Polonya,  Ülkeler

Yeraltındaki Tuz Krallığı – Wieliczka Tuz Madeni

Kraków’un en önemli iki turistik ziyaret odağının ikisi de başka şehirlerde. Auschwitz dışında Wieliczka Tuz Madeni’ni de muhakkak anmam gerektiğini düşünüyorum. Nitekim burası örneğine rastlaması neredeyse imkansız bir tuz madeni ve yerin altında adeta bambaşka bir şehir ve deneyim sunuyor ziyaretçilerine. 1978’den beri UNESCO dünya mirası listesinde.

Wieliczka Tuz Madeni’ne Nasıl Gidilir?

Wieliczka, Kraków’un 10 km kadar güneyinde yer alan bir şehir. Maden girişi de şehir içinde. Kraków şehir merkezindeki tur şirketleri buraya turlar düzenliyor, ama lüzumsuz yere buralara para yedirmemenizi öneririm. Kraków’dan dolmuşlar çalışıyor buraya, yaklaşık 20 dakikada madene yakın bir yerde bırakıyor, trenle gitseniz belki 5 dakika daha az yürürsünüz. Dolmuş ücreti 3 zlotiydi. İndiğiniz yerden en fazla 15 dakika madene ulaşmak, her yerde yönlendirmeler var zaten. Üzerinde Wieliczka yazan bir dolmuşu durakta durdurup Wieliczka Kopalnia Soli falan deyin, derdinizi anlarlar. Yalnız dönüşte şehrin hangi kısmına gideceğinize göre dolmuş seçin, her Kraków yazan dolmuş aynı yere gitmiyor. Bazıları kale tarafından, bazıları daha doğudaki Oskar Schindler Fabrikası’na yakın kısımdan gidiyor. Ona göre dönmenizde de bir problem olmaz, indiğiniz yeri unutmayın sadece.

Madene Kraków’un ana tren garı Dworzec Główny’den de gidiliyor, 20 küsur dakikada Wieliczka Rynek-Kopalnia garında oluyorsunuz. Özetle gitmesi pek problem bir yer değil.

Bu maden 20 yıl önce üretimi durdurana dek 700 yıl gibi bir süre tuz çıkarmak için kullanılmış. Rehberimizin anlattığına göre tuz işi artık pek karlı olmadığından üretim durmuş ve maden böyle turistik amaçlar için hizmet etmeye başlamış. Halen madende çalışan 200 madenci var ve bunlar, madenin ayakta kalması için sürekli kontrollerde bulunuyorlarmış, biz de bazılarına rastladık dolaşırken. Hediyelik eşya bölümünde satılan kaya tuzlarının nereden geldiğini sorduğumda, yakında akan nehirden toplandığını söyledi.

St. Kinga Efsanesi
Bölgedeki madenciliğin başlangıcının dayandığına inanılan St. Kinga efsanesinin temsili…

Öncelikle turistler için 2 ana turun bulunduğunu not edeyim: Turist yolu ve Madenci yolu. Birincisi çok daha turistik, fotoğraf çekip yer altında olmanın ve bütün bunların nasıl yapıldığını görüp hayret etmelik, kiliseyi ve diğer enteresan yapıları görmelik bir rota, ikincisine gitmedim ama anladığım kadarıyla madencilerin yaptığı bazı işleri yaptığınız, baret, lamba, tulum gibi kıyafet ve gereçleri kuşandığınız, 3 saat kadar fiziksel işler yaptığınız ve turist rotasından tamamen farklı bir güzergahı kat ettiğiniz bir rota bu da. İkisinin de fiyatı aynı, giriş yerleri biraz farklı. Ben ilkine gittim.

