Gezi

Arnavutluk’un Başkenti Tiran’da Gezilecek Yerler

Son güncelleme tarihi: 15 Nisan 2019

Hatırı sayılır miktarda Balkan ülkesi görme fırsatınız olduğunuzda, coğrafyada gitmediğiniz ülke ve şehirlerle ilgili bazı tahminler yürütebilme şansınız olabiliyor. Daha önceden gittiğim Balkan başkentlerini büyüklük ve görülecek yer sayısına göre karşılaştırdığımda, büyük kısmının 2 günde gezilebilecek yerler olduğunu anlamıştım. Bu nedenle iş yerimden izin almadan, sadece haftasonu için bir şehre gidip geri dönme planları yapmaya başladım. Arnavutluk’un başkenti Tiran, bu şekilde ziyaret ettiğim ilk şehir oldu. Tahminlerimde de yanılmamışım, 2 gün fazlasıyla yetti ve bu süre içinde oldukça keyifli zaman geçirebildim.

Tiran’a nasıl gidilir

Türkiye’ye yakınlığından dolayı Tiran, oldukça rahat gidilebilecek bir konumda. Düzenli uçuşlar 2 saatten biraz kısa bir sürede sizi İstanbul’dan Tiran’a ulaştırıyor. Esenler Otogarı’ndan otobüsle ulaşım de mümkün olsa da, hem süresi hem de arada Schengen Bölgesi’nden geçilmesi gerektiğinden ideal yol olmadığı kesin.

Bunlar haricinde Makedonya, Kosova, Karadağ gibi komşu ülkelerden de Tiran’a otobüsle gidilebiliyor.

Arnavutluk’ta pasaport kontrolü

Arnavutluk’a yapacağınız 90 günü aşmayan ziyaretlerinizde, bordo pasaportunuzla vizesiz şekilde girebiliyorsunuz, tıpkı bölgedeki diğer AB üyesi olmayan ülkeler gibi. Gelmeden önce Arnavutluk polisinin pasaport kontrolü esnasında oldukça sert bir tutum izledikleri, bazı Türk vatandaşlarını çeşitli gerekçelerle geçirmediklerine dair yazılar, videolar görmüştüm. Bu nedenle Tiran’a indiğimizde biraz daha dikkatli ve temkinli bir şekilde görevli memura pasaportumu uzattım.

Memur bana bu gelişimin Arnavutluk’a ilk gelişim mi olduğunu sordu. Evet dedim, gerçekten öyleydi. Yalnız burada küçücük bir detayı unutmam, başıma az kalsın iş açacaktı. Memur önündeki bilgisayardan daha öncesinde ülkelerine giriş yapmış göründüğümü söyleyince, neyse ki hızlı bir şekilde durumu kavradım. Geçen sene Üsküp’ten Podgorica’ya otobüsle giderken otobüsten hiç inmeden 4 ülke topraklarından geçmiş, diğer yolcular gibi bu ülkelerin görevlilerine pasaportumu vermiştim. Makedonya’dan çıkıp Kosova’ya girdikten sonra, Arnavutluk üzerinden Karadağ’a gitmiş olduğumuz aklıma gelince, bu durumu anlattım. Pasaportumda bu giriş çıkışın mührü olmadığı için aklımdan çıkmış. Memur biraz şüpheli görse de beni, pasaportuma mühür vurup yolladı. Normalde Arnavutluk’ta isteseniz bile pasaportlara mühür vurmuyorlar, bana farklı bir muamele sergilediler ama sonuç olarak almazlık etmediler, boş yere bekletmediler. Sizin de pasaportunuza mühür vurulmazsa endişeye kapılmayın, uygulama böyle.

Tiran Havaalanı gelişler kapısı

Tiran Nënë Tereza (Rahibe Teresa) Uluslararası Havaalanı’ndan şehir merkezine gelmek için 2 seçenek var, birincisi taksi, ikincisi ise belirli saatlerde çalışan LU-NA minibüsleri. Ancak akşamın biraz geç saatlerinde inmeniz halinde dikkatli davranmanız gerekecek, daha iyi fikir verebilmek adına kendi başımdan geçen olayı olduğu gibi paylaşmayı doğru buluyorum.

