Inishmore (Inis Mór) adasında bir gün – İrlanda’nın cennet köşesinde gördüklerim
Martin McDonagh’ın 2022 yapımı Banshees of Inisherin filmini izlediyseniz, İrlanda’nın kuş uçmaz kervan geçmez adalarının ne kadar muhteşem yerler olduğu hakkında bir fikriniz olmuştur. Bu film, İrlanda’nın batı kıyısına yakın birkaç adasında çekildi, o adalardan bir tanesi de Aran Adaları olarak adlandıran üçlü takım adanın en büyüğü olan Inis Mór, yani Inishmore‘du.
İrlanda’ya gitme durumum söz konusu olup plan yapmaya başladığımda, Dublin ve Belfast haricinde ziyaret edilebilecek bir yer ararken bir başka şehir merkezinden ziyade doğanın içinde bir yerlere gitmek istedim. İrlanda’nın batı sahillerinde bu tarz çok yerin olduğunu biliyordum, Inis Mór’a gidebilmenin kolay bir yolu olduğunu öğrenince de gidilecek yerler listeme ekledim. Daha önce gördüğüm adalardan çok daha değişik bir yerle karşılaştım ve gönül rahatlığıyla “iyi ki gitmişim” dedim. Bu yazıda sizlere Inis Mór’a günübirlik gezi hikayemi, orada geçirdiğim birkaç saatte nereleri gördüğümü ve burayı neden bu kadar beğendiğimi anlatmak istiyorum.
Aran Adaları hakkında birkaç söz
Aran Adaları, Galway ve Cliffs of Moher açıklarında bulunan 3 adadan oluşan bir adalar topluluğu. Inis Mór’un yanında Inis Meáin (Inishmaan) ve Inis Oírr (Inisheer) adalarından oluşuyor. En büyüğü ve en kalabalığı olan Inis Mór, aynı zamanda en batıda bulunanı. En doğuda ve en küçükleri olan Inis Oírr, Cliffs of Moher’den rahatlıkla görülebilecek kadar da İrlanda karasına yakın durumda. Bu 3 adada da insan yerleşimi var, ama muhtemelen adaların toplamında insandan çok büyükbaş ve küçükbaş hayvan yaşıyordur. Inis Mór adasının iki adı daha var, bazı yerlerde bunları da görebiliyorsunuz, Árainn veya Árainn Mhór.
Inis Mór’a nasıl gidilir?
Inis Mór adasına en yakın büyük şehir merkezi Galway. Galway’e nasıl gelinebileceğini Galway’de gezilecek yerler yazısında ayrıntılı şekilde anlattım, yine de kısa bir özet geçmem gerekirse Dublin’den kalkan otobüslerle 2.5 saatte Galway merkezine gelinebilindiğini söyleyebilirim. Oradan da Aran Adaları’na giden bir gemiye binerek Inis Mór’a geçilebiliyor. Geldiğiniz tarihe göre farklı ulaşım seçenekleri bulunuyor. Nisan’dan Eylül’e kadar olan dönemde direkt olarak Galway şehrinin içindeki iskeleden kalkan gemilerin düzenli seferleri bulunuyor. Ben Ekim ayında gittiğim için böyle bir şansım bulunmuyordu. Dolayısıyla yıl boyu devam eden asıl seçeneği değerlendirmem gerekti, o da Galway’e yaklaşık 45 dakika uzakta bulunan Rossaveel’den kalkan gemilerle gitmekti.
Sağolsun bütün bu ulaşım araçlarını toplu olarak satan bir şirket var, Aran Island Ferries. Bu şirket hem Galway’den Rossaveel’e otobüsü, hem de Rossaveel’den Inis Mór’a gemi seferini sağlıyor, gidiş ve dönüş şeklinde. Sadece Rossaveel’den gemiyle gitme hizmeti almak isterseniz -Ekim 2025 itibariyle- ücreti 34€. Ancak Galway’den otobüs transferini de eklerseniz fiyata 10€ daha ekleniyor, toplam 44€ oluyor. Açıkçası Galway’de kalıyorsanız kafanızın rahat olması adına hepsini beraber almanızı tavsiye ediyorum. Hepsinin de saati belli ve o programa uyularak hareket ediyor, yaklaşık 9 saatinizi alıyor bütün tur.
Galway – Rossaveel – Inis Mór yolculuğu
Galway’in toplu taşıma merkezi diyebileceğimiz Eyre Meydanı’na (Eyre Square) çok yakın Victoria Place’ten kalkıyor Rossaveel’e giden otobüs. Victoria Hotel’in tam önünde. Bizim turun başlangıç saati 09:30’du ve ben de 10 dakika kala orada oldum. Yolculuk biraz süreceği için yanınıza yiyecek içecek almayı unutmayın.
Galway’in batısına doğru son derece güzel manzaralı bir yol var Rossaveel’e doğru. Okyanusu görmek istiyorsanız otobüsün sol tarafına oturun. Deniz, taşlar, çayırlar ve otlayan hayvanların içinde yaşayan insanların tek katlı evleri, film karesi gibi manzaraları sunuyor. Daha Inishmore’a gelmedik bile.