Peki bu rotada neler var? Bir madende olmasını normal karşılayacağınız uzun tünel ve galeriler var elbette. Onun dışında geniş, yüksek tavanlı “salonlar”, kiliseler, turun bittiği yerde restoranlar, hediyelik eşya satılan dükkanlar, tuvaletler, belli yerlerde internet ve telefon bağlantısı, yani standart bir müzede bulunan her şey burada da mevcut. Sadece yerin yedi kat altında… Evet tam olarak yer seviyesinin tam 130 metre altına kadar iniliyor bu turda, madenin gerçek derinlikleri çok daha fazla tabii, 320 metreye kadar gidiyormuş maden. Madenin her tarafını görebilmek için birkaç yıl çalışmak bile yetmeyebiliyormuş rehbere göre, tünellerin toplam uzunluğu 300 km neredeyse. Turun başında 380 basamaklık uzunca bir merdivenden yaklaşık 60 kat aşağı iniyorsunuz. Klostrofobik kimselere tavsiye edilecek cinsten değil açıkçası. Bazı yerlerde alçak tavanlı galerilerden geçiyorsunuz, ayakta tutan tahtalara şöyle bir bakıyorsunuz ama güvenlik önlemleri sağlam görünüyor. Burada 600 kişilik bir balo salonunda mezuniyet, düğün bayram gibi çok çeşitli organizasyonlar düzenleniyor. Birkaç tane de küçük göl var madenin içinde, Lübnan’daki Jeita Grotto’yu hatırlattı nedense bu kısımlar. Oradaki kadar görkemli olmasa da tuzdan sarkıt ve dikitlere rastlıyorsunuz tur boyunca.

Madende hava gerçekten çok temiz ve sağlığa oldukça yararlıymış, ömrü uzatıyormuş rehberin dediğine göre. Sıcaklık mevsim değişikliklerinden pek etkilenmiyor, yıl boyu 14-16 °C civarı, gayet iyi yani. Madene gittiğinizin farkında olarak zaten topuklu ya da yürüyüşü zorlaştıracak ayakkabılar giymeyi aklınızdan bile geçirmeyeceğinizi varsayıyorum. Arada sırada rehber, sizi her şeyin tuzdan yapıldığına inandırmak istercesine duvarları yalayabileceğinizi, tuz saçaklarını tırnaklarınızla kazıyarak aldığınız tuzların tadına bakabileceğinizi anlatıyor. Ben yaptım, evet gerçekten her yeri tuz, bildiğimiz tuz. Bir yerde akan bir su vardı, o da aşırı tuzluydu doğal olarak. Keresteden yapılan duvarlar bile zamanın ve tuzun etkisiyle taştan, betondan sert bir hale gelmiş. Yollar, heykeller, avizeler, neredeyse her şey tuzdan yapılmış, çok az materyal dışarıdan getirilmiş. Onun dışında galerilerde ilerlerken rastladığınız kapılarda birini kapatmadan diğerini açamıyorsunuz, yerin çok altında olmamıza rağmen iki kapı aynı anda açıldığında ciddi hava akımları oluşabildiğini söyledi rehberimiz.

Tabii Polonyalılar’ın ne kadar dindar Katolikler oldukları malum. Yeraltında bile bunu göstermişler, 20 civarında irili ufaklı kilise ve şapel oymuşlar. En inanılmazı ise tuz madencilerinin koruyucusu olduğuna inanılan Azize Kinga’ya adanan büyük kilise. Temelde sadece 3 tane madencinin (Józef ve Tomasz Markowski kardeşler ile Antoni Wyrodek) emekleriyle, yıllar süren çabalarıyla ortaya çıkmış devasa bir yer. Diğer bütün şeyler gibi burada da her şeyin tuzdan yapılma olduğu konusunda rehberimiz bizi bilgilendirdi. Böyle birşeyi insanoğlu nasıl ve neden yapmış, onu bilemiyorum. Duvarlara oyulmuş çeşitli dini tablolar, örneğin “Son Akşam Yemeği” var. Papa 2. Jean Paul’un anısına yapılan, ancak kendisinin hiç göremediği bir heykeli de Polonya’nın birçok yeri gibi buraya da yapılmış. Böylesini başka bir yerde görebileceğinizi pek sanmıyorum, bu kadar derinde, bu kadar geniş, tamamen tuz kayalarının oyulmasıyla yapılan bir kilise bulunmaz.