Yukarıda anlattığım pasaport kontrolünün ardından saat 22:30 gibi Arnavutluk’a giriş yapmıştım. İnternette merkeze son minibüsün 23:00’te kalktığını okuduğumdan hemen para bozduracak bir yer aradım. Ancak o sırada taksicinin biri resmen yapıştı bana, uygun fiyata şehre götüreceğini, otobüslerin bittiğini, para bozduramazsam bana kolaylık göstereceğini söyleyen bir taksiciydi. Türkiye’den geldiğimi söyleyince, adının Hasan olduğunu, Müslüman olduğunu, yalan söylemediğini anlattı durdu.

Ne tesadüf ki döviz bozdurma bürosundaki adam, dükkanı kapattıklarını söyleyince gerçekten taksiden başka çarem olmadığını düşündüm bir an. Yine de acele etmedim, otobüslerin bittiğini kendim görmek istedim. İyi ki istemişim, çünkü 30-40 metre ileride LU-NA minibüsü hazır ve nazır bekliyordu. Minibüsün şoförüne üzerimde Arnavutluk Leki olmadığını anlattım, “hallederiz” dedi. Bu sayede taksicinin korkunç bir çakallığından kurtulmuş oldum. Siz siz olun, eğer aceleniz yoksa saat başı kalkan bu otobüsleri bir şekilde yakalayın. Dipnot olarak belirteyim, minibüs bileti tek yön 250 lek. Ben ziyaret ettiğimde 1 TL yaklaşık 20 lek’e eşitti. Bana yapışan taksici ilk başta 2000 lek fiyat çekmiş, sonrasında 1500’e inmişti ki bu taksi için iyi bir fiyat. Aradaki farkı artık siz hesap edin.

Mart 2019 itibariyle havaalanından merkeze son otobüsün gece 12’de, şehirden havaalanına ise 23:00’te kalktığı bilgisini vermiş olayım.

Şehir merkezinden Tiran Havaalanına giden LU-NA otobüslerinin çizelgesi, Mart 2019

Üsküp veya Saraybosna kadar yoğun olmasa da Osmanlı etkisinin hissedilebildiği Tiran, müze veya turistik yer anlamında fazla seçenek sunan bir yer diyemem, ancak var olan az sayıda yeri düşününce turist dostu bir şehir olduğunu, ileride açılacak müze ve – varsa şayet- daha fazla ortaya çıkarılacak cevherleriyle ön plana çıkma potansiyeli taşıdığını söyleyebilirim.

Şehir merkezi çok geniş değil, birçok yere yürüyerek gidilebiliyor. Otobüse binmeniz gerekirse de tek biniş ücreti 40 lek, otobüste şoförle birlikte yolculuk eden ve her durakta atmaca gibi gözleriyle yeni binenleri süzen biletçiye nakit ödüyorsunuz bu parayı.

Tiran’da gezilebilecek yerler

İskender Bey Meydanı (Skanderbeg Square)

Tiran şehrinin kalbi, ziyaret edilesi yerlerin çok büyük kısmının etrafına toplandığı İskender Bey Meydanı, başka yerleri de görmek istediğinizde başlangıç noktanızı oluşturacağından 1’den fazla kez göreceğiniz bir yer olacak. Çünkü şehri dolaşan otobüslerin çoğu, buradan hareket ediyor. Ankara’nın Kızılay Meydanı gibi bir çeşit. Farklı olarak trafiğe kapalı, araç trafiği bu büyük ve çoğunluğu boş meydanın çevresinden dolaşarak akıyor.

Ethem Bey Camii ve Saat Kulesi

Meydanın bir köşesinde Ulusal Tarih Müzesi var, karşı çaprazında meydana adını veren İskender Bey’in zamanında Enver Hoca tarafından açılmış bir heykeli ve Avrupa Birliği Parkı bulunuyor. Hemen köşede şehrin simgelerinden Ethem Bey Camii ve Saat Kulesi, onların yanında ise Opera binası yer alıyor. Söylediğim otobüs durakları, Opera ve caminin arasındaki boşluğun hemen ilerisinde bulunuyor. Ortada bir yerde ise adeta meydan “boş kalmasın” diye konulmuş gibi duran küçük bir atlıkarınca var.

