Ljubljana’da gezilecek yerler – Slovenya’nın huzurlu başkentinden notlarım
Son güncelleme tarihi: 24 Aralık 2023
Ljubljana‘yı (ya da çeşitli ortamlarda göreceğiniz Türkçe adıyla Lübliyana) tanımlamam gerekirse ilk huzurlu bir şehir derdim herhalde. Burası muhteşem bir doğaya sahip Slovenya ülkesinin sakin ve bence gayet yaşanılası başkenti. Toplam 2 milyon kişinin yaşadığı bir ülkenin nüfusu 300 bini bile geçmeyen başkenti olarak kendi halinde bir şehir bence burası. Öte yandan Slovenya’da Bled, Postojna veya Adriyatik kıyılarındaki turistik yerler çok daha fazla ilgi çektiği için Ljubljana biraz göz ardı ediliyor ve sadece bir üs gibi kullanılıyor birçok kişi tarafından, ülkenin merkezinde yer aldığı ve tek uluslararası havaalanını barındırdığı için. Ama burası bence en az 2 gün boyunca keyifle gezilebilecek ölçüde güzel ve tarihi bir kent.
Tüm Slovenya gibi güzel bir doğası olan, musluk suları içilebilen, havası temiz, diğer Avrupa kentlerinin aksine göçmen akınına -diğerleri kadar- uğramamış Ljubljana, Erasmus’la gelen öğrencilerin de çok sevdiği bir şehirmiş, nitekim küçük olsa da gençlerin takılabileceği çok sayıda yeri de mevcut. Diğer yandan Slovenya’nın para birimi Euro olsa da çok pahalı bir yer diyemem. Trafik derdi de pek yok, şehir içi ulaşımı iyi sayılır. Yazının ilerleyen bölümlerinde adından sıkça söz edeceğim mimar Jože Plečnik‘in şehrin dokusuna yaptığı etki günümüzde bile sürüyor. Yaşaması rahat ve keyifli bir yer izlenimini kısa sürede alıyorsunuz. Zaten şehirde çok ciddi bir “yeşil” yatırımı olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz, her türlü çöp için ayrı geri dönüşüm kutuları olsun, elektrikli arabalar için şarj istasyonları, elektrikli otobüsler, bol miktarda bisiklet istasyonuyla Ljubljana yeşili korumaya oldukça özen gösteren bir şehir.
Bu yazıda Slovenya’nın başkenti Ljubljana’ya yaptığım geziyi ve bu burada öğrendiklerimi sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyacağım. Yazıda verdiğim müze giriş rakamları, 2023 itibariyle geçerlidir.
Ljubljana’ya nasıl gidilir?
Slovenya Avrupa Birliği üyesi olduğu için Ljubljana’ya vizesiz gitmek söz konusu değil, Slovenya’dan veya -öncesinde kullanılmak şartıyla- başka bir ülkeden Schengen Vizesi almış olmanız gerekiyor.
Slovenya’nın en önemli uluslararası havaalanı olan Ljubljana Jože Pučnik Uluslararası Havaalanı, Ljubljana’ya yaklaşık 20 kilometre ve 40-50 dakika mesafede bulunuyor. Türkiye’den THY’nin düzenli seferleri var buraya. İstanbul Ljubljana uçuşu yaklaşık 2 saat sürüyor. Ek olarak Schengen vizeniz varsa komşu ülkeler Hırvatistan, Bosna Hersek ve Sırbistan’dan da otobüs seferleri bulunduğunu hatırlatayım.
Adını Sloven sağcı cenahın çok sevdiği siyasetçi ve fikir adamı Jože Pučnik‘ten alan Ljubljana Havaalanı oldukça küçük. Buraya indiğinizde bile Slovenya’nın ne kadar yeşillik, doğal güzellik açısından zengin bir yer olduğunu hemen fark edebiliyorsunuz, nitekim terminalden çıktığınızda karşınızda ağaçlar ve başı dumanlı dağlar görüyorsunuz. Slovenya bayrağında yer alan dağ figürünü bilirsiniz, bunun nedenini hemen anlayabiliyorsunuz.
Havalanından şehir merkezine gidiş
Havaalanından merkeze gelebilmek için eğer denk gelirseniz Arriva‘nın otobüslerini kullanabilirsiniz. Pek sık otobüs geçmiyor buradan (saat başı veya yarım saatte bir), ancak Arriva’nın sitesinden otobüs saatlerini görebilirsiniz. Ljubljana’nın merkez otobüs durağı Ljubljana AP (Avtobusna Postaja), son durak olarak burayı seçmek gerekiyor. Terminal çıkışındaki otobüs durağına gelen bir otobüse direkt binip 1.30 Euro karşılığında direkt şoförden merkeze bilet alabilirsiniz. Dediğim gibi otobüs sık gelmiyor, hele cumartesi ve pazar günleri biraz daha tenha bulacaksınız burayı. Şansınız varsa mesela Bled’den Ljubljana’ya giderken havaalanına uğrayan bir otobüse atlayabilirsiniz. Eğer aceleniz varsa terminal çıkışında bekleyen taksi ve shuttle’ları da deneyebilirsiniz. Konuştuğum bir taksiciye göre merkeze giriş yaklaşık 50-55€ tutuyor. Shuttle için de kişi başı 12€ civarı ücretler istendi.
Arriva dışında Nomago şirketinin de belirli saatlerde kalkan otobüsleri var havaalanından. Onun da ücretinin 4€ olduğunu okudum.
Ljubljana’da gezilecek yerler
Ejderhalı Köprü (Dragon Bridge)
Sadece Ljubljana şehrinin değil, bütün Slovenya ülkesinin sembolü haline gelmiş, müzelerdeki eserlerde, hediyelik eşyalarda, tişörtlerde ve daha birçok yerde karşınıza çıkan ejderhaların Ljubljana’daki en görünür yansıması Ejderhalı Köprü‘dür muhtemelen. 1901’de yapılan 33 metrelik köprü, ilk başta Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph adına yapıldıysa da zaman içinde Ejderhalı Köprü olmuş. Yerinde eskiden duran ahşap köprünün aksine betondan, sağlam bir şekilde yapılmış. 4 köşesindeki heybetli ejderha heykelleri gerçekten göreni az da olsa ürpertmeye devam ediyor. Ljubljana’ya geldiğinizde her türlü görürsünüz burayı.
Hazır konu açılmışken ejderha öyküsünü kısaca anlatayım: Antik Yunan’dan bir mitolojik kahraman olan Jason, yanındaki diğer Argonotlarla birlikte Ljubljana’nın olduğu yere kadar gelmiş ve burada bir şehir kurmuş. Sonrasında yaptıkları yolculuk sırasında karşılarına çıkan bir ejderhayla dövüşüp onu öldürmesinin ardından Ljubljana şehri kendini ejderhayla özdeşleştirmeye başlamış.
Bu köprüden bahsetmişken, köprüyle merkez tren-otobüs istasyonu arasında uzanan Resljeva cesta adlı yaklaşık 600 metrelik caddeden de bahsetmek isterim. Nitekim burada çok çok eski ve tarihi, müstakil ve bahçeli evler sıralanıyor. Burayı da sindire sindire yürümenizi tavsiye ederim.
Prešeren Meydanı (Prešernov trg)
Ljubljana’nın merkezi diyebileceğimiz nehir kenarı bölgesinin en hareketli, en kalabalık yeri Prešeren Meydanı adıyla bilinen, Üçlü Köprü’ye bağlanan küçük meydan olmalı. Her yönden gelen insanların toplanıp köprüyü geçtikten sonra tekrar dağıldığı, eski şehrin adeta atardamarı gibi işleyen bu küçük meydana adını veren ise, meydanda heykeli bulunan Slovenya’nın ulusal şairi France Prešeren. Prešeren’in yazdığı Zdravljica adlı şiir günümüzde Slovenya Cumhuriyeti’nin ulusal marşı olarak kullanılıyor. Bu yuvarlak meydanın kenarında bulunan Fransisken kilisesine de (Frančiškanska cerkev Marijinega oznanjenja) gelmişken bir göz atın. Pembe renkli bir binada bulunan kilisenin içinde güzel tavan süslemeleri bulunuyor.
Üçlü Köprü (Tromostovje)
Aslında çok değişik bir tarafı yokmuş gibi gözükse de oldukça orijinal bir yapı bu üçlü köprü. Ünlü Sloven mimar Jože Plečnik’in nehrin dirsek yaptığı yere şekil olsun diye değil, gerçekten ihtiyaç olduğu için yan yana 3 küçük köprü şeklinde 1932’de yaptığı köprülerin ortada olanı araçlar, kenardaki 2 köprü ise yayalar için yapılmış, ancak günümüzde burası trafiğe tamamen kapalı.
Bu köprünün ve nehrin etrafı, kalenin yükseldiği tepeyle arada kalan bölgeler Ljubljana’nın Old Town‘ı olarak da geçiyor. Burası, uzun yıllardır şehrin merkezi durumunda ve eski binalarda klas kafeler ve mekanları barındırıyor, Ljubljana’nın en turistik yerlerinin bu bölge civarı olduğu söylenebilir. Nitekim şehrin geri kalanında büyük bir tenhalık söz konusuyken kanal civarı oldukça kalabalıktı.
Ljubljana Kalesi (Ljubljanski grad)
Ljubljana’nın simgelerinden olan kale, şehrin birçok noktasında görülebilecek kadar yakın ve yüksekte bir tepeye kurulmuş. Her ne kadar Ljubljana pek savaşa maruz kalmış bir yer değilse de kale yüzyıllar boyunca var olmuş.
Orijinal olarak bir Orta Çağ kalesi olsa da 15. yüzyılda Habsburg hükümdarı 3. Friedrich’in döneminde adeta baştan yapılmış ve bugünkü halini almaya başlamış. Slovenya’nın birçok yerinde farklı müzelerde bahsedildiğine şahit olduğum Osmanlı tehdidi burada da hikayeye dahil olmuş, nitekim kalenin güçlendirilmesindeki en büyük sebeplerden biri de Osmanlı’nın oralara gelme ihtimaliymiş. Ama Osmanlı hiç gelmeyince kale de cephanelik, hastane ve hapishane gibi farklı amaçlarla kullanılmış. Ljubljana Belediyesi 20. yüzyılın başlarında burayı satın alınca uzun yıllar geçim sıkıntısı yaşayan aileler için bir yaşam alanı olarak kullanılmış, ancak 1960’larda ciddi restorasyon görmeye başlayarak bugünkü haline gelmiş.
Kaleye girip iç avluya ulaştığınızda devam edebileceğiniz çeşitli yerler var. Eskiden hücre olarak kullanılmış kuleleri, duvarlardaki çizimleri, su sarnıçlarını görebilirsiniz mesela. Ayrıca kukla müzesi gibi atraksiyonlar, restoranlar vs ile burası sadece bir turistik ziyaret yeri olarak değil, herkesin zaman geçirebileceği bir yer olarak düşünülmüş. Ancak bence en güzel yeri, Sloven tarihini dijital bilgi ekranlarında özetledikleri bölümdü. Ulusal müzede bulamadığım özeti burada buldum, dolayısıyla Slovenya hakkında hızlı bir şekilde birşeyler öğrenmek istiyorsanız kaleye gelmelisiniz. Her ne kadar günümüzün hakim ideolojisinin gözünden yazılmış olsa da özellikle 1. Dünya Savaşı sonrası yıllarına dair birçok şey anlatılıyor.
Elbette kalenin en önemli kısmı, şehrin en yukarıdan manzaralarını görebileceğiniz seyir kulesi. Buradan Ljubljana’nın ne kadar yeşillik bir yer olduğunu çok rahat bir şekilde anlayabiliyorsunuz.
Kaleye yürüyerek de çıkabilirsiniz, biraz tırmanış gerektirse de yol çok uzun değil. Bunun haricinde Ejderhalı Köprü tarafından kalkan fünikülerle çıkış birçok turist tarafından tercih ediliyor. Kaleye giriş ücreti ise 12€.
