’de gördüğümüz çöp toplayıcılarından oldukça farklı bir mantıkla çalışan insanları barındırıyor.
Burası, devasa Kahire’nin ürettiği çöplerin toplanıp yığıldığı bir yer değil sadece. Bunu anlamak için buraya gelmeniz veya hiç olmazsa burasıyla ilgili yazılmış makalelerden birini okumanız lazım. Yine de burayı kendi gözlerinizle görmenin yerini hiçbir makale tutamaz. Nitekim burada çöpler sadece toplanmıyor, aynı zamanda türlerine göre titizlikle sınıflandırılıp ayrıştırılıyor, kağıtlar bile türlerine göre farklı farklı şekillerde ayrılıyor, en gelişmiş geri dönüşüm şirketlerinin bile yapmakta zorlandığı işlemlerden geçirilip yeniden ekonomiye kazandırılıyor.
Kahire’nin en zengin bölgelerinden olan Mokattam Tepesi‘nin (Uptown Cairo olarak da geçiyor) zengin olmayan diğer yanında yer alan Mansheya Nasir mahallesine geldiğinizde, büyük çöp dağlarının binaların giriş katlarını tamamen kapladığını görüyorsunuz. Ama sadece çöpleri değil, fabrika gibi çalışan atölyeleri, çöplerin türlerine göre toplandığı ve üretim bandı benzeri yapılarla bir yerlerde biriktirildiği yerleri, büyük çöp dağlarını ezerek küçülten kepçeleri de görüyorsunuz. Ben göremedim ama burada çöplerin arasındaki organik atıkları tüketerek bu işlemlerde hayati bir önem arz eden domuzlar da buralarda yaşayanlar tarafından besleniyormuş. Nitekim burada yaşayanların çok büyük kısmi Kıpti Hıristiyanlar, yani ülkenin ezici çoğunluğu gibi Müslüman olmadıklarından domuzu mundar bir hayvan olarak görmüyorlar. Mahallenin her yerinde İsa, Meryem ve diğer aziz ve azizelerin tasvirlerini, ikonlarını görebiliyorsunuz. Domuzlar o kadar önemli ki, 2010’lu yıllarda Mısır’da yaşanan domuz gribi salgını sonrası sahip oldukları bütün domuzların itlaf edilmesi, burada yaşayanların işlerini inanılmaz şekilde kötü etkilemiş. Burada acayip güzel beslenip semiren domuzları zengin batılı turistlerin takıldığı lüks otellere satmak da çöp toplama işi dışında çok ciddi bir gelir kaynağıymış onlar için. Günde birkaç dolar kazanabilmek için, aslında hayatta kalıp ailelerini geçindirebilmek için inanılmaz bir gayret sarfeden bu insanlar, farkında olarak veya olmayarak gezegen için çok çok önemli bir iş yapıyorlar.
Süreç de kabaca şöyle işliyor, şehrin her yerinden toplanan çöpler, kamyonetlere yüklenerek mahalleye geliyor. Kendi gözlerimle gördüm, kendi büyüklüklerinin 3-4 katı çöple dolu çuvalları taşıyan araçlar, dar sokaklı mahalleye büyük bir trafik oluşturarak giriyor. Çöp toplama işini erkekler, çöpleri ayrıştırma işlerini kadınlar ve çocuklar yapıyormuş. Çöpleri mahallenin geri kalmışlığından beklemeyeceğiniz derece gelişmiş atölyelerde ayırarak geri satıyorlar, -hala varsa- domuzlar da süreçte çok ciddi bir rol alıyor. Böylelikle hem onların biraz para kazandığı, hem de atıkların geri dönüşümünün sağlandığı çok enteresan bir döngünün içinde üzerlerine düşeni yapıyorlar.
Ne kadar uzun paragraflar yazarsam yazayım, burayı en isabetli sözcükleri seçerek anlatabilmem imkansız. Görmeniz lazım denilecek türden bir yer burası. Çöplerin taştığı evlerin yanındaki seyyar tezgahlarda satılan dürümleri afiyetle yiyen insanları, çöp dağları içinde koşuşturup top oynayan çocuklarıyla burayı gözünüzde canlandırabilmeniz gerçekten çok çok zor, modern dünyayı biraz olsun görmüş bizler için burası distopya filmlerinde gördüğümüz türden, adeta farklı bir gezegene ait bir yer gibi.