Ulusal Tarih Müzesi

Tiran’ın en önemli müzesinin bu ulusal tarih müzesi (National Museum of History, Muzeu Historik Kombëtar) İskender Bey meydanının bir kenarını kaplıyor. Binanın üzerindeki kocaman Sosyalist mozaikten kolayca tanınabilir. Müzede Arnavutluk’un bugünkü topraklarının üzerine kurulmuş olduğu İlirya uygarlığına air arkeolojik eserlerle tura başlıyorsunuz. Romave Helenistik kültüre ait ögeleri geçtikten sonra bir miktar dini eserin ardından İskender Bey’in çeşitli kahramanlıklarını anlatan kısımları ve İskender Bey’in büyükçe bir heykelini, kılıcını ve geyik motifli enteresan miğferinin bir örneğini görüyorsunuz. Arnavutluk’un Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanma sürecini ve bu sürecin İsmail Qemali gibi önde gelen şahsiyetlerini anlatan kısımların ardından 2. Dünya Savaşı öncesi ülkenin İtalya güdümüne girişi ve Enver Hoca önderliğindeki Partizanların ve daha farklı fraksiyonların işgalden kurtulma mücadelesine odaklanan bölümler yer alıyor. Ayrıca iki dünya savaşı arasında ülkeyi yöneten ülkenin ilk ve tek kralı 1. Zog ile dünya tarihinin en meşhur Arnavut kökenlilerinden Rahibe Teresa’ya ayrılan kısımlar mevcut.

Ülkenin en önemli müzesi diyebilirim sanırım buraya, bu yüzden Tiran’a gelenlerin mutlaka görmelerini öneririm. Buraya giriş 200 lek.

BUNKART

Enver Hoca’nın adeta paranoya seviyesinde bir kimyasal ve nükleer saldırı korku yaşamaya başlamasında, zaman içinde hem SSCB, hem Çin, hem de Yugoslavya gibi dönemsel müttefikleriyle atışıp ortada kalmasından doğan bir sahipsizlik korkusu yattığı, Tiran’da gördüğüm birkaç yerde vurgulanıyordu zaten. BUNKART denen yer de bu korkunun zirve düzeyindeki tezahürü olsa gerek.

Arnavutluk topraklarının tamamına yayılmış irili ufaklı 160 bin sığınağın en görkemlisi, Dajti Dağı’nın altına oyulmuş. Enver Hoca ve kabinesi özel yapılmış yere Hoca sağlığında sadece 2 kez gitmiş. Özellikle kimyasal saldırı riskini bertaraf etmek için acayip sağlam kapı sistemleriyle örtülmüş. İçeride Enver Hoca için özel yapılmış odanın dışında oldukça geniş bir toplantı salonu bulunuyor. Odaların köşelerinde duran, üzerinde Çince yazılar yazan kutularda (Hoca’nın Mao’yla dost olduğu dönemlerden kalma) ortama oksijen veren birtakım çözeltiler saklanıyormuş. Bu özel odalarda ortak olarak girişteki sekreter bölümü haricinde geniş bir çalışma odası ve yatak odası yer alıyor.

BUNKART’ın upuzun ana koridoru, onlarca odaya açılıyor.

Odalardaki sergilerde Arnavutluk’un 2. Dünya Savaşı’na giden dönemi ve sonrasına odaklanılıyor. Kral’ın şutlanması ve ülkenin İtalyan güdümüne giriş süreci, Partizanların ülkede direniş hareketlerinde öne çıkışı ve Enver Hoca’nın liderliğinde geçen Komünizm yılları, objektif diyebileceğim bir dille anlatılıyor. Muhakkak gidip görünüz.

Giriş ücreti nakit 500 lek olan müzeye merkezden kalkan Porcelan-Teleferiku otobüsleriyle yaklaşık 15 dakikalık bir yolculukla varılabiliyor. Şoförden veya biletçiden yardım isteyebilirsiniz doğru durakta inmek için. İndikten sonra Bunkart tabelalarını takip edip, uzunca bir tüneli geçtikten sonra girişe varılıyor.