45-50 dakika süren otobüs yolculuğunun ardından Rossaveel’deki iskeleye geliniyor. Orada beklemekte olan feribota geçiyoruz. Onun da zamanında kalkması ve 40 dakikalık gemi yolculuğunun ardından saat 11:20 gibi Inis Mór’a ayak basıyoruz.
Inis Mór’a geliş ve bisiklet kiralama
Adaya indiğimiz yerdeki merkez köyün adı Kilronan. Buraya iner inmez iskele yakınlarında hop-on hop-off’çu minibüsler ve şoförlerini görüyoruz. Olabildiğince müşteri çekmeye çalışıyorlar. Ayrıca iskeleden yürürken karşınıza çıkan abiler sizi bisiklet kiralama dükkanlarına gitmeye ikna etmeye çalışıyorlar. Büyükada gibi atlı faytonlar da bulunuyor, arabacıyla anlaşıp onlarla da gezebilme şansınız var.

Özellikle hava yağmurlu değilse (ve de kondisyonunuza güveniyorsanız) benim de tavsiyem bisiklet kiralamanız yönünde olur. Zaten iskele yakınlarında 2-3 tane bisiklet kiralama dükkanı var, hemen görürsünüz. Standart bir yol bisikletini kiralama ücreti 20€. Ücretsiz kask da veriyorlar ve kullanımını tavsiye ediyorlar, ancak bisiklet üstünde gördüğüm turistlerin çoğunda kask yoktu, bunu da belirteyim. Ada merkezinden en bilinen turistik nokta olan Dún Aonghasa’ya yarım saatte gidilebiliyor bisikletle, 8 kilometre mesafede bulunuyor. Bisiklete binmektense yürürüm diyenler için de bu bilgiyi vermiş olayım.
Gezinize başlamadan önce bir de adanın tek süpermarketi olan Spar’a mutlaka uğrayın. Eğer Galway’de yapmadıysanız yiyecek içecek stoğunuzu burada yapın. Adadaki başka bir yerde bu tarz bir market bulamayacaksınız nitekim. Marketten sonra geziye başlamaya hazırsınız.
Bu kısma geçmeden hemen bir uyarı yapayım. Adada hava çok kararsız olduğu için bulut, rüzgar, güneş ve yağmur geçişleri çok hızlı olabiliyor. Burada geçireceğiniz sürenin rezil olmaması adına hem bisiklet hem yürüyüşe, hem de yağmura dayanabilecek ayakkabılar seçmenizde büyük fayda olduğunu belirteyim. Ayrıca hava açık olsa bile -özellikle bahar mevsimlerinde- üstünüzde yağmura karşı koruyacak bir mont bulundurmanızda fayda var.
Inis Mór’da görülebilecek yerler
Adaya gelen turistler için iki farklı rota belirlenmiş. Özellikle çocuklu aileler için sahil kenarından geçen yeşil rota, usta bisikletçiler için köylerin arasından geçen, daha yokuşlu kırmızı rota öneriliyor. Benim naçizane tavsiyem, kendinize güveniyorsanız önce kırmızı rotadan gidin, dönüşte yorulunca yeşilden dönersiniz, iki rota da Dún Aonghasa’dan geçiyor. Ben dolaşırken biraz doğaçlamalar kattım, ileri geri yaparak iki rotayı da görmüş oldum, ancak ideal senaryoda takip edilebilecek sıraya göre bu yerleri anlatacağım.

Küçük küçük yerleşimlerin arasında geçe geçe ilerlediğiniz ilk kilometrelerde bazı sert yokuşlar var. Bazı inişler de özellilkle yağmurlu havalarda çok tehlikeli oluyor, bisikletinizi iyi seçin ve frenlerinizi bırakmadan dikkatli inin. Bir de adanın genel yapı malzemesi olan kireçtaşından bahsedelim, bu gri renkli taş, adadaki bütün yapılarda kendini gösteriyor, bütün manzaralarda kendine yer buluyor.
İlk olarak Dún Eochla adlı yerden bahsedeyim. Ben gitmedim ama anmak gerekir. MS. 700’lü yıllarda yapılmış çift sıra surlu bir kale burası. Adanın en yüksek yerinde bulunduğu için deniz fenerinin hemen yakınında bulunuyor. Yerden de güzeldir eminim ama açıkçası yukarıdan manzarası daha etkileyici.
Bu rota üstünde atlamamanız gereken ilk yer, Solucan Deliği veya The Wormhole olarak bilinen nokta. İrlanda dilinde Poll na bPéist olarak geçen bu yer, kesinlikle görülmesi gereken bir nokta, her ne kadar biraz uzun bir yürüyüş gerektirse de. Yolun sol tarafında yer alan Gort Na gCapall adlı köyün yol ayrımını kaçırmayın. Bisiklet gezinize başladıktan yaklaşık 20 dakika sonra karşınıza çıkacak. Yoldan yaklaşık 1 kilometre içeride yer alıyor. Bir noktadan sonra arabalar daha ileri gidemiyor, bisikletle ise biraz daha devam etseniz de bir noktadan sonra yol bitiyor ve bisikleti de bırakmanız gerekiyor. Kalan yol oldukça enteresan, düz kaya plakalarından oluşan geniş bir düzlük diyebilirim, dikkatli yürünmesi gereken bir yer. Hatta bir bakıma bu dünyadan değilmiş hissini Azerbaycan’da gördüğüm Gobustan‘a benzettiğimi de söyleyebilirim. Bisikleti bıraktıktan sonra yerdeki kırmızı boyalı okları takip etmeye çalışarak devam edin. 10-15 dakika yürüyüşün sonunda dimdik kayalık oluşumların yanına ulaşacaksınız, biraz daha devam ettiğinizde de bu çok enteresan havuza ulaşıyorsunuz. İnsan eliyle yapılmış kadar nizami, 25×10 metrelik bir dikdörtgen havuz burası, ancak şaşırtıcı bir şekilde kireçtaşı kayaların zaman içinde aşınmasıyla doğal bir şekilde meydana gelmiş.

Burasının altı bir havuz gibi kapalı değil elbette, ancak yükselen dalgalarla bu havuzun içinin sularla dolması, ama hiçbir şekilde taşmaması çok görkemli bir göz yanılsaması oluşturuyor. Havuzun içindeki suyun derinliğinin 150 metreden fazla olduğu söyleniyor ki buradaki kayaların ne kadar yüksekte olduğunu gözümüzle görebildiğimiz için bu çok şaşırtıcı gelmiyor kulağa.
Burası aslında dünyada bilinen bir yer. Yaptığı ekstrem spor şovlarıyla bildiğimiz içecek markası Red Bull, burada profesyonel atlayıcılarla çeşitli şovlar düzenliyor. 27 metre yüksekten bu havuza atlayan sporculara hayranlık ve hayret duymamak elde değil, bayağı tehlikeli bir iş yapıyorlar bence. Sadece o havuzun etrafında yürürken bile son derece dikkatli olmanız gerekiyor. Yürüdüğünüz zemin delik deşik ve o deliklerin de içi yüksek ihtimalle suyla dolu olacak.
Bir de bu havuzu geçtikten sonra bence biraz daha yürüyün, Dún Aonghasa’dan görülen inanılmaz dik kayaları burada karşıdan görme imkanınız olacak. Tabii bütün bu süre boyunca azami düzeyde dikkat gösterin, gerçekten hem kayaları, hem de dalgalarıyla tehlikeli olabilecek bir yerden söz ediyoruz. Ancak gördüğünüz manzaralar o kadar görkemli ki, kendinizi olabildiğince ileri gitmek ihtiyacı içinde buluyorsunuz.
Bu arada, bahsettiğim Gort Na gCapall kasabasından çıkarken yol kenarında küçük bir anıt gibi bir yer dikkatimi çekti. Bu küçücük yerden çıkmasını beklemeyeceğiniz türden biri, 20. yüzyılın önemli İrlandalı yazarlarından Liam O’Flaherty’nin memleketiymiş. Yazar anısına küçük bir yer yapılmış, onu da belirtmeden geçmeyeyim. Pek dikkat çekecek türden bir yer değil ama benim gözüme çarptı.
Buradan çıkıp ana yola döndüğünüzde sıradaki hedefiniz adanın ana atraksiyonu olan Dún Aonghasa (Dun Aengus). Buranın yol ayrımına gelmeden önce, sert yokuşun başında, solunuzda küçük bir köy mezarlığı göreceksiniz, birkaç dakika burada soluklanabilirsiniz. Sağınızda ise filmlerde göreceğiniz türden geniş bir sahil şeridi olan Kilmurvey Beach var, buraya dönüş kısmında değinirim. Aonghasa’ya olan yol ayrımında birkaç tane hediyelik eşya dükkanı ve bir de otantik bir restoran bulunuyor. Eğer yemeğinizi yanınızda getirmediyseniz burada bir yemek yedikten sonra devam etmeyi düşünebilirsiniz.
Dún Aonghasa’ya yine bir yere kadar bisikletle yaklaşabiliyorsunuz, artık sadece yürüyerek devam edilebilen kısmında bisiklet alınmıyor ve bisikletinizi yol kenarındaki bisiklet parkına bırakmanızı istiyorlar. Ben de bırakıp yokuş yukarı yaklaşık 15-20 dakika süren hafif tırmanışlı yolu yürümeye başladım. Bisiklet parkının yanında yine bir hediyelik eşya dükkanı ve bir de küçük bir ziyaretçi merkezi varmış bilgi verilen ancak ben burayı ne yazık ki atladım sanırım.
Dún Aonghasa’nın ne olduğuna gelirsek, okyanusun onlarca metre yukarısına kurulmuş çok acayip bir kale ve surlar serisi diyebiliriz. 3 katmandan oluşan bu surlar, uçurum kıyısına doğru giderek daralan yarım daireler çiziyorlar. Burada bulunan arkeolojik buluntulardan insan yerleşiminin 3000 yıl kadar öncesine gittiği tahmin ediliyor. Burada tam belli olmasa da bir zamanların yöneticilerinin yaşadığı, özellikle en iç halkanın kenarındaki kayalık alanda ritüellerin yerine getirildiği sanılıyor. Ancak savunma amacıyla yapılan değişiklikler olduğu da düşünülüyor. Ev, insan ve hayvan kalıntıları da bulunduğu için burada çeşitli insanların aktif kullanımının olduğu sonucuna varılıyor. Son büyük değişiklikler ve restorasyonlar 19. yüzyılda yapılmış.
Ne amaçla yapılmış olursa olsun, bugün Cliffs of Moher’le yarışacak bir görkeme sahip yükseklikte ve dümdüz kayaların bulunduğu, hem büyüleyici hem de korkutucu bir yer haline gelmiş. Dümdüz karşınızda Kanada kıyılarının olduğunu bilmek de farklı hissettiriyor, bir yandan da Avrupa’nın adeta sınır karakolunda olduğumuzu da akıllara getirmek gerekiyor. Surların etrafına rastgele dökülmüş gibi görünen, ancak son derece önemli bir savunma amacıyla özellikle yerleştirilmiş taşlara da bir göz atmayı unutmayın bu arada. Chevaux-de-frise deniyormuş bu düşman engelleme sistemine.

Ortam gerçekten enteresan, yılların yağmuru ve rüzgarıyla iyice aşınıp sivriliklerini kaybetmiş taşların arasından çıkan otların gri-yeşil rengi, bu adada bol bulunan, başka bir yerde tam böylesini kolay bulamayacağınız bir manzara.
Normalde size verilen haritalarda ve yeşil ve kırmızı rotalarda yolun sonu Dún Aonghasa. Ancak ada burada bitmiyor, ileride birkaç yer daha var ve bence geri dönmeden önce bu istikamette uğramanız gereken bir yer daha var. Orası da Yedi Kilise (The Seven Churches) olarak adlandırılan yer, İrlanda dilindeki adı Na Seacht dTeampaill. Burada öyle pek fazla kilise kalmamış, 7 değil 2 tane kilisenin dış duvarları kalmış sadece. Burası Orta Çağ’da Hıristiyanlar için hac mekanıymış. Bugün burası bir mezarlık olarak da kullanılıyor, öyle olunca da hele kapalı havalarda çok müthiş bir atmosfere büründüğünü söyleyebilirim. Burası benim için batı yönündeki son yerdi, buradan geri döndüm.

Geri dönüşte az önce bahsettiğim Kilmurvey Beach‘te biraz zaman geçirmenizi öneririm. Burada oldukça geniş bir sahil şeridi bulunuyor, denizi ve dalgaları uzaktan seyredebilir veya denize yaklaşıp sesini daha yakından duyabilir, kokusunu daha iyi alabilirsiniz. Burası uzun ve düşünceli bir şekilde yürüyen birilerini çekmek isteyen yönetmenler için harika bir dekor oluşturuyor, buranın neye benzediğini aklınızda daha iyi canlandırmak için böyle bir benzetme yapabilirim. Burada denize girmek yasak değil, ancak özellikle kışın çok dikkatli olunması için uyarı levhaları bulunuyor.