Metroyla gelmesi imkansız, ancak El Ezher Camii ve Ölüler Şehri’ne yakın sayılabilecek bir konumda burası. Ben havanın kararıp oldukça tekinsiz hissetirecek bir zamanda ziyaret etmiş olsam da size gündüz gelmenizi, mümkünse taksi tutmanızı sizlere tavsiye ederim. Zamanınız varsa Kahire’ye gelip de burayı görmeden geçmeyin, burayı görmek için tüm imkanları zorlayın derim.
Kıptı Mahallesi
Mısır’a gelmeden önce yaptığım araştırmalarda, Mısır’ın İngilizce adı olan Egypt‘ın da, İngilizce çingene demek olan gypsy sözcüğünün de Kıptilerden geldiğini duyduğumda oldukça şaşırmıştım. Kıptilerin neden çingenelerle özdeşleştirildiği konusu çok tartışmalı, ancak Kıpti adının Mısır’a Batı dünyasındaki ismini vermesi şaşırtıcı değil. Nitekim Kıptiler Mısır’ın yerli halkı olarak biliniyor, en kadim devirlerden beri bu topraklarda yaşayan, Firavunla birlikte Kızıl Deniz’de boğulan, sonrasında Hıristiyanlığı ilk kabul eden topluluklardan biri olan ve Müslüman Arap akınlarına dek ülkenin hakim kültürünü oluşturmuş Kıptiler, günümüzde hala Mısır’da varlar. Her ne kadar Kahire ve İskenderiye’deki kiliselerine zaman zaman bombalı saldırılar düzenlense de Kıptiler Mısır’ın en önemli azınlığı olarak varlıklarını sürdürmeye devam ediyor.
Kahire’nin asıl merkezinin bir miktar güneyinde yer alan Kıpti Mahallesinde sadece Kıptilerin yaşadığı yerler değil, önemli kiliseler, Kıpti Müzesi ve diğer önemli binalar da yer alıyor. Buradaki kiliselerden Aziz George Manastırı‘ında ünlü azizin işkence görürken bağlandığına inanılan zincirler bulunuyor mesela. Aynı şekilde Mağara Kilisesi (Ebu Serga) olarak bilinen ve yakın zamanda restore edilmiş kilisede de Meryem ve bebek İsa’nın bir süre saklandığı mağaranın bulunduğuna inanılıyor. Yine bu bölgede hem Kıpti, hem de Ermeni ve Yunan gibi farklı etnik kökenlerden Hıristiyanların gömüldüğü mezarlıklar bulunuyor ki bunlar da yapısal olarak Ölüler Şehri’ndekiler gibi adeta ayrı mahallelere dönüşmüş durumda. Yalnızca üzerlerinde haç figürleri ve ikonalar bulunuyor, bir de etrafı duvarlarla çevrili farklı olarak.
Buralar dışında İngilizce’de Hanging Church, Arapça’da El-Muallaka olarak da bilinen Azize Meryem Kilisesi ve Rum Ortodoks inancındakilerin kilisesi olan Mar Girgis Kilisesi ve içeri giremeseniz de dışarıdan görebileceğiniz Ben Ezra Sinagogu bu bölgedeki diğer önemli mekanlar. Ayrıca Babil Surları olarak bilinen ve bir kısmı arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılmış kale de burada bulunuyor. Kahire şehrinin kurulmasından önceki şehir olduğuna inanılan Fustat şehrinin sınırlarının hemen dışında, Araplar tarafından kurulan ilk şehir olduğunu söyleyebiliriz buranın. Bu bölge içindeki hediyelik eşya dükkanlarında Hıristiyanların kutsal kitapları, önemli aziz ve piskoposların posterleri ve Hıristiyanlıkla ilişkili diğer eşyalar satılıyor.
Bir de şunu not edeyim, Kıpti Mahallesi Kahire’nin oldukça fakir bir bölgesinde yer alıyor. Dolayısıyla etrafını dolaşmak istediğinizde tedirgin edici bir ortamla karşılaşabilirsiniz, aklınızda olsun.