Son Akşam Yemeği, Wieliczka
Wieliczka’daki St. Kinga Şapeli’nden bir başka müthiş detay, “Son Akşam Yemeği”

Madenin en aklımda kalan özelliklerinden biri de yüzyıllar boyunca atların çalışması diyebilirim. Devasa tuz bloklarını, atların çektiği vagonlarla bir yerden bir yere iletip yine atların döndürdüğü makaralı sistemlerle yukarı yolluyorlarmış. Aşağıda at ahırı bile varmış. Madendeki son at (Basia), artık ihtiyaç kalmayınca 2000’li yılların başında yeryüzüne çıkmış. Burada çalışmış belki binlerce at, ömürleri boyunca gün ışığını bile görmemiş. İlk kez güneş ışığını görmüş bir atın tepkisini düşünemiyorum, rehberin anlattığına göre işte o son at, birkaç yıl önce ölene dek normal bir şekilde hayatını sürdürmüş yukarıda ve de kör değilmiş.

1.5 saatte indiğiniz yeri 45 saniyede çıkmanızı sağlayan asansörle yeryüzüne dönüyorsunuz. Ama bunu yerine isterseniz turdan ayrı müze bölümüne yapılan geziye de aynı biletle katılabiliyorsunuz. Sizi turdan gezdiren rehber, müze kısmında da size yardımcı oluyor. Ama buraya pek rağbet yokmuş sanırsam, yaklaşık 25 kişinin katıldığı turun sonunda benimle birlikte sadece 2 kişi müzeye devam etti. Müzede de madencilerin eski zamanlardaki günlük rutinlerine ilişkin sergileri, madencilerin kıyafet ve tören üniformalarını, başka şapelleri görüp yerin altında bulunduğunuz zamanın tadını çıkarabilme fırsatı buluyorsunuz fazladan 1 saat daha. Ve bu müze bölümüyle birlikte yürüdüğünüz toplam mesafe 3.5 km’ye ulaşıyor.

Bir yandan da şu geldi aklıma, rehberimiz olan genç kadın -adının Samantha olduğunu söylemişti-, en az 2 kuşaktır madenciymiş, dedesi ve babasıyla birlikte nişanlısı da madende çalışmışlar. Wieliczka gibi başka önemli bir iş kolunun bulunmadığı küçük bir yerde sanırım madencilik de bir çeşit kader gibi. O da tıpkı o atlar gibi gün ışığını pek görmüyor. Ama şöyle bir iyiliği varmış, yeraltı kilisesinde ücreti karşılığında düğün yapılmasına izin veriliyor, orada çalışanlara büyük indirimler yapılıyormuş. Düğününü gerçekten müthiş bir yerde yapacağı için mutlu mudur bilmiyorum, asıl kömür madencileri gibi çok daha zorlu şartlarda çalışmadığına sevinmeli belki de.

Kelime oyunu yapmıyorum, madene girmek biraz tuzlu. 84 zloti (yaklaşık 75 TL) tek kişilik standart giriş ücretinin yanında fotoğraf çekmek için ayrıca 10 zloti vermeniz gerekiyor. Yukarıda almadıysanız aşağıda da satılıyor fotoğraf izin etiketi, ancak fotoğraf çekerken rehberin ya da başka birinin bu etiketi kontrol ettiğini görmedim, yani risk alıp yakalanmamayı başarırsanız 10 zloti cebinizde kalır ama 84 zloti verdikten sonra pek birşey farkeder mi bilemiyorum. Ayrıca içeri giriş sadece rehber eşliğinde toplu halde mümkün, İngilizce’nin de aralarında bulunduğu birkaç dilde tura katılabilirsiniz. Gelmeden önce size uygun tur saatlerini, madenin sitesinden kontrol etmenizi öneririm, çok sayıda İngilizce tur var, ama aynı zamanda gelen de çok.

Wieliczka Tuz Madeni
Buradaki tüm heykel ve eserler, inanılmaz bir sabrın ürünü olmalı…

Benim için Paris’te gördüğüm katakombları hatırlatan, ama çok daha uzun ve farklı bir deneyim sunan Wieliczka’yı Kraków’a gelen ve zamanı olan herkese tavsiye ediyorum. Tuzlu zeminde attığınız her adımda yüzlerce yıl öncesinden günümüze gelen, onbinlerce madencinin alın terinin olduğunu düşünün, bu bile sizi başka yerlerde olduğundan daha farklı hissettirecektir.

İletişim

Bu yazıyla ilgili sorularınızı, yazıya yorum yaparak bana iletebilirsiniz. Ancak sizden ricam, önceki yorumları da okumanız, belki de aynı soru önceden sorulmuştur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir