Bir Refah Başkenti – Kopenhag’da Gezilecek Yerler
Son güncelleme tarihi: 27 Ocak 2019
Naçizane gezi hayatımın 2. İskandinav ülkesi gezimin Danimarka ve Kopenhag’a olmasını, tamamıyla devam eden bir Schengen vizesine sahip olmama ve ucuz uçak bileti bulmama borçluydum. Kalan kısmının o kadar da ucuz olmayacağını tahmin ediyordum, ama umduğumun ötesinde pahalı ama çok güzel bir şehir bulmayı da beklemiyordum.
Geçen sene gittiğim İsveç’te ziyaret etme fırsatı bulduğum Malmö’yle ilgili bir yazı yazmıştım. Orada anlattığım Öresund Köprüsü’nün diğer tarafı Kopenhag, limanıyla ve bölgeye uzun yıllar hükmetmiş Danimarka Krallığı’nın (bir zamanlar Norveç, İzlanda ve İsveç’in güneyindeki Skane bölgesi Danimarka’ya bağlıymış) başkenti oluşuyla çok şeyler görüp geçirmiş bir yer. Günümüzde ise çok kültürlü, çok sesli, çok pahalı ve biraz soğuk bir şehir olan Kopenhag’da benim gördüklerim, elbette şehrin onlarca turistik atraksiyonun çok küçük bir kısmını oluşturuyor. Kopenhag’ın çok bilinen taraflarıyla ilgili elbette bundan önce birçok yazı yazılmıştır, bu konuda çok bilinmeyen şeyler anlatmak gibi bir iddiam yok. Kendi kısıtlı zamanımda görme imkanı bulduğum yerlerden ve bu pahalı şehirde size biraz tasarruf sağlayacak Copenhagen Card’dan belki biraz bahsedebilirim. Not: Benim ziyaret ettiğim dönemde 1 Türk Lirası yaklaşık 0.55 Danimarka Kronu’na (DKK) tekabül ediyordu. 7-7.5 DKK ise 1 Euro’ya eşitti.
Kopenhag’a Nasıl Gidilir?
Türkiye’den Kopenhag’a günlük uçaklar var. Bunların çoğu İstanbul’dan kalkıyor ama yaz aylarında tatil yörelerinden de uçaklar bulunabiliyor. Dediğim gibi İsveç’ten Malmö üzerinden karayolu (Öresund Köprüsü) ve trenlerle de gelinebiliyor. Kıta Avrupası’ndan da otobüsler var, en yakın büyük şehir Almanya’nın kuzeyindeki Hamburg.
Şehir merkezine 4-5 km uzaklıktaki Kastrup Havaalanı’ndan merkeze geçişin en rahat yolu metro. M2 hattının ‘şoförsüz’ trenlerine binerek 15 dakika içinde Kongens Nytorv veya Nørreport gibi merkezi duraklarına ulaşabilirsiniz. Tek yön 36 DKK, nitekim bu rotada 3 ‘zone’ değiştiriyorsunuz ve metro ücreti 12 DKK x geçilen ‘zone’ sayısı formülüyle hesaplanıyor. Şu da var, otobüs veya metroyla 1 durak bile gitseniz ödemeniz gereken ücret minimum 2 ‘zone’ üzerinden hesaplanıyor. Yani en az 24 DKK vermeniz gerekiyor. Metrolarda sürekli kontrolle karşılaşmadım, ama otobüse binerken geçerli kartınızı göstermeniz gerekiyor.
Copenhagen Card
Bu nokta, Copenhagen Card’dan bahsetmek için iyi bir nokta bence. Nitekim daha önce belirttiğim gibi Kopenhag -en azından biz Türk Lirası kazananlar için- pahalı bir şehir, bunu aklınızda tutun mutlaka. Benim için pahalılıkta daha önce en üst sınırı oluşturan Stockholm’ü bile geride bırakıyor. Kalacağınız en ucuz hosteller bile gecelik 20-25 Euro bandında fiyat biçiyor. Ucuz yemek için göçmenlerin -ve döner, kebap, felafelcilerin- bol olduğu şehrin kuzeyindeki Nørrebro bölgesine veya malum fast-food zincirlerine başvurabilirsiniz. Ama gitmeden önce ilk olarak Copenhagen Card’ı araştırmanızı kesinlikle öneriyorum. Kaç gün kalacağınıza göre bir plan çıkarın, 24, 48, 72 ve 120 saatlik kart seçenekleri bulunuyor. Verimli bir planınız olursa kart sayesinde ciddi bir kar elde edebilmeniz mümkün.
Şöyle anlatayım, bu kartla Kopenhag’daki ve çevredeki bazı şehirlerdeki önemli turistik noktaların neredeyse tamamına ücretsiz giriş imkanı buluyorsunuz. Öte yandan bence pahalı olan toplu taşımayı da -yine şehir içi ve havaalanı dahil şehrin çevresindeki belirli bir bölgeyi içine alacak şekilde- sınırsız olarak ücretsiz kullanabiliyorsunuz. Gideceğiniz müzeleri belirleyin, fiyatlarını bulun, kartı aldıktan sonra toplu taşımayı da özgürce kullandığınızda kart kar ettiriyor. Kendimden şöyle örnek vereyim: Ben 72 saatlik kartla (ki ücreti 659 DKK) yaklaşık olarak 300 DKK kadar kar ettim toplamda. Zaten Kopenhag’a havayoluyla gidip geleceksiniz minimum 72 DKK gidiş dönüş ücreti ödemeniz gerekecek. Bütün müzelere ücretsiz girebileceğinizi bildiğinizde toplu taşımayı özgürce kullanmak da Kopenhag’da önemli kafa rahatlığı sağlıyor diyebilirim.
Christiania
Kopenhag’da Avrupa’da başka bir örneği olmayan ‘özerk’ bir yapılanma yer alıyor. Christianshavn adasında 1 km2’den küçük bir alanda yer alan Christiania Bağımsız Devleti (Free State of Christiania), 60’ların sonunda dünyaya yayılan hippi kültürünün büyük bir şehir merkezinin göbeğinde en bariz şekilde yaşamını sürdürdüğü yer olarak bir Kopenhag ziyaretinin olmazsa olmaz yerlerinin başında geliyor. Bir tarafında nehir, diğer taraflarında yüksek duvarlar ve terkedilmiş binalarla çevrili bölgede, tahminlere göre halen 1000 civarında insan hayatını sürdürüyor. 1970’lerin başında farklı bir hayat arayan bir grup insanın eski askeri binaları ‘işgal’ ederek kurduğu, o günden beri de Danimarka Kralllığı’nın izniyle kendi yağıyla kavrulan bir yapılanma Christiania. Eski fabrikalara benzeyen, metruktan öte harabeye dönmüş yapılarda yaşayanlar var, daha iç taraflarda nehrin kenarında ve ormanın içinde eski ama son derece huzurlu görünen evler de var. Belki iş hayatının sonsuz rekabetinden kaçmak için, belki sadece doğada yaşamak için buraya yerleşen, dışarıdan gayet ‘zengin’ olduğunu düşündüren bazı ev ortamlarını dışarıdan gördüm. Dökülen evlerin bahçelerinde son model bebek arabaları vardı arada. Ama genel olarak Christiania’da, bizim sokakta gördüğümüzde evsizler, şarapçılar, keşler dediğimiz insanlar, sanatçılar, uyuşturucu satıcıları da var. Belki de tek ortak noktaları kapitalist dünya düzeninin dayattığı hayattan kaçmış olmaları.