BUNKART 2

Burası da BUNKART 1’in aksine şehir merkezinde, İçişleri Bakanlığı için yapılmış nükleer saldırılara dayanıklı sığınak olarak 1980’lerde yapılmış. İçerideki galerilerde Arnavutluk devletinin ilk günlerinde kurulan Jandarma teşkilatı ve sonrasında Enver Hoca yıllarının istihbarat örgütü Sigurimi’nin faaliyetleri konu ediliyor. Sigurimi’nin insanları ne şekillerde fişleyip takip ettiği, siyasi suçluların nasıl kamplarda tutulduğu ve hatta öldürüldüğüne dair birçok bölüm bulunuyor. Eski Sosyalist ülkelerde görmeye alıştığınız türden bu müze, İçişleri Bakanı’na ayrılmış yeraltı ofisiyle bitiyor.

BUNKART 2’nin girişi, ülkedeki onbinlerce sığınağı başarıyla temsil eden bir yapıda

Tıpkı BUNKART gibi buraya da girmek için 500 lek ödemeniz gerekiyor.

Dajti Teleferik

Arnavutluk’ta doğal zenginlikler yok değil, Tiran’a yakın bu nitelikteki ilk akla gelen yerin Dajti Milli Parkı olduğunu söylemem yanlış olmaz. Şehrin kuzeydoğusunda sınırlarını belirleyen bu dağ sırası aşırı yeşillik olmasa da görülmesi gereken bir yer. İşte buraya tıpkı BUNKART gibi Porcelan-Teleferiku otobüsleriyle gidiliyor. Yine şoför ya da biletçiye sorun nerede ineceğinizi. İndikten sonra ise levhaları takip ederek 10 dakika civarı bir yürüyüşle teleferikin başlangıç yerine ulaşılıyor.

Teleferikle gidiş dönüş bileti ücreti 800 lek. Arnavutluk’un diğer birçok yeri gibi burada da kredi kartı kabul edilmiyor, o yüzden yanınızda yeterli nakit parayla gelmeyi unutmayın.

Dajti Dağı’na teleferikle çıkış

Aşağıda yollar, kayalıklar, köy evleri arasına yerleşmiş lüks villaları seyrederken arkanızda uzaklaşan Tiran şehrini izleyebildiğiniz teleferik yolculuğu 15-20 dakika sürüyor. İndikten sonra yukarıdaki zirvelere doğru hiking yapabilirsiniz. Yürümek istemezseniz de ata binmek, tüfekle balon vurmak, ATV’yle arazide kısa bir tur atmak gibi aktivitelere takılabilir, manzaralı lokantalara gitmek için bekleyen minibüslere binebilirsiniz. Hiç olmadı, teleferiğin yanındaki otelin en üst katındaki minik yuvarlak kafede birşeyler içebilirsiniz. Bu kafenin kendi ekseni etrafında çok yavaş ama sabit bir hızla döndüğünüzü fark ettiğinizde şaşırmayın.

Size naçizane önerim, Dajti ve BUNKART’ı aynı gün arka arkaya ziyaret etmeniz olur. iki birbirine yakın yeri aradan çıkarmk mantıklı.

Piramit

Piramida, hikayesiyle gerçekten ilginç bir yer. Enver Hoca’nın 1985’te vefat etmesinin arkasından kendisi anısına bir müze olması düşüncesiyle yapılmış. 1988’de açılmış da, ancak ülkede Komünizm iktidarı kaybedince burası kapatılmış ve sonraki yıllarda bina kaderine terk edilmiş. Şehrin göbeğinde harabe olmaya yüz tutmuş bir yapı, hızla zenginleşmeye çalışan bir ülkenin Komünist geçmişini de unutturmamak, kötü yanlarıyla hatırlamak için mahsus tutuluyormuş gibi. Bilemiyorum, bana adeta Berlin Duvarı gibi göründü. Burayı mutlaka görün.

Tiran’ın Komünist dönem simgelerinden Piramit

Blloku

Özellikle Ukrayna yazılarımla ilgili olarak bana gelen sorularda gece hayatına dair çok şey sorulur, ben de hepsine bilmiyorum derim. Ama Tiran için küçük bir istisna yapıyorum. Yanımda çok yakın bir arkadaşım olduğundan onunla bir cumartesi akşamında güzel bir mekana oturup zaman geçirdik. Gayet Avrupai tarzdaki barda saat 23:00 gibi bir grup çıktı ve RHCP, Maroon 5 gibi grupların şarkılarını söylediler, oldukça keyifliydi.