Ulusal Müze (Narodni muzej)
Diğer birçok ülkedeki gibi Slovenya’da da geniş kapsamlı bir ulusal müze bulunuyor. Aslında Ljubljana şehri içinde iki tane ulusal müze binası var. Metelkova‘daki modern müze daha çok kültürel, folklorik ve sanatsal ögeleri barındırıyor. Ben arkeolojik buluntular açısından daha zengin olan, Muzejska Sokağı’ndaki asıl müzeye gittim.
1888’de yapılmış bir binada bulunan müzede Neandertallerden antik döneme, orada da Sloven topraklarından gelip geçmiş tüm topluluklara ait bölümler var. Romalılardan kalma tamamen bir bronz heykel dikkat çekiyor örneğin. Veya lapidarium bölümünde Roma döneminden birçok mezar taşı ve taş kitabe sergileniyor.
Müzenin en değerli eşyası, 60,000 yıllık olduğu düşünülen Neandertal flütü. Üzerinde iki delik bulunan bu kemik parçası, her ne kadar kullanım amacı tam olarak bilinmese de tarihin en eski müzik aleti olabilirmiş. O bölgede dolaşırken aletin tuhaf sesini de duyabiliyorsunuz. Müzedeki bir diğer kıymetli eşya ise, Vače Situlası adı verilen bir kova. MÖ. 5. yüzyılda yapılan bronz kovanın etrafında 3 şerit işleme bulunuyor, her katında aşırı detaylı işlemelerle atlı araba süren savaşçı ve askerler, bir adak töreni ve çeşitli hayvanlar betimleniyor. Vače’de bir mezardan çıkarılan bu kıymetli eşyanın yanında yine çok etkileyici bir miğfer bulunmuş, bu da müzede sergileniyor.
Ulusal Müze’ye giriş 8€, Ljubljana Card sahiplerine ücretsiz.
Ulusal Galeri (Narodna galerija)
Ulusal Müze ile Tivoli Parkı’nın yakınında yer alan Ulusal Galeri de Orta Çağ’dan günümüze Slovenya topraklarında üretilmiş önde gelen resim ve diğer sanatsal üretimlerin sergilendiği müze. Benzer nitelikteki diğer müzeler gibi dini resim ve heykellerle başlayan müzede, benim çok sevdiğim Danse Macabre betimlemesinin büyükçe bir örneği de var. Onun haricinde Barok ve 19. yüzyıl akımlarından etkilenen yerel ressamların eserleriyle müze devam ediyor, bildiğimiz portreleri, natürmortları, izlenimci ve dışavurumcu eserlerin Slovenya topraklarındaki yansımasını görüyoruz. Son olarak da heykeltraş Ivan Štrekelj’in büstlerinin ve Batı’da kabul görmüş ilk modern Sloven ressamı olarak bilinen Zoran Mušič’in resimlerinin sergilendiği odalarla müzenin sonuna geliniyor.
Tıpkı Ulusal Müze’de olduğu gibi Ulusal Galeri’ye de giriş 8€, Ljubljana Card sahiplerine ücretsiz.
Modern Sanat Müzesi (Moderna galerija)
Tivoli Parkı’nın bitişiğindeki Modern Sanat Müzesi de daha çok 20. yüzyılda çıkmış eserlerin sergilendiği bir yer. Modern sanat demişken, müzede klasik tablolar da var tabii, ancak 20. yüzyılda yapılmış, yeni tablolar. Sonrasında daha farklı denemelerin yapıldığı alışıldık türden modern eserlerle karşılaşılıyor. Bazı modern eserlerde Slovenya’nın bağımsızlık süreci ve Yugoslavya dönemine göndermeler görülüyor.
Buraya da giriş ücreti 5€, Ljubljana Card ile ücretsiz. Ancak gitmezseniz de büyük birşey kaçırdığınızı söyleyemem.
Jože Plečnik Müzesi (Plečnikova Hiša, Plečnik House)
Yazının başlarında da belirttiğim gibi bugünün Ljubljana’sında en çok iz bırakmış kişi hiç şüphesiz ünlü mimar Jože Plečnik. Avusturya-Macaristan yıllarında burada doğmuş ve 1957’de, Yugoslavya yıllarında yine burada vefat etmiş Plečnik’in sadece Ljubljana’da değil, Prag ve Viyana gibi şehirlerde de birçok eseri hala ayakta duruyor. Zaten Ljubljana’daki genel görüntü sizde Viyana, Prag veya Budapeşte‘deymişsiniz hissi uyandıracaktır.
Plečnik’in ömrünün son yıllarını geçirip vefat ettiği, tasarımını bizzat kendisinin yaptığı evi günümüzde bir müze olarak ziyarete açık durumda. Plečnik’in hayalindeki eve yakın bir şekilde inşa ettiği binanın dışarıdan en dikkat çeken yeri, hiç şüphesiz ünlü mimarın hep sahip olmak istediğini söylediği, şatolardakileri andıran kulesi. İçeride ise Plečnik’in yaşadığı döneme uygun şekilde odalar korunmuş. Her türlü eşyasının görülebildiği çalışma odası ve hayatını kaybettiği yatağın da bulunduğu yatak odası, olabildiğince orijinal şekilde tutulmaya devam ediyor. Plečnik’in tasarladığı ve yeşilliklerle dolu arka bahçesi de ziyaret edilebiliyor. Müzenin giriş kısmında mimarın hayatıyla ilgili detaylı bilgiler veren tabelalar var. Ayrıca 3 boyutlu bir Ljubljana haritası üzerinde Plečnik’in şehre kattığı eserler görülebiliyor, bazı tasarımlarının maketleri incelenebiliyor. Plečnik’in sadece bina değil, şamdan, sandalye vs. gibi eşyalar da tasarladığını burada öğrendim. Müzede belli saatlerde rehberli gezi imkanı da mevcut.
Plečnik Müzesi’ne giriş ücreti 2023 itibariyle 8€, Ljubljana Card sahiplerine ücretsiz.
Tekneyle nehir turu
Ljubljana şehri Ljubljanica Nehri’nin kıyılarında kurulmuş bir şehir. Nehrin iki yakası kısa köprülerle birbirine bağlanıyor. Ljubljana Card’ın verdiği ücretsiz tekne turu sayesinde Ljubljana’yı farklı bir açıdan görme imkanı yakaladık.
Üçlü Köprü’nün biraz aşağısından başlayan turlar yaklaşık 50 dakika sürüyor. Tur boyunca hem kuzeye doğru, Ejderha Köprüsü’ne doğru çıkıyor, hem de iyice güneye, artık şehrin tenhalaştığı, nehir kenarında lüks villa ve kafelerin olduğu iyice sakin yerlere gidiyorsunuz. O kadar heyecan verici olmasa da Kopenhag‘daki Nyhavn’ı hatırlatan bir manzaraya şahit olacağınız tekne turunun güncel fiyatı 14€ civarlarında. Kartınız yoksa da farklı şirketler vasıtasıyla bu tura katılabilirsiniz.
Tivoli Parkı
Ljubljana’nın en büyük parkı Tivoli gerçekten oldukça geniş bir alana yayılmış, geniş yeşil alanları, yürüyüş ve bisiklet yolları, kafeleri, spor alanları ve müzeleri olan çok güzel bir yer. Park içinde ünlü Sloven basketbolcu Goran Dragić’in yaptırdığı bir basket sahasında oynayan gençler vardı mesela. Slovenya’nın zaten küçük nüfusuna rağmen basketbolu ve genel olarak sporu ne kadar seven bir ülke olduğunu biliyoruz, Luka Dončić gibi bir dünya yıldızı basketbolcuyu çıkarmış, Avrupa şampiyonu olmuş bir ülke. Hazır yeri gelmişken bu parkta gördüklerimin bunu doğrular nitelikte olduğunu söylemek istedim. Bisiklet bir diğer önemli spor, Primož Roglič ve Tadej Pogačar gibi şampiyon bisikletçileri çıkarmışlar.
Dediğim gibi park içinde müzeler de var. Bir tanesi Uluslararası Grafik Sanatlar Merkezi, burada teknolojik aygıtların yardımıyla yapılmış sanat eserleri sergileniyor. Benim daha çok görmek istediğim ise Modern Slovenya Tarihi Müzesi‘ydi. 18. yüzyıldan kalma büyük bir konağın içine yapılmış müzede 1. Dünya Savaşı’ndan başlayarak Slovenlerin yaşadıkları anlatılıyor. Avusturya-Macaristan’ın dağılmasıyla kurulan Sloven-Hırvat-Sırp Krallığı ve sonrasında gelen Yugoslav Krallığı, 2. Dünya Savaşı ve sonrasındaki Federal Yugoslavya ve Tito yılları ayrıntılı şekilde ve genellikle kötü şekilde anlatılıyor. Önce Slovenlerin krallık içinde ezilmesi, sonra dünya savaşı yıllarında çekilen çileler ve sonrasında Sosyalist yönetimin baskıları gibi alışılageldik tarih anlatımıyla 20. yüzyılda Slovenlerin yaşadıkları, o devirlere ait eşyalarla birlikte gösteriliyor. Tabii Slovenya’da inşa edilen önemli yapılar, para sistemi, spor, kültür sanat konularında da çok fazla bilgi var müzede.
Başka ülkelerin Yugoslavya’dan bağımsızlığını kazanma süreci çok sancılı olmuştu, ancak Slovenya sadece 10 günlük bir savaşın ardından bağımsız olduğu için müzede bağımsızlıkla ilgili anlatacak fazla birşey bulamamışlar diyebilirim, en azından çatışmalar anlamında. Ancak bağımsızlık sonrası olanlar, Slovenya’nın Avrupa Birliği ve NATO’ya girişi, para birimi Tolar’ın Euro ile değişmesi gibi olaylar müzede yine yerini bulmuş. Yakın tarihe merakı olanların kesinlikle görmesi gereken bir müze olduğunu söyleyebilirim, her türlü Tivoli Parkı’na gitmenizi de tavsiye ederim.
Ljubljana Katedrali
Şahsen komşusu Hırvatistan’la dil ve kültür olarak büyük benzerlik taşıdığını düşündüğüm Slovenya da tıpkı Hırvatistan gibi geleneksel olarak Katolik Hıristiyan inancının ağır bastığı bir ülke, her ne kadar son yıllarda halkının giderek büyüyen bir oranı kendini ateist olarak tanımlıyor olsa da. Slovenya Katoliklerinin en önde gelen dini merkezi ise Ljubljana’daki katedral. Barok stilde 1706’da yapılmış katedralin içi, yaldızlı işlemeler ve kilise orglarıyla süslü. Ayrıca duvarlar ve tavanda çok sayıda dini resim bulunuyor. 2€ karşılığında bu görkemli katedralin iç kısmını ziyaret edebilirsiniz.
İçeriyi görmeye niyetiniz yoksa, veya erken bir saatte geldiyseniz ise, kilisenin 25-30 yıl önce yapılmış bronz kabartmalı kapılarını görmeden geçmeyin derim. Bu kapılardan bir tanesinde Slovenya’nın Hıristiyanlık tarihi resmediliyor ve Papa 2. Jean Paul betimlemesi de üst tarafta yer alıyor. Ancak bu tamamen bronz kapıda altın gibi parlayan bir nokta var. Kapının en altlarında kalmış bir adamın burnundan söz ediyorum. Kapının heykeltraşı Tone Demšar’ın kendini resmettiği bölümü bulup, burnunu ovalamanın şans getirdiğine inanılıyor. Bu nedenle kapının kolu hariç geri kalanı bronzluğunu korurken adamın burnu ellenmekten güneş gibi parlamış. Katedral, Ejderhalı Köprü’nün yakınındaki geniş pazar alanına bitişik bir konumda yer alıyor.
Žale Mezarlığı
Ljubljana’nın en büyük mezarlığı olan Žale‘ye de gitme imkanı buldum. Burası özellikle Jože Plečnik’in 1940’ta yaptığı çift kat sütunlu giriş kısmıyla biliniyor. Ölümle yaşamı ayırdığı düşünülen bu sembolik kapı, bir mezarlık için değil de büyük bir meydan için yapılmış gibi adeta, Roma agoralarını andıran bir yapıda. Bunun dışında mezarlığın kendisi, Hırvatistan’daki Mirogoj Mezarlığı’na benziyor. Huzurlu ve yeşillik mezarlığın içinde farklı ülkelerden gelmiş askerlerin şehitlikleri bulunuyor. Ayrıca tahmin edeceğiniz üzere Jože Plečnik’in mezarı da burada. Yine bizim Alamut romanıyla bildiğimiz Vladimir Bartol ve başka onbinlerce Sloven bu mezarlıkta yatıyor. Meraklılarına önerebilirim.
Metelkova
Tıpkı Vilnius‘taki Užupis gibi, bir derece Kopenhag’daki Christiania gibi Ljubljana’nın da özerk bir bohem bölgesi var, Metelkova. Bir şekilde sanatçıların, öğrencilerin ve yer altında kalmayı tercih edenlerin yaşadığı alternatif bir alan burası.
Tarihi de oldukça ilginç buranın, zamanında Yugoslav Ordusu’nun (JNA) konuşlandığı bu bölge, Slovenya’nın bağımsızlığını ilan edip ordunun ayrılmasıyla ortada kalmış. Ancak bölgenin resmi konumunun ilk anda belli olmaması nedeniyle çeşitli aktivistler ordu barakalarına yerleşmiş. Ardından Ljubljana Belediyesi’yle Metelkova’dakiler arasında tuhaf bir durum oluşmuş. Belediye bu “işgale” izin vermiş gibi gözükse de içten içe buraya yerleşenleri çıkarmak ve belki de bu merkezi yere çok daha kazançlı birtakım gökdelenler, AVM’ler dikmeyi hayal ediyordur gibime geliyor. Ancak aradan geçen 30 yılda buranın statüsü %100 resmilik kazanmasa da Metelkova Ljubljana’nın en kendine özgü yeri olarak varlığını sürdürüyor. Grafitilerle dolu duvarları, farklı bir havası olan mekanlar ve ortamıyla Metelkova’yı ziyaret edebilirsiniz. Gece vakti biraz tekinsiz hissettirdi bana ama başıma birşey gelmedi tabii ki.
Ljubljana Card
Ljubljana’da 1 günden fazla kalmaya ve bu süre zarfında olabildiğince çok yeri görmeye niyetliyseniz size Ljubljana Card’ı tavsiye edebilirim. 24, 48 ve 72 saatlik seçenekleri olan Ljubljana Card’la şehrin önemli bütün müzelerine ücretsiz girebilir, bütün otobüs ve toplu taşıma araçlarından ücretsiz faydalanabilir, bir de tekne turuna katılabilirsiniz. Kaleye çıkan füniküleri de ücretsiz kullanabilirsiniz.
Kartla ilgili ayrıntılı bilgileri bu siteden alabilirsiniz.
Yeme içme
Ljubljana’da yeme içme anlamında elbette birçok seçenek bulunuyor. Ancak yöresel yemek ve tatlı olarak Avusturya-Macaristan döneminden kalma lezzetler sayılabileceği için (Şnitzel veya Kremşnit gibi) çok orijinal bir mutfağı var diyemem. O yüzden söyleyecek fazla birşey bulamıyorum bu konuda.
Öte yandan yukarıda da belirttiğim gibi Slovenya’nın havası ve suyu son derece temiz. Çeşmelerden ve musluklardan akan suyu gönül rahatlığıyla içebilirsiniz. Suya para vermek yerine yanınızdaki bir şişeyi doldurarak gezmenizi öneririm.
İletişim
Bu yazıyla ve diğer yazılarımla ilgili her türlü sorunuzu, yazıların altına yorum yaparak bana iletebilirsiniz.