Bu kiliselerin dışında Kıpti Sanatı Müzesi de görülebilecek yerlerden bir tanesi ve meraklılarına tavsiye edilebilecek türden. Hemen bitişiğinde yer alan Mar Girgis metro durağı sayesinde Kahire merkezinden kolaylıkla ulaşılabiliyor buraya.
Kıptı Sanatı Müzesi (Museum of Coptic Art)
1908’de Markus Simaika Paşa tarafından kurulan Kıpti Müzesi, dünyanın en büyük Kıpti müzesi olarak biliniyor. 2 katlı müzede Mısır’da binyıllardır yaşayan Hıristiyan halk Kıptilerin meydana getirdiği eserler sergileniyor, aynı zamanda tüm Mısır topraklarında bulunmuş Kıpti kültürüne ait ögeler de müzede geniş bir şekilde yer alıyor. Örneğin Sakkara’daki Aziz Yeremiya Manastırı’ndan çıkarılan eserler de burada yer alıyor. Veya zamanında oldukça gelişmiş olan Kıpti tekstilinin ürünü olan kumaşlar ve kumaş üzerine işlenmiş resimleri de görebiliyorsunuz. Bölgede bulunan antik kalıntıların bir kısmı müzede sergileniyor aynı şekilde. Eserlerin üzerinde ankh figürlerinden türetilmiş haçlardan çok sayıda vardı. Özetle Müslümanlık öncesi dönemden kalma birçok eser bulunuyordu.
Kıpti Müzesi’ne giriş ücreti 100 EGP.
Umm Kulthum Müzesi
Kahire’yle ilgili yapılmış “en görülesi yerler” listelerine girmeyen, yine de bence Kahire’nin en görülesi yerleri arasında yer alan bir müzeden bahsetmek istiyorum şimdi. Özellikle antik döneme değil, yakın dönem Mısır tarihine ait birşeyler görmek isteyenler için burayı muhakkak not etmek isterim.
Mısır’a gelmeden çok zaman önce Umm Kulthum‘un (Türkçe kaynaklarda adı Ümmü Gülsüm olarak da geçiyor) adını duymuştum zaten, nitekim Orta Doğu kültüründe yeri olan kişilerle ilgili oldukça fazla şey öğrenmek istiyordum. Açıkçası Umm Kulthum, bir sanatçıdan, bir şarkıcıdan çok daha fazlası Mısır halkı için. Sadece klasik Arap müziğinin, günümüzde bizim bildiğimiz Arabesk’e evrilmiş müzik türünün en güçlü sesi olmakla kalmamış, Mısır ve tüm Orta Doğu halklarının adeta taptığı bir figür, bir kültür ve siyaset ikonu haline gelmiş. Nitekim günümüzde bile Umm Kulthum’un sesini dolmuşlarda, otobüs garlarında ve başka birçok alakasız yerde her an duyabilirsiniz, hala o kadar sevilen ve dinlenen bir isim kendisi.
1898-1975 yılları arasında yaşamış Umm Kulthum, oldukça muhafazakar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. İmam babasından İslam dinini öğrenmiş, gençlik dönemlerinde müzik yeteneği yavaş yavaş ortaya çıkmış ve 1920’lerde gittiği Kahire’de büyük bir yıldız haline gelmiş. Plaklar doldurmuş, çeşitli filmlerde oynamış ve ölümüne dek Mısır’ın en önemli sanatçısı olarak anılmaya devam etmiş. Sanatçı kişiliğinin yanında sosyal konulardaki duyarlılığı, ülkesine bağlılığı da onu bu konuma yükseltmiş diyebilirim. Hatta Mısır’ın başını çektiği Arap ülkelerinin İsrail’le olan savaşları için okuduğu kahramanlık şarkıları onu bir şarkıcıdan fazlası haline getirmiş Mısır’da. Döneminin Mısır liderleri Cemal Abdül Nasır, Enver Sedat, hatta onlardan önceki son kral Faruk’la çok sayıda fotoğrafı var, hepsinin derin ilgi ve teveccühüne layık olabilmiş. Sadece Mısır’da değil, bütün Arap ülkelerinde sevilen, sayılan bir diva olarak biliniyor, ölümünün üzerinden neredeyse 50 yıl geçtiği halde.