Christiania’da her şeyden önce bir kalabalıkla karşılaşıyorsunuz, içeri girişte elbette herhangi bir kontrol veya ücret yok ve içerisi turist kaynıyor. Christiania’yı hatırlatacak hediyelik eşyaların (bileklik, tişört, anahtarlık gibi bildiğimiz türden eşyalar) satıldığı bölümler var. Tabii ki yiyecek içecek satılan yerler, hatta bir çeşit açık bar da mevcut merkezinde. Bir tane de konser sahnesi dikkat çekiyor. Ama buranın tabii ki en acayip yeri, hafif uyuşturucuların tezgahta satıldığı Pusher Sokağı. Etrafta kafayı bulup ayakta duramayan insanlar görüyorsunuz, ama kimsenin kimseye zararı yok gibi. Özellikle bu bölgede fotoğraf çekmek yasak, ancak satıcılarla konuşup anlaşırsanız fotoğraf çekmenize izin verebilirler. İzinsiz böyle birşey denemeyin, sonuçta burası Danimarka kurallarından bağımsız bir yer ama elbette kendine ait kuralları var.
Size tavsiyem burada olabildiğince ormanın içlerine gidip sadece insanların olduğu değil, olmadığı yerleri, patikaları, kendi halinde yaşayan insanların evlerini de görmeniz. Ve de elbette bir içki alıp suyun kenarına oturup gün batarken yanınızda tanımadığınız birçok insanla birlikte anın keyfini çıkarmanız. Yanınıza yaklaşıp birşeyler söyleyen insanlarla karşılaşabilirsiniz, bunlar muhtemelen ‘birşeylere’ ihtiyacınız olup olmadığını soracaklar. Bir de çöpleri karıştıran, hatta elinizdeki şişenin bitip bitmediğini soran toplayıcılar var. Korkmanıza gerek yok, kalabalık herhangi bir yerde olduğunuz kadar dikkatli olmanız dışında ekstra bir tedbire ihtiyacınız olmayacaktır.
Elbette ilk zamanlardaki ruhunu tamamen taşıdığını iddia edemem, belki de 3-5 tane kafası güzel gezmek isteyen genç turistin kendilerini özgür hissetmelerinden başka bir işe yaramıyor burası. Her şey güllük gülistanlık değil. Danimarka hükumetinin zamanında açılmasına bir çeşit ‘sosyal deney’ amacıyla göz yumduğu bölgeyi son zamanlarda ‘lağvetme’ çabaları olmuş, yine de Christiania hala farklı bir dünyanın mümkün olabileceğini düşünebilmek için kanlı canlı bir örnek oluşturmayı sürdürüyor. Ne kadar benzersiz bir yer olduğunu, çıkıştaki kemerde yazan “Now you are entering EU” (Şu anda AB sınırlarına giriyorsunuz) tarzındaki yazıyı gördüğünüzde bir kez daha anlıyorsunuz.
Burayla ilgili son bir not, gitmeden önce Danimarka’da 70’li yıllarda orta-üst sınıfa mensup bir ailenin yeni bir hayat peşinde koşarak kendi evlerinde komün kurma denemelerini anlatan 2016 yapımı Thomas Vinterberg filmi Komün’ü (Kollektivet) fırsat bulursanız izleyin, o yılların Kopenhaglı insanlarındaki kafa yapısıyla ilgili bir fikir edinebilirsiniz.
Nyhavn
Şehrin bir diğer ‘marka’ bölgesi Nyhavn. Denizden içeri küçük bir girinti şeklinde olan Nyhavn’da rengarenk binalar, kıyıya demirlemiş teknelerle birlikte müthiş manzaralar veriyor. Kongens Nytorv meydanıyla Nyhavn arasındaki bölge, hiç şüphesiz Kopenhag’ın en hareketli yerleri arasında. Turistler, sokak müzisyenleri, kafeler ve barlarla birlikte gezmesi dolaşması keyifli bir haline geliyor burası da. Kopenhag’ın en çok fotoğrafı çekilen yeri olabilir. Zaten hiçbir şekilde atlamazsınız düşüncesindeyim.
Ulusal Müze
Danimarka Ulusal Müzesi, yani Nationalmuseet gerçekten adını hak eder nitelikte, çok büyük bir müze. Danların uzun tarihinin başındaki arkeolojik kalıntılarla başlıyor müze, benim etkileyici bulduğum Viking mezar taşları, az sayıda kilise paneli gibi dini hatıralar, İskandinavya’nın büyük kısmını kapsayan krallık zamanlardan günümüzün modern ve çok kültürlü Danimarka’sına kadar birçok farklı türde eser sergileniyor. Danimarka’nın Hıristiyanlık’a geçişi, krallığın büyümesi ve topraklarını kaybetmesi, en sonunda 20. yüzyılda halkın hayatıyla ilgili gözlemler yapabiliyorsunuz. Ayrıca sadece Danimarka kültürü değil, Meksika ve Güney Amerika’nın, Orta Doğu’nun, Kafkaslar’ın, Japonya’nın, Antik Mısır’ın çok eski zamanlardan kalma çeşitli eşyaları bulunuyor. Mumyalar ve mozaikler, egzotik maskeler gibi Danimarka dışı eserleri de, koleksiyonu iyice zenginleştirmiş. Son derece geniş ve çok katlı bir yer olduğundan en az birkaç saatinizi buraya ayırmanızı önereceğim. Ben 4 saat kaldım ve hala bazı yerleri daha dikkatli dolaşsa mıydım diye kendime soruyorum. Giriş 75 DKK, Copenhagen Card’a ücretsiz.
Christiansborg Sarayı
Danimarka, tıpkı İsveç ve Norveç gibi kraliyetin halen varlığını sürdürdüğü bir ülke. Ülkenin resmi adı da halen Danimarka Krallığı. Bu nedenle halen aktif olarak kullanılan, ama aynı zamanda turistlerin ziyaretine açık saraylar bulunuyor. Bunların en genişi ve görkemlisi Christianborg Sarayı diyebilirim. Birkaç farklı bölümden oluşuyor burası. Ana bölüm olan Kraliyet Kabul Salonları’na (The Royal Reception Rooms) gitme fırsatı bulabildim ben. Klasik bir kraliyet sarayı gibi güzel koridorlar, geniş salonlar, özel odalar ve kütüphaneler, değerli eşyalar burada sergileniyor. Ama burayı diğer saraylardan ayıran bir yer var bence. Normal saraylarda genelde Rönesans ve sonrasından, 18. ve 19. yüzyıllardan kalma çok sayıda tablo bulunur. Bunlar burada da var, ayrıca Danimarka’nın günümüze kadar sürememiş sömürge imparatorluğu devriyle ilgili bilgiler de edinebileceğiniz Hint ve Karayip sömürgelerinden eşyalar yer alıyor. Ama halen aktif bir kraliyet mevcut bulunduğundan bazı modern eserler de var. Özellikle ‘Büyük Salon’da (The Great Hall) son derece modern, 20. yüzyılı ve günümüz dünyasını imgeleyen bazı halılar salonun duvarlarına yerleştirilmiş. Bjørn Nørgaard tarafından yapılan ve kraliçe Margarethe II’ye armağan edilmiş bu halıların olduğu salon aklımda yer etti. Hele bir tanesinde Gandhi, Hitler, Kennedy vs. gibi 20. yüzyılın birçok önemli figürü ve olayları göz önüne seriliyordu. Diğer halılarda da birçoğumuzun aşina olduğu yakın zaman olayları simgelenmiş. Sarayın hepsini olmasa da bu bölümlerini görmenizi öneririm. Giriş 90 DKK, Copenhagen Card’la ücretsiz. Saray kompleksinin diğer bölümleri arasında kraliyet mutfağı, ahır ve tarihi kalıntıların olduğu kısımlar da var. Zamanınız olursa buraları da görebilirsiniz.
Rosenborg Sarayı
Kopenhag’da yer alan birkaç saraydan en çok Ortaçağ şatosu havasında olanı Rosenborg’dur. Benim gibi birçok kişi burayı futbol takımıyla tanıyor olsa da Rosenborg Sarayı Danimarka Kraliyet Ailesi’nin en önemli duraklarından biri burası. Şato havasında olduğu için alt katlardaki bölümleri de o havayı yansıtıyor. Buranın önemli noktaları dendiğinde aklıma gelen yerlerden biri en üst kattaki geniş salon. Burada zamanında toplantılar yapılıyormuş ve kralla kraliçenin tahtı da yer alıyor. Tahtların önünde ise kraliyetin korucuyusu olduğuna inanılan heybetli aslan heykelleri bulunuyor. Ayrıca tavanında krallık arması gibi birçok güzel işleme görebiliyorsunuz. Alt katlarda ise kraliyet hazinesinden parçalar ve kral taçlarından biri sergileniyor. Buraya gelirseniz bahçesini de dolaşmayı ihmal etmeyiniz. Şekilli kesilmiş ağaçları, içinde ördeklerin yüzdüğü dereleriyle bu kısımdan güzel sarayın güzel fotoğraflarını çekebilirsiniz. Giriş 110 DKK, Copenhagen Card’a ücretsiz.
Kopenhag’daki kraliyet sarayı serisinin üçüncü parçası Amalienborg, ben gitme fırsatı bulamadım ama zamanı daha çok olanlara buranın da adını vermiş olalım.
Küçük Deniz Kızı Heykeli
Hans Christian Andersen’in ünlü öyküsünün kahramanı ‘The Little Mermaid’ için Carlsberg’in sahibi Carl Jacobsen’in sponsorluğunda Edvard Eriksen tarafından yapılmış muhteşem heykeli mutlaka görün. Kendisi Kopenhag’ın simgelerinden biri haline gelmiş. Bence ününü de hak ediyor, adı gibi küçük ama harika bir heykel, deniz kenarında bir kayalığın üzerinde bekleyişini sürdürüyor. Kastellet parkının hemen yanındaki bu heykeli muhakkak görmelisiniz.
Buraya gelmişken yıldız şeklindeki yapısıyla dikkat çeken yemyeşil Kastellet’i de gezin. İçinde Danimarka’nın dünyanın farklı yerlerinde (Filistin, Vietnam, Irak, Afganistan) ölmüş Danimarkalı askerlerin anısına yapılmış bir anıt ve sönmeyen bir ateş var, birçok Avrupa ülkesinde görmüş olduğunuz bir manzaranın tekrarı olsa da gelmişken görünüz.
Tasarım Müzesi
Kopenhag’ın en güzel müzelerinden biri kesinlikle Dizayn Müzesi’dir (Design Museum) düşüncesindeyim. Eski zamanların kıyafetlerinden, porselenler, ayakkabılar, sandalyeler, günlük eşyalar, bisikletler gibi sürüyle eşyanın içinde kayboluyorsunuz. Ama benim için oldukça ufuk açıcı oldu. Günümüzün fonksiyonellikte tavan yapmış Kuzey yaşantısının aslında ilk bakışta gözümüze tuhaf görünen modern sanat eserlerinden nasıl beslendiğine belki de ilk kez burada ikna oldum ve bu sanatın gündelik hayata uyarlanabilirliği hakkında olumlu düşünmeye başladım. Gerçekten sanatta yaratıcılığı kesinlikle baltalamamak lazım. Dizayn Müzesi’nde geçici sergiler de var, ben ziyaret ettiğimde Japon kültüründen etkilenmiş Danimarkalı sanatçıların pratik hayata uyarlanabilir eserleri sergileniyordu örneğin. Giriş 100 DKK, 26 yaş altına ücretsiz, Copenhagen Card’a ücretsiz.
Charlottenborg Sergileri
Kunsthal Charlottenborg olarak da bilinen Nyhavn bölgesindeki galeri de, ilgilenenlerin kaçırmaması gereken modern sanat noktalarından biri. Son derece şirin bir binanın içindeki sergiler belirli araıklarla değiştiği için ne gördüğümü anlatmama çok gerek yok. Ama benim gittiğim zamanda denk gelen, binanın dışında sergilenen Ai Weiwei’nin göçmenler temalı ‘Soleil Levant’ adlı enstalasyonu gerçekten görkemli ve düşündürücüydü.
Kopenhag Manzaraları ve Kuleler
Kopenhag’da 2 kuleye tırmandım, özellikle ilki aşırı derecede görkemli ve ürkütücüydü diyebilirim. Bunlardan ilki, Christianborg adasında, Christiania’ya çok yakın Vor Frelsers Kirke veya Church of Our Savior’ın kulesi. Girişte oldukça uzun bir kuyruk beklemiştim, nitekim içeri aynı anda çok fazla insan alınamıyor ve bunun bir nedeni var elbette. Kule yukarı doğru giderek daralan, en tepede ise ancak birkaç kişinin durabileceği, enteresan bir mimariye sahip. 90 metrelik müthiş yüksekliğinden Kopenhag’ın her yerini görebiliyorsunuz, bir de şiddetli rüzgardan dolayı neredeyse uçuyormuş hissi yaşıyorsunuz. Manzara göz kamaştırıcı ama gerçekten hafif bir korku duymanız, hele benim gibi rüzgardan biraz korkan biriyseniz kesin. Adeta Michael Jackson’ın Black or White klibindeki Özgürlük Heykeli’nin meşalesine çıkmışım gibi hissettim. Eşyalarınıza sahip olun, telefonunuzu veya fotoğraf makinenizi düşürmeyin aman.
Rundetaarn ya da Round Tower ise, şehir merkezinde bulunan, 400 yıllık bir gözlemevi ve onun kulesinden oluşuyor. Tabii bir ‘planetarium’ ve kütüphane de var. Kule, 35 metrelik yüksekliğiyle Vor Frelsers Kirke’nin kulesi kadar baş döndürücü olmasa da merdivensiz spiral tırmanış rotası ve kulenin ortasındaki boşlukla (boşluğun üzerine sağlam bir cam yerleştirilmiş olsa da aşağıya bakmak, hele camın üstüne çıkmak pek kolay değil) farklı bir havası var. Burada şehrin genel panoramasından ziyade merkezi kısmın bir manzarasını yakalıyorsunuz. Giriş 25 DKK, Copenhagen Card’a ücretsiz.
Tivoli
Tivoli eğlence parkı, Kopenhag’ın en çok ziyaret edilen yerleri arasında. Lunaparklarda görmeye alışkın olduğumuz atraksiyonlar burada da bulunuyor. Gondol, Uçan Halı, çarpışan araba, atlı karınca vs. aklınıza gelenlerin hepsi var. Büyükçe bir rollercoaster da var. Bayağı heyecanlı görünmekle birlikte çok çabuk bitiyor. Ayrıca atari salonu, balon vurma, benim her zaman favorim olan delikten top sokarak atları yarıştırma olayı da mevcut. Tabii ki restoranlar, fast food’cular, fıskiyeli havuzlar da parkın değişik yerlerine serpiştirilmiş. Türkiye’den tek farkı kollu kumar makinelerinin olması herhalde. Bunlar dışında gerçekten Türkiye’deki lunaparklardan, mesela büyükçe bir Gençlik Parkı’ndan pek bir farkı olduğunu düşünmüyorum açıkçası. İsteyen bana vizyonsuz diyebilir ama yapacak birşey yok. Bu arada giriş ücreti 120 kron, Copenhagen Card’a ücretsiz. İçerideki atraksiyonların fiyatı değişiyor. Mesela at yarışı olay 10 krondu. Girişte size verilecek harita, aynı zamanda fiyat listesi de sunuyor.
Visit Carlsberg
Bence Kopenhag’ın özel yerlerinden biri, eski Carlsberg fabrikasının ev sahipliği yaptığı Visit Carlsberg, Danimarka’nın belki de Lego’yla birlikte dünyada en çok bilinen markasının doğuşundan günümüze öyküsünü sunuyor. Özellikle şirketin kurulduğu yıllardan, Tuborg’u bünyesine katışı, yıllar içinde bira dışında farklı içkiler denemeleri ve sonunda bildiğimiz haline gelişi uzun uzun anlatılmış. Bütün bu olaylara o yılların şişeleri de eşlik ediyor. Bunların dışında akıl almaz bir bira şişesi koleksiyonu var, 16 binden fazla şişenin sergilendiği bölüm, Guiness Rekorlar Kitabı’na da girmiş. Arkasından arpaların mayalanmaya hazır hale getirildiği bölümler, makine odaları, sanatın ve sanatçının dostu Carlsson’un açık havadaki heykel koleksiyonu (Küçük Denizkızı’nın da bir örneği var) ve en sonunda Carlsberg’in bir parçası haline gelmiş, bira dağıtımında kullanılan arabaları çekmiş atların ikamet ettiği ahırı görebiliyorsunuz. Günümüzde bira dağıtımını elbette atlar yapmıyor, ama bazı gösterilerde kullanılması için 8-10 tane at halen istihdam edilmiş durumda ve bu atları okşayıp yemleyebiliyorsunuz (‘at your own risk’ uyarısıyla tabii). Giriş 100 DKK, Copenhagen Card ile ücretsiz. Binaların ortasindaki avluda küçük de barları var. Bilet fiyatına bir içki (33’lük) ve minik bir armağan babında Carlberg yoncası şeklinde küçük bir pin de ücrete dahil.
Assistens Mezarlığı
Stockholm’de Skogskyrkogården’ı gördükten sonra Kopenhag’ın da bir mezarlığını görmek benim için olmazsa olmazdı. Şehrin kuzey tarafındaki Nørrebro’da yer alan Assistens Kirkegård park-mezarlığına da bu amaçla uğradım. Yine İsveç’tekiler gibi, ölülerin dirilerle iç içe bulunduğu bu park-mezarlıkta insanlar yürüyüş yapıyor, çocuklarını gezdiriyor ve ön kısımdaki Hans Tavsens parkındaki yeşillikte güneşleniyor, spor yapıyor. Burası merkezi denebilecek bir bölgede yer alan eski bir mezarlık olduğundan çok meşhur rahmetlileri de barındırıyor. Bunlardan bazıları oklarla da gösteriliyor. Filozof Søren Kierkegaard ve genç yaşta hayatını kaybetmiş reggae’ci Natasja Saad mesela. Ama en çok ilgi çekeni edebiyat tarihinin en ünlü masalcılarından Hans Christian Andersen’inki. Buraya gitme şansınız olursa Andersen’in son derece sade mezarını da görebilirsiniz.
Tekne turu
Kopenhag da Amsterdam’ı andırır bir şekilde birçok kanallarla bölünmüş bir şehir. Copenhagen Card’ın güzelliklerinden biri de, ücretsiz bir tekne gezintisi imkanı sunması. Çok ilginizi çekmese bile yaklaşık 1 saatlik turda şehrin turistik noktalarını sudan görme şansı yakalıyorsunuz, muhteşem Nyhavn’a da giriyorsunuz tabii. Tabii tur boyunca rehber sizi köprülerden geçerken kafanızı çarpmamanız için oturmanız konusunda uyaracak, bazı köprüler gerçekten çok alçak ve dar.
İşçiler Müzesi
Danimarka’daki işçi hareketinin ilerleyişini ve geçtiği evreleri anlatan İşçiler müzesi (Arbejdermuseet) Kopenhag’da nadir bulunan İngilizce açıklaması az müzelerden biri. İşçi gruplarına ait flamaların tepede asılı olduğu toplantı salonu insana ilk başta ironik bir şekilde Nazi Partisi bayraklarını hatırlatıyor. Buraya açılan odalarda günümüzün yaklaşık 100 yıl öncesinden kalma manzaralar var, bir işçi evinin birçok odasindan detayların yanında, işçi pazarından, işçilerin mesai sonrası takıldığı mekanlardan canlandırmaları inceleyebiliyorsunuz. İşçilerin çalışma koşullarının 100 yıldan uzun süre öncesinden günümüze değişimini görebilmek de mümkün. Bu müzenin ilginç özelliklerinden biri de Danimarka’daki tek Lenin heykeline ev sahipliği yapması. Zamanında Komünist Denizciler Birliği’ne ait olan, sonra atsan atılmaz satsan satılmaz hükmüne giren bu heykelin müzede sergilenmesiyle ilgili çok tartışma dönmüş ama Kuzey ülkelerinde çok gördüğümüz fikir özgürlüğü temelli sosyal demokrat yaklaşım baskın çıkmış. Avrupa’da müzelerin özerk denebilecek bir konumda olduğunu, siyasetçilerin veya kamuoyunun müzelerin işine kolay kolay karışamadığını hatırlamak lazım. Müzenin iç avlusunda, camların arkasındaki bu heykeli görmeden geçmeyin. Giriş 75 DKK, Copenhagen Card’a ücretsiz.
Roskilde
Kopenhag’daki yerleri bitirdiyseniz, ya da görkemli bir katedral görmek istiyorsanız Danimarka’da gideceğiniz yer Roskilde olacak. Kopenhag merkez istasyonunda (København H) 30-35 dakikalık bir tren yolculuğuyla Roskilde’ye varılıyor. Roskilde, Danimarka’nın en büyük şehirlerinden değil, sadece 50 bin kişi yaşıyor. Ama genel yapısı, güzel katedrali, kraliyetin gömülme yeri olması ve kalabalıktan uzak, huzurlu havasıyla bana tam olarak İsveç’in Uppsala’sının Danimarka karşılığı gibi göründü. Ve tıpkı Uppsala gibi göçmenleri, dönercileri mevcut. Tam tren istasyonunun yanında bir Türk dönercisi var, merak edenler için belirteyim. Katedral söylediğim gibi Danimarka kraliyetinin gömülme yeri, hatta şu anki kraliçe Margrethe II ve eşi Henrik’in günü gelip Emr’i hak vaki olunca konulacağı oldukça enteresan ve modern tabutun bir örneği, tam yerleştirileceği yerde sergileniyor. Giriş 60 DKK, Copenhagen Card’la ücretsiz. İnsanın öldüğünde nerede kalacağını bilmesi çok acayip bir his değil mi sizce de?
Kilise ve dini yapı açısından aşırı zengin ya da çok meşhur örneklerin olduğu bir yer değil Danimarka. Kopenhag’da aklıma gelen en farklı yer Mermer Kilise ya da Fredrikskirken’di. Son derece sadece bir kilise olması rağmen tavan ve kubbelerinin yüksekliği ve tabii ki mermerden dış yüzeyiyle dikkat çeken bir Evanjelik kilisesi. Tasarım Müzesi’ne çok yakın bir yerde olduğunu da belirtebilirim.
Kopenhag da sonuç olarak Stockholm gibi genel refahın hissedildiği ama göçmenlerin de bir kıyısından dahil olduğu ve günlerce gezseniz bile bitiremeyeceğiniz kadar bol görülecek yer sunan, son derece düzenli ve güzel bir şehir olarak aklımda yer etti. İnsanlar oldukça yardımsever göründü, alakasız yerlerde beni elimde haritayla gören halktan sıradan insanlar yardıma ihtiyacım olup olmadığını sordular sağolsunlar. Tabii Türkiye’de muhtemelen Lego’yla birlikte en çok gördüğümüz Danimarka ürünleri olan Tuborg ve Carlsberg’in memleketinde olduğunuzu da aklınızda tutun. Öncesinde gerekli mali planları da yaparsanız tadından yenmeyecek bu şehri görmek için tüm imkanları zorlayın derim.
İletişim
Bu yazıyla ve diğer yazılarımla ilgili her türlü sorunuzu, yazıların altına yorum yaparak bana iletebilirsiniz.