Burayı geçtikten sonra belirttiğim gibi yeşil rotaya, yani sola, sahil şeridine doğru dönüş yaptım. Nispeten daha az engebeli bir yolda, okyanus, taşlarla çevrilmiş otlaklar, otlaklarda özgürce gezinen inek, at, eşek ve koyun gibi hayvanları seyrede seyrede ilerledim. Arada bir sadece 2 duvarı ayakta kalmış yapılar da karşıma çıktı. Durmaya değer bir ziyaret noktası olarak fok gözlem noktasını söyleyebilirim, burada bulunan banklar bir soluklanma fırsatı veriyor. Ne yazık ki ben foklara denk gelemedim.

Buradan sonra başka kayda değer bir yer görmeden ada merkezine, Kilronan’a döndüm. Bütün gün 25 kilometre civarında pedal çevirdiğimi tahmin ediyorum, hele benim gibi bisiklet kondisyonu düşük biri için oldukça zorlayıcı anlar yaşatsa da kimse için altından kalkılmayacak bir mesafe olduğunu düşünmüyorum. Yalnız bisiklet üzerindeyken çimenlik alanlarda ve bazı ara yollarda bulunan mıcırlı alanlarda çok dikkatli olun. Yerler ıslak olduğunda hız yapmayın, frenler tutmuyor.
Adadan ayrılmadan önce Aran Sweater Market’e de bir uğrayın mutlaka. Burada bölgenin yöresel koyunlarının tüylerinden yapılan yün kıyafetler, kazaklar, süveterler, atkı, eldiven, bere gibi giyecekler satılıyor. Örgü konusunda yüzyıllardan beri sürdürdükleri bir gelenekleri var, kullandıkları bütün figürlerin farklı anlamları var. Fiyatları biraz tuzlu olsa da sevdiklerinize güzel kışlık hediyeler bulacağınızı düşünüyorum. Ancak ille de buradan almak zorunda değilsiniz, Galway ve Dublin’de de şubeleri var.
Galway’e geri dönüş
Bizi adaya getiren gemi 17:00’da kalkarak Rossaveel’e dönecekti. Saat 16:50 olduğunda ben de dahil neredeyse bütün yolcular gemiye binmişlerdi bile. Bu çok normal, bu gemiyi kaçırmak demek, ertesi güne kadar adadan ayrılamamak demekti. O yüzden herkes tam zamanında yerinde oldu. Birçoğumuzun elinde hediyelik eşya poşetleri, geldiğimizden daha ağır bir şekilde dönüyorduk. Ve geldiğimiz yolun tam tersi istikamette dönüş yolculuğuna giriştik. Önce Rossaveel’e indik, sonra yeniden otobüse binip Galway’de bindiğimiz noktaya yakın bir yerde yolculuğumuz sona erdi. Saat 19 olmadan Galway’e dönmüştük. Bütün bu gezi 9 saatten biraz fazla sürmüş oldu.

Son sözler
Evet, adada efektif olarak sadece 5 saat kadar bir zaman geçirmiş olsam da bütün hazırlığa ve emeğe değen bir gezi olduğunu düşünüyorum. Hayatımda içinde bulunduğum en pastoral ortamlardan biri kesinlikle Inis Mór oldu. Taşlarla çevrili yemyeşil otlaklar, bu otlaklarda aşırı huzurlu şekilde otlayıp geviş getiren hayvanlar, yalnız denizin ve rüzgarın sesini duyabildiğiniz, tamamen kendinizle ve doğayla başbaşa kaldığınız yollar, tek tük müstakil evler, bulut, güneş, yağmur, rüzgar hepsinin bir arada olduğu yaklaşık 5 saati büyük keyifle geçirdiğimi söyleyebilirim. Benim gibi İrlanda’da zaman geçirmek için plan yapmış, ancak belli boşlukları doldurmaya çalışan birileri olursa, Aran adalarını, özellikle de Inis Mór’u muhakkak düşünmelerini öneririm. Hele Cliffs of Moher’e gelme durumunuz varsa, burayı da planınıza almayı düşünün derim, nitekim göreceğiniz manzaraları en az Cliffs kadar etkileyici bulacaksınız.