Bu küçük müzede sanatçının kıyafetleri, kişisel eşyaları, plakları, Arap ülkelerinin verdiği madalya ve nişanları sergileniyor. Ayrıca küçük bir sinema salonunda Umm Kulthum’un hayatına dair, 25 dakikalık İngilizce altyazılı bir belgesel de gösterilmekte. İlgisi olanların oturup izlemesini kesinlikle tavsiye ederim. Hem sanatçının hayatı, hem Mısır için ifade ettikleri, hem de dönemin Mısır tarihine ilişkin çok şey öğrenebilirsiniz.
Müzeye giriş ücreti 20 EGP.
Nilometer
Mısır’ın üzerinde yer aldığı coğrafyanın üzerinde modern dönemde yapılmış en büyük eserin Süveyş Kanalı olduğunu söylemek için illa Mısır’a gelmenize gerek yok. Ancak 2. büyük eser için Mısır’ı gelmeniz gerekebilir, o da birçok müzede büyük gururla bahsedildiğini göreceğiniz 1960’larda inşa edilmiş Yüksek Aswan Barajı’dır.
Bu baraj yapılmadan önce Nil Nehri’nin akışı pek kontrol edilemediği için sık sık sel baskınları yaşanırmış. Bunları önceden tahmin edip tedbir alabilmek adına Nilometer adında bir yapı yapılmış. Nehrin akış yönüne yapılan binanın içine dolan su miktarına bakılarak taşkın ihtimalleri hesaplanıyormuş. İçi daha çok küçük bir türbeye benzeyen Nilometer’ın tavan işlemeleri göze hoş gelse de, başka fazlaca birşeyi yok. Zaten Aswan Barajından dolayı günümüzde herhangi bir fonksiyonu da kalmamış.
Hem Umm Kulthum Müzesi, hem de Nilometer, Manastırlı Sarayı (Monasterly Palace) adlı eski konağın arazisinde yer alıyor. Saray adını, zamanında Kahire valiliği yapmış Manastırlı Hasan Fuat Paşa’dan alıyor. Bu saray da Nil Nehri üzerindeki Manial (veya Roda) adasında bulunuyor. Şehir merkezinde yürüyerek veya en yakın metro durağı El Malek El Saleh’e gidip, oradan da köprüyle adaya geçmek suretiyle buralara ulaşabilirsiniz. Bu komplekse giriş ücreti 40 LE.
Baron Empain Sarayı ve Heliopolis
Kahire’de görülmeye değer diyebileceğim neredeyse her yer merkezde ve olanca karmaşanın, gürültü patırtının tam orta yerinde. Bu kargaşadan kaçmak Kahire’nin hiçbir yerinde tam olarak mümkün değilse de biraz daha sakin ve nezih, Kahire’deki yabancıların da yaşamayı tercih ettiği Heliopolis mahallesinden söz etmek isterim. Lüks mekanları, Avrupai mağaza ve dükkanlar ile merkez kadar kalabalık olmayan yerleri görmek istiyorsanız buraya da bir uğrayabilirsiniz. Kahire Uluslararası Havaalanı’na çok yakın bir yerde bulunan Heliopolis’e gelmek için merkezden 3 numaralı hatta binip Kolleyet El Banat veya Alf Maskan gibi metro duraklarında inebilirsiniz.
Bu mahallede aslında görülecek fazla önemli bir turistik değer yok, ancak şehrin, hatta ülkenin genelinde hiçbir şekilde göremeyeceğiniz tuhaf bir yapı burada bulunuyor. Baron Empain Sarayı olarak bilinen, Belçikalı fabrikatör Édouard Empain‘in inşa ettirdiği ve 1911’de tamamlanan yeri de en azından dışarıdan görmek isteyebilirsiniz. Nitekim burası bir Hindu tapınaklarından ilham alınarak yapılmış, geniş bir bahçenin ortasında yer alan ve Hindu kültürüne ait heykelleri ve mimariye sahip bir saray veya şato. Aslında adamın kendisi için yaptırdığı bir konutmuş burası. Ben girmeyi tercih etmedim, isteyenler 100 EGP karşılığında bahçeye ve saraya girebilir.
Édouard Empain Mısır’da uzun yıllar yaşamış, ülkedeki demiryolu hatları ve altyapıya önemli katkıları olmuş, ciddi yatırımlar yapmış, esasen Heliopolis mahallesini sıfırdan inşa etmiş olan kişi. Bu şahsın mezarı da zaten bu mahalle içinde yaptırdığı Heliopolis Katedralinde bulunuyor. Bütün bu sebeplerden ötürü Heliopolis’in Kahire’nin geri kalanından çok farklı bir yer olduğunu söylemek mümkün.
Diğer yerler
Kahire’de görülebilecek yerlerin sayısını tutmak gerçekten çok zor. Ancak yukarıda saydıklarımın haricinde birkaç yerden daha bahsetmek isterim. Kahire şehri ile Gize arasında yer alan Zamalek adasındaki Kahire Kulesi (Cairo Tower), yine aynı adada yakın bir konumda bulunan Kahire Operası, Ölüler Şehri’nin yakınındaki El Ezher Parkı, Heliopolis tarafındaki Kahire Stadı ve Veledromu, merkezde yer alan, modern Mısır’ın en büyük kahramanlarından biri olarak görülen Said Zaglul’un anıt mezarı da görülebilecek diğer yerler.
Kahire’de ulaşım ve toplu taşıma
Kahire Metrosu
Kahire’de korkunç ötesi bir trafik olduğu için 3 hattan müteşekkil bir metro bulunması büyük bir nimet diyebilirim. Tabii ki böyle bir mega şehrin tüm ihtiyacını karşılamaktan çok uzak, ancak yine de Kahire’deyken metro kullanılabilen her yerde binmek lazım bence. Yanınızda metro haritasını gösteren bir uygulama bulunması da elbette çok iyi olur, ben şu uygulamayı kullandım. Her ne kadar %100 güncel olmasa da bilgilerin büyük oranda doğru olduğunu söyleyebilirim.
Mavi (1), kırmızı (2) ve yeşil (3) renklerle sembolize edilen metro hatlarının ücreti de gittiğiniz durak sayısına göre değişiyor. 10 durağa kadar 5 EGP, 10-16 arasına 7, 17 ve üzerine (ki tek yönde durak sayısı 39’a kadar çıkıyor an itibariyle) 10 EGP ödüyorsunuz. Metro biletlerini metro duraklarındaki gişelerden alıyorsunuz. Görevliye gideceğiniz durağı söylediğinizde size uygun bileti veriyor, bilet dediğim de küçük bir kağıt parçası. Onu girişteki makineye takıp turnikeden geçiyorsunuz. Makine işlenen bileti geri veriyor, indiğiniz durakta metrodan çıkarken aynı bileti tekrar makineye taktığınızda turnike tekrar açılıyor, ancak bileti geri vermiyor. Dolayısıyla metroya binerken bu kağıdı turnikeden geri almayı unutmayın.
Bunlar dışında özellikle Nasser gibi büyük, aktarma durağı olarak hizmet veren duraklardaki tabela ve yönlendirmelerin çok kötü olduğunu da söylemek isterim, bir çıkışa gitmek veya diğer metro hattına aktarma yapmak istediğinizde en az 1 kez kaybolmadan bunu başarmanız pek mümkün değil. Yine de Kahire’nin geri kalanındaki kaostan hallice bir ortam diyebilirim.
Bu arada, tıpkı Tahran metrosunda gördüğüm gibi Kahire metrosunda da sadece kadınlara ayrılmış vagonlar bulunuyor. Yalnız Tahran’dakilerin aksine sondaki değil, trenin ortasındaki vagonlar kadınlara ayrılmış vaziyette. Zaten bu vagonların üzerinde ladies only yazıyor, metro duraklarında da bu vagonların yanaşacağı bölüm ayrıca belirtiliyor, bekleyeceğiniz yeri şaşırmayın diye. Kadınlar isterlerse diğer vagonlara da binebiliyor, yine Tahran’la aynı mantık.
Küçük bir detay, metro ağının en merkezi 2 durağı, Tahrir Meydanı’nın dibindeki Nasser ve Sadat, isimlerini Mısır Arap Cumhuriyeti’nin en büyük kahramanları olarak konumlandırılan eski liderler Cemal Abdül Nasır ve Enver Sedat’tan alıyor. Bir başka not, Kahire Metrosu’nun çalışma saatleri Ramazan ayında uzatılıyor, normalde gece 12 gibi biten seferler, 1’e kadar uzatılıyor.
Otobüs ve dolmuşlar
Kahire’de elbette çok sayıda otobüs ve özellikle dolmuş bulunuyor. Ancak dolmuşların hiçbirinde güzergahı gösteren bir tabela bile yok, otobüslerdeki tabelalar ise büyük çoğunlukla Arapça. Yani bir durakta bekleyip sizi istediğiniz yere götürecek toplu taşıma aracını bulmanız oldukça zor. Bir şekilde duran bir dolmuşun camına yanaşıp şoföre gitmek istediğiniz yeri söylerseniz anlaşabilirsiniz belki.
Dolmuşlar, tıpkı Lübnan‘da gördüklerim gibi, sağdaki küçük koridorda katlanır koltuklara sahipler. Bütün koltuklar dolduğunda ayakta duracak yer kalmıyor ve arkadakilerden biri inmek istediğinde öndekiler de ayağa kalkmak zorunda kalıyor.
Burada ilginç bir olay var yalnız bahsetmek istediğim. Sadece benim gibi turistler değil, dolmuş bekleyen Kahireliler de aslında gelmekte olan dolmuşun binecekleri dolmuş olduğundan emin olamıyor. Bu nedenle gelen dolmuşlara bazı el hareketleri yapıyorlar. Dolmuş şoförü de başka bir el hareketiyle karşılık veriyor. Bunların ne anlama geldiğini ilk başta çözemedim, ancak sonra düşünerek ve biraz da başka yazıları okuyarak bir fikir edinebildim. Yol kenarında bekleyenler, gitmek istedikleri güzergahın numarasını elleriyle işaret ediyorlar, şoför de kendi güzergahının numarasını işaret ediyor, eğer istenen dolmuş kendisi değilse. Şöyle anlatayım, mesela 1 numaralı dolmuşa binmek isteyenler, tek parmaklarıyla 1 işareti yapıyor. Dolmuşlar da ona göre duruyor ya da devam ediyor. Bu mantığı bizim de kullanabilmemiz gerekir diye düşünebilirsiniz, ancak sonra fark ettim ki aslında burada yapılan işaretler Arap alfabesinin sayılarına göre yapılıyor. Mesela bir seferinde benimle bekleyen bir yolcunun eliyle V veya zafer işareti yaptığını gördüm. Buna bakarak yolcunun 2 numaralı dolmuşa binmek istediğini düşündüm ilk başta. Ancak sonradan anladığım üzere yolcunun eliyle yaptığı işaret ٧ imiş, bu da Arapça 7 sayısına karşılık geliyor. Dolmuşçuların eliyle ٤ işaretini bile yapmaya çalıştıklarını gördüm, bu da 4 demek. Dolayısıyla bizim kullanmamız imkansız bir işaret dili konuştuklarına ikna oldum.
En iyisi yine dolmuşu durdurup sormak, zaten dolmuşçular da sürekli durmak için yer arıyor.
Taksi ve Uber
Böyle bir keşmekeşin ortasında taksilerin olmaması düşünülemezdi. Sürekli müşteri kovalayan, genelde beyaz renkli ve bizdeki gibi tepesinde sarı ışıklı tabelası olan taksileri işiniz düşerse kullanabilirsiniz, elbette binmeden önce gideceğiniz yeri açıkça söylemeniz, parasını konuşmanız şartıyla. Ben Kahire’de bir kez taksiye bindim, o da ilginç bir şekilde taksimetre açtı ve pazarlık yapacak bir durum bırakmadı. Ama sonunda beni söylediğim metro durağında değil de başka bir durakta indirdi sağolsun, neyse.
Ben kendim kullanmadım ama Kahire’ye giden bir başka arkadaşım meşhur taksi uygulaması Uber’den çok yararlandığını anlattı. Özellikle biraz uzak mesafelere gitme niyetiniz varsa Uber’den yararlanabilirsiniz, kazık yeme veya pazarlık derdinden kurtulmuş olursunuz.
Kahire sokaklarında dolaşmak
Kahire’ye gitmenin size kazandıracağı en müthiş deneyim, bu devasa şehrin sokaklarında dolaşmak olacaktır kanımca. Piramitleri, müzeleri, geri kalan bütün tarihi yerleri bir kenara bırakın. Sadece Kahire’nin Afrika kıtasının en büyük şehri ve aynı zamanda en büyük Arap şehri olduğu gerçeğini aklınızda tutun. Bu bile Kahire sokaklarının nasıl bir yer olduğunu az çok hissetirecektir diye düşünüyorum.
Kendi adıma Orta Doğu coğrafyasının belli yerlerini (başta Tahran ve Beyrut) görmüş biri olarak, hatta Türkiye’de yaşayan biri olarak Ortadoğulu olmanın ne demek olduğunu az çok bilen biri olarak kendimi konumlandırmaktan utanmıyorum. Ancak inanın Kahire bu yerlerin hepsinin ötesine geçen bir karmaşanın, bir keşmekeşin, bir kaosun tam olarak merkezinde bulunuyor. Sokaklarda dolaşmak gibi Mısır’a gelmeden bilmeniz gereken bazı püf noktalarına değindiğim bir yazı yazdım, Mısır’a gelmeden önce bilmeniz ve Mısır’da dikkat etmeniz gerekenlere dair yazımı okumanızı öneririm.
Kahire için film ve kitap önerisi
Mısır’a gitmeden önce Kahire’de geçen film ve kitapları araştırmıştım. Genelde Kahire filmleri denince Piramit görüntüleri olan, ancak Mısır halkına dair pek de fikir vermeyen oryantalist Batı filmleri çıktı karşıma. Ancak biraz eski de olsa Kahire’de geçen güzel bir film bulabildim.
Kahire İstasyonu (Yusuf Şahin, 1958)
Mısır’ın çıkardığı en önemli yönetmenlerden biri olarak kabul edilen Yusuf Şahin’in (Youssef Chahine diye geçiyor Batılı kaynaklarda) ilk dönem filmlerinden olan Kahire İstasyonu (Cairo Station), adı üzerinde Kahire’nin merkez tren istasyonu olan Ramses İstasyonu içinde ve çevresinde geçiyor. İstasyondaki bir büfede çalışan, etraftaki herkesin hafif meczup muamelesi yaptığı Qinawi’nin (ki onu da Yusuf Şahin canlandırıyor), yolculara su ve soğuk içecekler satarak hayatını kazanan Hannuma’ya duyduğu saplantılı aşkı neticesinde gerçeklik algısını yitirip sapıtması ve kimsenin tahmin edemediği işlere kalkışmasını anlatan güzel bir gerilim filmi Kahire İstasyonu.
Dönem itibariyle İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden fazlasıyla etkilendiği fark edilen filmde, yine dönemin Alfred Hitchcock filmlerini hatırlatan ve filmin başında sonuna doğru sürekli yükselen bir gerilime tanık oluyoruz. Öte yandan o günlerde aşırı kalabalık ve kargaşalı bir yer olduğunu anladığımız Ramses İstasyonunun günümüzde her ne kadar etrafı çok değişmiş olsa da bu kargaşasından hiçbir şey kaybetmediğini söyleyebilirim. Filmi de herkese tavsiye ederim.
Kahire Üçlemesi (Necib Mahfuz, 1956-57)
Mısır’dan çıkan ilk Nobel ödüllü yazar olan Necib Mahfuz‘un (veya Naguib Mahfouz) ilk okuduğum kitabı olmasa da Mısır’la ilişkilendirerek okuduğum ilk kitabı Saray Gezisi‘nden de bahsetmek isterim burada.
Saray Gezisi, Kahire Üçlemesi olarak bilinen ve Kahireli orta-üst sınıf bir ailenin birkaç nesil boyunca yaşadıkları üzerinden modern Mısır tarihinin önemli kilometre taşlarına değinen kitap serisinin ilk kitabı. Ahmet Abdülcevat Bey ve ailesinin 1910’lardaki hikayesine değinen kitap, her bir ana karaktere titizlikle değinmesi, karakterlerin ruh halleri ve düşüncelerine en az iki karşıt açıdan bakarak içinde bulundukları çıkmazları ortaya koyuş şekliyle bence oldukça başarılı. 1. Dünya Savaşı ve 1919 Mısır Ayaklanması gibi Mısır tarihinin çok kritik olayları da kitapta sadece çok büyük yer kaplamakla kalmıyor, aynı zamanda karakterlerin kitap içindeki evrimlerine direkt ve inandırıcı bir şekilde yansıyor. Kitap biraz milliyetçi bir bakış açısıyla yazılmış olsa da geçtiği ve de yazıldığı dönemi düşünürsek bu hiç şaşırtıcı gelmiyor, nitekim 1910’lu yıllar Mısır’da bağımsızlık mücadelesinin verildiği, Said Zaglul’un arkasında toplanan halkın İngilizlere karşı ayaklandığı bir dönemmiş. Serinin diğer kitapları da 1920 ve 30’lu yıllarda ailenin yaşadıkları üzerinden Mısır’ın o yıllardaki tarihini anlatıyor.
Ve de hepsinden önemlisi, kitaptaki bütün olaylar Kahire’de, hatta şu an şehrin en turistik yerleri arasında direkt sayabileceğimiz Han El Halili çarşısı, Kalavun Sarayı, El Hüseyin Camii gibi benim de tek tek görme fırsatı bulduğum yerlerde geçiyor. Kitabı okurken bu sayede olayları ve ortamları gözümde çok kolay canlandırabildim. En kısa sürede diğer kitapları da okudum zaten.
Son sözler
Kahire öyle bir yer ki, gerçekten ne kadar konuşursam konuşayım birşeylerin eksik kalacağı, bazı şeylerin bizzat orada bulunmadan anlaşılamayacağı, hayatımda gördüğüm en benzersiz yerlerin başında gelen bir şehir oldu. Gittiğime, sokaklarında yürüdüğüme, zaman zaman tekinsiz yerlerinde yaşadığım korkulara kesinlikle değecek türden bir yer. İmkanı olan herkesin görmesini tavsiye ederim. Ve de şunu belirteyim ki, Kahire’yi görmeyen kimse Mısır’ı gördüm dememeli.
6 Yorum
Cennet
Burak Bey selamlar,
Öncelikle bu kadar detaylı bir yazı için teşekkürler. Yakın zamanda Luksor, Kahire ve Şarm’dan oluşan 5 günlük bir gezi planlıyoruz ve yazılarınızın çok fazla faydası olacağına eminim. Siz Kahire’ye 4 gün ayırmışsınız fakat bizim planımız, 2 gün Luksor’a, 1 gün Kahire’ye ve 2 gün de Şarm’a ayırmak yönündeydi. Bu yüzden Kahire’de dolu dolu bir gün geçirmek için önerebileceğiniz bir rota var mıdır? Mısır Müzesi, piramitler, El Ezher Camii ve Han El-halili çarşısı görmeyi planladığımız yerler arasında. Başka kesin görmeniz gerekir dediğiniz yer var mıdır ya da 1 gün Kahire için yetmez 2 gün mü olsun dersiniz? Cevabınız için şimdiden teşekkür ederim. Saygılarımla,
Geç Kalmış Yolcu
Merhaba Cennet Hanım,
Güzel sözleriniz için ben teşekkür ederim. Belirttiğim gibi Kahire mega bir şehir, bu nedenle olabildiğince uzun zaman ayırmak gerekir. Mümkünse 2 veya daha çok gün. Ancak 1 gününüz varsa yukarıda bahsettiğiniz yerler zaten tamamını alacaktır, hatta tek gün yetmeyebilir de. Özel bir yer olmasa bile Kahire’nin kalabalığında zaman geçirmek çok farklı bir deneyim olacaktır.
Size keyifli geziler dilerim.
Bülent Yozgat
Çok detaylı bir gezi yazısı olmuş. Kaleminize sağlık, bir turist rehberi olarak benim için de çok bilgilendirici rehber niteliğinde bir yazı olmuş. Saygılarımla…
Geç Kalmış Yolcu
Merhaba Bülent Bey,
Ben güzel sözleriniz için teşekkür ederim, faydalı bulduğunuza sevindim.
Saygılarımla,
Naz
Çok guzel
Misir hakinda bılgilandırma yazmişsiniz
Yazar olsaniz kitabeniz çok satanlardan olürdü
Tşk ederim 🎈
Geç Kalmış Yolcu
Merhaba Naz Hanım,
Güzel sözleriniz için çok teşekkür ederim, umarım yazdıklarım işinize yaramıştır.
İyi günler ve keyifli gezmeler dilerim.