İşte burası, Tiran’ın Blloku denen kısmındaydı. Sokaklarda son model Mercedes’lerin turladığı, gayet şık mekanların bulunduğu bölge, bir zamanlar Arnavutluk’un üst düzey yönetici ve memurlarının yaşadığı yermiş. Tabii ülkeyi neredeyse 40 yıl yöneten Enver Hoca’nın da müstakil evi burada bulunuyor, önünden geçerken en azından bir göz gezdirin. Bir zamanlar sıradan insanların girmesine izin verilmeyen, imtiyazlıların semti olan Blloku, bugün de cebi para görmüş kalantor Arnavutların, yollarda lüks araçlarıyla piyasa yapan zengin çocuklarının dolandığı bir yer haline gelmiş. Bu iki durum arasında hiç ortak yön yok mu acaba, bunu sanırım Arnavutlara sormak gerek.

Buralarda Dëshmorët e Kombit ve Ibrahim Rugova Caddeleri gibi, Blloku’nun etrafında yer alan ve bölgedeki mekanlara giderken muhakkak geçeceğiniz ana caddeler bulunuyor.

Yapay göl ve etrafındaki park

Tiran’da musluk sularının içilebilir olduğunu bizzat müşahade etmiş olsam da buranın çok sulak bir yer olduğunu söylemek zor. Şehrin ortasından geçen Lana Nehri inceden bir dereye dönüşmüş artık. Ama şehir halkının özellikle haftasonları güzel havalarda akın ettiği büyük bir yapay gölü ve etrafını çeviren bir parkı bulunuyor. Güneyde kalan Büyük Tiran Parkı (Parku i Madh), ailesini alıp gezmek, sayıları pek fazla olmasa da spor yapmak, göl kenarındaki çay bahçesinde oturmak isteyen halkın uğrak noktasına dönüşmüş gibi. Turist olarak biraz yerel halk gözlemlemek için uğramanız halinde pişman olmazsınız bence.

Tiran’ın yapay gölüve etrafındaki büyük parkının çevresinde oturup biraz rahat zaman geçirmek, şehir sakinlerinin alışkanlıklarından biri olmalı.

Postbllok

Şehrin merkezindeki Dëshmorët e Kombit ile Ismail Qemali Caddelerinin kesişimindeki parkta yer alan, Checkpoint olarak da bilinen yeri de görün geçin derim. Bu dediğim 3 parçadan oluşan bir açık hava modern sanat eseri. Berlin Duvarı’nın bir parçası Almanya tarafından hediye edilmiş, yanında da Arnavutluk sathına yayılmış 160 bin civarında sığınaktan birinin girişi yer alıyor. Bir de Spaç madeninden getirilmiş bir grup sütun, genel itibariyle Soğuk Savaş’ı ve onun bitişini simgeleyen bir modern sanat eserine dönüştürülmüş.

Mozaiku

Tiran şehir merkezi tıpkı Ankara gibi, tarihi yapı ve kalıntılardan yoksun denebilecek bir yer. Şehir belli yerleri hariç hala Enver Hoca dönemini fazlasıyla yansıtan binalarla dolu. Acayip renklere boyanmış olmaları bile bu gerçeği saklayamıyor. Yine de bu başkentte antik dönemlerden kalma bir eser var. Tiran Mozaikleri (Mozaiku i Tiranes) tıpkı Ankara’nın Roma Hamamı gibi binalar içinde kalmış, 1970’lerde muhtemelen büyük tesadüfler eseri ortaya çıkarılmış bir tarihi bölge. Oldukça küçük alanda MS 3. yüzyıldan kalma iyi korunmuş mozaikler ve bir kiliseye ait olduğu sanılan yapının kalıntıları yer alıyor.

Açık olduğu saatleri kaçırmış olsak da içerideki meşhur mozaiği rahatça görebildik dışarıdan bakarak. Sizin de çok ilginiz yoksa günün herhangi bir vakti uğramanız yeterli olacaktır.

Diğer görülebilecek yerler

İskender Bey Meydanı’ndan da görülebilir durumda olan Resurrection of Christ Ortodoks Katedrali, ilginç iç ve dış mimarisiyle şehirdeki az sayıda dini yapıdan biri. Bunun dışında, internetteki çelişkili açılış kapanış saatleri bilgisi nedeniyle giremediğimiz Ulusal Sanat Müzesi de ülkenin özellikle Enver Hoca yıllarındaki Sosyalist Realizm akımına ait eserlerin sergilendiğini biliyorum. İçini de görmek isterdim ama yalnızca önündeki kocaman demir modern sanat enstalasyonunu ve arkaya müzenin arkasına kaldırılmış Stalin, Lenin ve Enver Hoca heykellerini görmekle yetindim.

Tiran’da birçok binanın üstünü örten acayip desenler ve renkler, evlerin harabeliğini gizlemeye yetmiyor.

Enver Hoca

Yazıyı bu bölüme kadar sıkılmadan okuyanlar, Enver Hoca’nın (Enver Hoxha) adını sıklıkla zikrettiğimi fark etmişlerdir. Arnavutluk tarihinde çok büyük iz bırakmış bu kişinin etkilerinin günümüzde de sürdüğünü Tiran’ı görüp de inkar etmek mümkün değil çünkü.

Enver Hoca İkinci Dünya Savaşı sırasında Partizan mücadelenin önderlerinden biri olarak öne çıktıktan sonra 1985’teki ölümüne dek, yani neredeyse 40 yıl ülkeyi yönetti çünkü. Ve hala demokrasiye ve yeni dünya düzenine tam adapte olamamış Arnavutluk’ta izlerinin apaçık ortada olması şaşırtıcı değil. Hiçbirşey olmasa bile şehirde ne kadar az cami ve kilise olması bununla ilgili mesela, çünkü Enver Hoca ülkeyi resmi olarak dinsiz ilan etmişti. Ülkeden dışarı kaçışı sert bir biçimde sınırlaması, ülkeyi günümüzün Kuzey Koresi gibi aşırı kapalı bir hale geitrmesi halen anlatılagelen birçok katliam hikayesine yol açmış. Belki de bu kapalılık, bir Tito olamayıp daha çok Çavuşesku formuna bürünmesine neden olmuştur. Günümüzde onun dönemini nispeten hayırla anan ciddi bir kesimin varlığı da atlanmamalı. Her bakımdan güçsüz bir ülkeyi bu kadar yıl boyunca ayakta tutması belki takdir ediliyordur. Siyasi gevezeliklerle burayı doldurmaya niyetim yok. Ama şunu söylemek isterim ki, Arnavutluk’a gelecek bir turistin bu adı bilmesi, önden bir miktar araştırma yapması faydalı olur, burası kesin.

Arnavutluk’ta beni şaşırtan şeylerden biri, müzelerin son derece kaliteli olması haricinde insanların derdimi anlayacak, kendi dertlerini anlatacak kadar İngilizce bilmesiydi. Oturduğum her mekanda, İngilizce bilen birini bir şekilde yönlendirmeyi de başardılar. O yüzden bütün Balkan ülkelerinde gördüğüm ve karşılaşmayı beklediğim bazı sorunları atlatmış oldum.

Yazının başında belirttiğim gibi, Tiran için 2 gün ayırmanın fazlasıyla yettiğini kendim de gördüm. Ama tahmin ettiğimden çok daha rahat ve keyifli bir gezi geçirmem sürpriz olmadı dersem yalan olur. Taksicileri haricinde genelde yardımsever insanlarla karşılaştım. Bu nedenle Tiran’ı gezi severlere daha rahat tavsiye edebilirim artık.

İletişim

Bu yazıyla ve diğer yazılarımla ilgili her türlü sorunuzu, yazıların altına yorum yaparak bana iletebilirsiniz.

Özetle söylemek gerekirse, gezmeye meraklı bir beyaz yakalıyım. Üniversiteyi bitirene kadar hiç yurt dışına çıkmadıysam da, sonrasında elimdeki imkanları olabildiğince kullanmaya çalışarak 40'tan fazla ülkeye gittim. Ülkeleri sokaklarında yürüyerek, bütün müzelere ve tarihi yerlere gitmeye çalışarak, az konuşarak, az yiyip içerek, çok yürüyerek, erken kalkıp erken yatarak gezmeyi severim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir