Estonya,  Gezi,  Ülkeler

Estonya’nın Başkenti Tallinn’de Gezilecek Yerler

Son güncelleme tarihi: 16 Şubat 2020

Baltık gezimin ikinci durağı, Estonya’nın başkenti Tallinn oldu. Açıkçası gezmesini en sevdiğim yer burası oldu. 2 gün içinde olabildiğince fazla yer görüp, belki de bütün Baltık başkentlerinin en iyi korunmuş Old Town’ında güzel zaman geçirmeye çalıştım.

Tarihinin bir döneminde Danimarka Krallığının, bir döneminde Litvanya-Polonya Birliğinin, sonrasında Rus İmparatorluğunun parçası olan Estonya’nın kaderi, diğer Baltık komşuları gibi 1. Dünya Savaşı sonrası kısa bir bağımsızlık periyodu ve 2. Dünya Savaşının ardından Sovyetler Birliği’ne katılma (ya da kendi ifadeleriyle Sovyet işgali) süreciyle şekillenmiş. 80’lerin sonunda gelen bağımsızlık sonrasında Avrupa Birliği katılmalarıyla, hep ait olduklarını iddia ettikleri Avrupa’yla entegrasyonu sürdürmüş, 2011’de Estonya Kronu’nu bırakıp Euro’ya geçmeleriyle parasal olarak da birliğe bağlanmışlar. Bilişim sektörüne yaptıkları yatırımlarla ve e-vatandaşlık sistemiyle dijital startup fikirleriyle köşe olmayı hayal eden genç girişimcilere de önemli bir fırsat sunuyorlar bugün.

Tallinn’e nasıl gidilir

Türkiye’den düzenli direkt uçuşları sadece THY gerçekleştiriyor Tallinn’e. Çeşitli hava yolları özellikle güneye yaz aylarında dönemlik uçuşlar yapıyor. Bunun haricinde diğer Baltık ülkelerinden ve Polonya gibi yakın ülkelerden, ayrıca St. Petersburg‘dan otobüsle, Finlandiya’nın başkenti Helsinki’den gemiyle gelmek de mümkün buraya.

Tallinn Card

Her şehirde turist kartlarını kullanmak mantıklı olmayabiliyor. Örneğin Vilnius’ta astarı yüzünden pahalıya gelecek gibi hissettiğimden almamıştım. Tallinn ise bu kartın gayet mantıklı olduğu ve çokça işinize yarayacağı bir şehir. Tallinn Card ile hem birçok müzeye ücretsiz girebilir, hem de toplu taşımadan ücretsiz yararlanabilirsiniz. Bindiğiniz tramvay ya da otobüslerde kartın çıktısını veya mail adresinize gelen elektronik versiyonunu gösterebilirsiniz.

Not: Verdiğim bilgi ve fiyatlar 2019 Haziran itibariyle geçerlidir.

Tallinn’de gezilecek yerler

Toompea

Tallinn, Vilnius kadar tepeli-engebeli bir şehir olmamakla birlikte Riga gibi dümdüz de değil. Hatta Old Town, Viru Kapısı tarafında yer seviyesinden başlayıp Toompea’ya doğru yükseliyor ve burası şehrin geri kalanına tepeden bakıyor denebilir. Toompea, şehrin zirvesi gibi olmasının haricinde tarihi ve turistik değeri yüksek birçok yere evsahipliği yapıyor. Bunlardan birkaç tanesine bakarak başlayalım.

Kiek en de Kök

Dışarıdan bakıldığında Old Town’ı çevreleyen surlar serisinin ayakta kalan en sağlam kulesi Kiek in de Kök. Ama içinde çok daha fazlasını saklıyor.

15. yüzyıldan kalma kulenin kendisinde Orta Çağ’dan kalma eşyalar ve işkence aletleri, savaşlar ve veba gibi diğer Orta Çağ fenomenlerini hatırlatan maketler sergileniyor. En üst katta bir restoran var. Kuleye bağlanan yan kulelerde de biraz Estonya’nın, biraz da kompleksin tarihi anlatılıyor. Ayrıca Old Town’ın güzel manzara noktalarından Danish King’s Garden (Taani Kuninga Aed) adlı bahçeye yukarıdan bakma fırsatı buluyorsunuz. Evet, Tallinn tarihinde Danimarka Krallığı işgalinin hissedilir bir yeri olmuş, hatta Tallinn’in şehir arması (coat of arms) ile Danimarka Krallığı’nınki arasında hayret verici bir benzerlik olduğu sıkça vurgulanıyor.

Kiek in de Kök’ün asıl cevheri yerin üstünde değil, altında gizli. Bilet gişesinin sağ tarafı Kiek in de Kök kısmına gidiyor. Solundan içeri devam ettiğinizde ise, sağda solda duran şalları gördüğünüzde doğru yolda olduğunuzu, Bastion Tunnels denen tünellere doğru gittiğinizi anlayacaksınız.

Kiek in de Kök’ün uçsuz bucaksız tünelleri, sizi adeta zamanda geri götürüyor

Şallara ihtiyaç var, çünkü yüzlerce metre devam edecek tünellerle şehrin kalbine doğru inerken hava soğuyacak. Bu yolculukta şehrin evsizlerinin maketleri önce karşınıza çıkıyor. Sonra Sovyet dönemi sığınakları konseptli yerlerden geçiliyor. Sonrasında şehrin derinliklerinde bulunmuş tarihi eserler, mezar taşları ve bina parçalarından oluşan bölüm geliyor. Yolun sonu, adeta bir mağara gibi sarkıtların gözüktüğü, kireç taşı damarlarının belli olduğu yerde bitiyor. Kesinlikle çok güzel bir deneyim bu yolu yürümek. Giriş ücreti 14 Euro, Tallinn Card’a ücretsiz.

Dini yönelim açısından dünyanın en zayıf ülkelerinden biri Estonya. Ancak yukarıda bahsettiğim, St. Petersburg’a yakınlığı, bir anlamda Rus Ortodoks etkisinin kendini biraz olsun göstermesine yardımcı olmuş. Zaten yaklaşık 1.5 milyon nüfusu olan ülkenin %25’i Rus kökenli. Aleksandr Nevski Katedrali, son derece görkemli bir Ortodoks tapınağı olarak çarlık döneminde Toompea’ya yapılmış. Görülmeye değer bir yer.

Aleksandr Nevski Katedrali dünyanın en etkileyici Ortodoks ibadethanelerinden biri bence

Riigikogu, Aleksandr Nevski Katedrali’nin tam karşısında konumlanmış Estonya Parlamento binası. Pembe rengiyle görmemek imkansız. Buranın bitişiğinde bulunan Piik Hermann (Uzun Hermann) ise tarihi olmasının yanında simgesel anlamı güçlü bir kule. Vilnius’un Gediminas’ı gibi, bağımsızlık sembolü haline gelmiş, çünkü birkaç seferde Estonya bayrağı ilk buraya çekilmiş bağımsızlık öncesinde. Her gün Estonya ulusal marşıyla birlikte bayrak çekiliyor, akşam indiriliyor. Sadece görüp geçebilirsiniz buraları.

Yine bu tepe üzerindeki St. Mary Katedrali (Toomkirik), dökülen duvar sıvalarıyla bile ne kadar eski olduğunu anlatıyor. 5 Euro’ya çan kulesine çıkılıp Tallinn manzaraları görülebilse de St. Olaf’a gitmek benim için yeterli oldu. Bu bölgedeki manzara noktalarını da göz ardı etmeyin. Bilhassa Kohtuotsa’yı tavsiye ederim.

Diğer kısımlarına bakınca da Tallinn Old Town’ı, gezmesi çok keyifli bir yer. Doğu yönünden girerseniz, ki hem havaalanı, hem de otobüs garı o tarafta olduğundan bu çok muhtemel, ilk Viru Kapısı’yla karşılaşacaksınız. Oradan dosdoğru kuzeye, yani sağa gitmeniz halinde en sonda çok güzel, kocaman silindir bir kule olan Paks Margareeta karşınıza çıkacak. Old Town’ın sınırlarında turladıkça ne kadar iyi korunduğunu çok açıkça göreceksiniz. Old Town içinde toplu taşıma yok haliyle, ama etrafında otobüs ve tramvaylardan müteşekkil, fena olmayan bir ağ kurulmuş.

Tallinn Town Hall civarındaki mekanlardan bir görüntü

Old Town’ın merkezi, belediye binası yani Town Hall’un bulunduğu meydan ve etrafı. Orijinal adı Raekoja Plats olan meydan etrafında çok sayıda restoran ve kafe bulunuyor. Bir yerde oturmasanız bile Raekoda da denen belediye binasını görmeden geçmeyin.

St. Olaf Kilisesi

Bu harika kilise, daha doğrusu çan kulesi, Tallinn’in sembollerinden bir tanesi. Aslında kilise gayet sade ama kule çok görkemli.

250 küsur basamak daracık merdiven çıkıldıktan sonra yine oldukça dar bir balkona çıkmış olacaksınız. Aşağıdan bakıldığında bence büyüleyici bir görüntüsü var St. Olaf’ın, ama tepeden göreceğiniz Old Town manzarası daha da güzel. Tallinn’in en iyi manzaralarının buradan görülebildiğini bile savunurum, çünkü Old Town’ın tarihi binaları ile modern şehir kısmının gökdelenlerinin ne kadar keskin şekilde ayrıldığını buradan daha iyi göreceğiniz bir yer bulmak zor (belki St. Mary Kilisesi o etkiyi yaratabilir bilemedim) Kuleye çıkış 3 €, Tallinn Card’la ücretsiz.

St. Nicholas Kilisesi (Niguliste)

Birçok ülkede çok sayıda kilise gördüm ama St. Nicholas yani Niguliste gibisini pek görmedim (içinde katakomb bulunanlar da dahil). Sadece Ölüm Dansı (Danse Macabre) tablosu bile bunu söylemem için yeterli sebep oluştururdu. Ancak Niguliste genel olarak da ölüm temasını kafaya takmış diğer tablo ve eserleriyle ve tuhaf atmosferiyle sıradan bir kilise olmadığını kolayca kanıtlıyor. Değişik mezar taşı kitabeleri ve azizlerin ölümlerini anlatan tablolar da görülüyor.

Yine Old Town’da bulunan St. Nicholas Kilisesi, 14. yüzyılın gerisine giden tarihiyle zaten yeterince değerli, ama içinde bulunan Bernt Notke’nin 15. yüzyılda yaptığı düşünülen Ölüm Dansı tablosu daha da kıymetli yapıyor burayı. Her ne kadar orijinal 30 metrelik hali değil, elde kalan 7.5 metrelik kısmı sergilense de hem ölüm figürleri, hem de Papa, İmparator, Kral, Kardinal gibi devrin en büyük adamlarını gösteriş şekliyle “ölüm herkese var” diyor. Orijinal halinde tüccarlar, askerler, çocuk ve dilenciler dahil her meslek grubundan insanın bulunduğu düşünülen tablo, ölümün kimseyi boş geçmediğini mükemmel şekilde vurguluyor.

Ölüm Dansı tablosunun tamamını bir kareye sığdırmak pek kolay değil, ama bu açıklamalı kopya da fikir verir.

Bergman’ın Yedinci Mühür filminden beri Ölüm Dansı fenomeni hoşuma gitmiştir, bu etkileyici tabloyu görmek de benim için ayrıca anlamlı oldu. Tek pişmanlığım, müzenin resmi dükkanından tabloyu resmeden bir kupa almamış olmamdır. Giriş ücreti 6 Euro, Tallinn Card’a ücretsiz.

Estonya Tarih Müzesi

Great Guild binasındaki müzede sergilenenlerden çok müzenin girişinde oynayan ve Estonya tarihini farklı kişilerin ağzından anlatan filme bayıldığımı belirteyim öncelikle. Bu müze genel olarak Estonya halkının tam olarak kim olduğuna, 11,000 yıllık tarihleri boyunca hangi aşamalardan geçip günümüzde ne noktada olduklarına yönelik bilgilendirme amacı taşıyor. Alt katındaki interaktif teste katılmanızı da öneririm. 2. Dünya Savaşı ve sonrasında sıradan bir Estonyalı olarak çeşitli durumlarla karşılaştığınız ve siz ne yapardınız sorusunu sorarak ilerleyen testte bir vatansever mi, bir hain mi olduğunuz ortaya çıkıyor, tabii ki Estonya resmi tarihine göre.

Monet2Klimt

Loving Vincent filminin haklı olarak elde ettiği şöhret malumunuz. Resimleri birleştirerek bir senaryo dahilinde olay örgüsüne kavuşturmak ve filme dönüştürmek, zahmetli olsa da son derece kabul gören bir yöntem. Tallinn’de bunun benzeri bir mantıkla ziyaretçilere görsel şov sunan bir müze var, Monet2Klimt. 10,5 Euro verip girdiğiniz karanlık salonda sürekli oynayan, salonu çevreleyen duvarlara yansıtılan filmde Claude Monet’nin eserlerinden başlayıp Gustav Klimt’e giden bir resim şelalesi adeta. Resimlerden belirli detaylar ön plana çıkarılarak, hareket katılarak bir film havası oluşmuş. Görüntüleri destekleyen müziklerle zaman zaman dingin, zaman zaman heyecanlı birçok ruh haline girip çıkıyorsunuz. Arada Van Gogh eserleri de var. Resim ekollerinden anlamadığım için yorum yapmayacağım, ama ilgilenenler bu ilginç fikrin sergilendiği Monet2Klimt deneyimini yaşayabilir.

Kadriorg Parkı

Şehrin doğusunda bulunan Kadriorg Parkı’nda birçok yer var görülecek, nitekim bu bölgeye Tallinn’in Old Town ve çevresi dışındaki turistik yerlerinin çoğu doluşmuş denebilir. Birazdan bahsedeceğim ama bunlardan ama hepsinden ilginci, Estonya Devlet Başkanının konutu da burada bulunuyor ve tamamen etrafı açık. Önünden rahatça yürüyüp geçebilir, fotoğraf çekebilirsiniz. Kapısında iki adet koruma askeri duruyor ve çok yaklaşıp merdivene adım atmadığınız sürece sorun yok. Ayrıca bahçesinde organik bal yapan arıların kovanlarını da görebilirsiniz, yine çok yaklaşmadan. Estonya’da insanların güvenlik endişesi denen naneden ne kadar uzak yaşadığını herhalde bundan daha net gösteren bir örnek bulamayız.

Kadriorg Sarayı

Estonya, tüm Baltık ülkeleri içinde en çok Rus etkisi taşıyanı, bunda Çarlık Rusyası’nın merkezi St. Petersburg’a çok çok yakın olmasının da etkisi var. Deli Petro’nun yazlık saray olarak düşünerek yaptırdığı, ancak içinde kalma fırsatını pek bulamadığı Kadriorg, son derece Avrupai tarzda, Barok mimariyle inşa edilmiş bir saray. Şekilli havuzlar ve heykellerle süslü dış bahçesi Petersburg yakınlarındaki Peterhof’u fazlasıyla andırıyordu zaten. Adını Petro’nun eşi Katerina’dan alıyor (bizim bildiğimiz Katerina değil kendisi).

Kadriorg Sarayı’nın ön tarafı. Arka bahçesi Peterhof’u daha çok hatırlatıyor açıkçası.

İçinde ise farklı mimari ekollere mensup salonlar ve odaları bulunsa da, esasen girişteki ana salon dışında çok göze çarpan bir yeri olduğu söylenemez. Ancak sergilenen tablolar (hem Estonyalı hem diğer Avrupa ülkelerinden ressamların eserleri var) ve diğer eşyalar, özellikle porselenler dikkate değer. Giriş 6.5 €, Tallinn Card’a ücretsiz. İçi, dışı kadar etkileyici olmasa da görmek gerek bence.

Buranın dışında, Petro’nun kısa süreli tatillerinde yaşadığı 2 katlı mütevazı ev de ziyarete açık. Peter I’s House adıyla geçen evde Petro’nun yatağı, yemek masası, sandalyesi ve benzer eşyaları sergilenmekte. Bu eşyaların da büyük kısmı Kadriorg’dan getirilmiş zaten. Buraya da uğramayı düşünün. Girişi 4 €, Tallinn Card’a ücretsiz.

KUMU

Kunst Museet’in (sanat müzesi) kısaltması KUMU. Adından anlaşılabileceği gibi şehrin en önemli resim ve modern sanat müzesi. 4 katlı oldukça büyük bir yapı. İlk katlarda Estonyalı ve diğer ülkelerden ressam ve heykeltraşlarından elinden çıkma klasik eserler yer alıyor. Orta katlarda Sovyet dönemi resimlerinin sergilendiği bir bölümün yanında Sovyet dönemindeki giyim tarzından yola çıkarak tasarlanmış kıyafet serilerinin sunulduğu salonlar da ilgi çekiciydi. Ama benim en çok ilgilendiğim, 2. Dünya Savaşı öncesi Sovyetler Birliği’nin en tanınmış propaganda afişi tasarımcısı Gustav Klucis’in çalışmalarının, fotomontajlarının anlatıldığı kısımdı. En üst katında ise uçuk modern sanat eserlerinin sergilendiği geçici bir sergi vardı. Buranın da girişi 8 €, Tallinn Card ile ücretsiz yine.

Kadriorg, KUMU ve Petro’nun evi gibi yerlerin tamamı, Kadriorg Parkı’nda bulunuyor. Buraya yürüyerek ya da 1 numaralı tramvayla ulaşılabilir. Hazır o tarafa gelmişken, deniz kenarında bulunan Russalka Anıtı’nı da görmek isteyebilirsiniz, 1893’te batan aynı adlı Rus savaş gemisinde ölenlerin anısına dikilmiş, etkileyici bir yapı.

Metsakalmistu

Mezarlık gezme huyum, bu siteyi takip edenlerin malumudur artık. Bu huyumu Tallinn’de de terketmedim ve kendime görecek bir mezarlık buldum. Ancak burası kesinlikle daha önce gördüklerimden farklıydı.

Burayı farklı kılan, kurulduğu yerle ilgili şüphesiz. Şehir merkezinin 9-10 km dışındaki Metsakalmistu, bir mezarlıktan çok orman gibi aslında. Kuş seslerinin kesilmeden kulaklarınızı çınlattığı, sık ve oldukça yüksek ağaçların kapladığı ormanın arasına serpiştirilen mezarlar yığını diyebiliriz buraya. Bu aşırı huzurlu ve yeşillik mezarlık-ormanda ülkenin havaalanına ismini vermiş devlet başkanı Lennart Meri’nin yanında birçok tanınmış ve sıradan Estonyalı, ebedi istiharatlarını sürdürüyor. Daha Sovyetik bir tarza uygun olarak, sanatçılara ve oyunculara ayrılmış yerler de bulunmakla birlikte, mezarlığın mütevazı mezar taşlarının altında, fazla yer kaplamadan bir ağaç dibine gömülmekten başka arzusu olmayan fanileri ağırladığını söylemek yanlış olmaz.

Metsakalmistu gerçekten türünün en güzel örneklerinden

Stockholm’deki park-mezarlık Skogskyrkogården’a gitmiş olanlar bu söylediklerimin benzerlerini orada hissetmiştir, ama inanın Metsakalmistu daha da güzel, doğayla çok daha iç içe. Buraya ulaşmak için Old Town’ın doğu ucundan 34A veya 38 numaralı otobüslere binebilirsiniz. 20 dakika içinde varmış olursunuz, Tallinn Botanik Bahçesi’nin karşısında.

Baltık sahili

Tallinn Old Town bitiminin hemen birkaç yüz metre kuzeyinde denizi görebilirsiniz. Bu deniz, Estonya ile birlikte kader ortakları Letonya ve Litvanya’ya genel isimlerini veren Baltık Denizi. Şehir merkezine çok yakın olmasına rağmen restoran, bar veya çay bahçeleriyle işgal edilmemiş bir sahil şeridi var Tallinn’in. Akşama doğru bakkaldan çekirdeğinizi, içeceğinizi alıp kolayca ulaşabileceğiniz deniz kenarında pek kum yok ama ayaklarınızı suya soktuktan sonra denize yakın bir yere oturup özellikle bahar ve yaz aylarında batmak bilmeyen ama enlemden ötürü pek yakmayan güneşin tadını çıkarabileceğiniz yerler var.

Denizcilik müzesi Lennusadam’dan başlayıp artık içinde mahkum barındırmayan ve yakın zaman önce maalesef ziyaretçilere kapatılan, dışarıdan Tarihi Sinop Cezaevini hatırlatan Patarei Hapishanesi’nin yüksek duvarlarını geçerek Linnehall’a dek yürüyün. Bu arada Linnahall 1980 Moskova Olimpiyatları’nın su sporları müsabakaları için yapılmış, görkemli ama korkutucu-brutalist bir yapı. Ne yazık ki içeri girmek, yetkililer dışında mümkün değil. Ama dışarıdan bir görün. Bu Baltık sahil yolunun son durağı olacak.

Patarei Hapishanesi daha çok deniz kenarına dikilmiş bir kaleyi andırıyor

Birkaç kilometrelik bu yürüyüş boyunca birçok farklı noktaya mevzilenebilme imkanınız olacak.

Bence Tallinn’de unutulmaması gereken şeylerden biri Baltık kenarına gitmek. Hele ki yanınızda arkadaşlarınız, sevdikleriniz varsa tadından yenmeyecektir. Buraya gitmeden önce uğradığım bakkalda, bağıra bağıra Türkçe konuşarak bira fiyatlarının ucuzluğuna şaşırıp kalan genç gruba gıpta etmedim desem yalan olur.

Kalamaja mahallesi, Old Town’ın kuzey batı kısmının dibinden başlayarak Batıya doğru devam eden, Tallinn’in sıradan halkının yaşadığı en tarihi bölümlerinden biri. Farklı renklerde çeşit çeşit ahşap evleriyle son derece huzurlu bir mahalle. Normal Estonyalı vatandaşların hayatına dışarıdan da olsa ortak olabiliyorsunuz. Old Town’da gezecek yerleri bitirenlere sahil şeridiyle birlikte gezmelerini tavsiye ederim.

Estonya ve Sovyet Mirası

Tallinn’de bir diğer ortak Baltık deneyimiyle ise, Sovyetler dönemine söven müze ve tarihi yerlerde karşılaşacaksınız. Aklıma iki yer geliyor bu ayarda. Bunların ilki ve daha bilineni, Vabamu İşgal ve Özgürlük Müzesi. Modern bir binaya kurulmuş bu interaktif müzede, hem 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerin, hem de savaş sonrasında Sovyetlerin işgal ettiği yıllar konu ediliyor (Evet, Estonya’da da Litvanya gibi SSCB yıllarından işgal olarak söz ediliyor). Yine Litvanya’yla ortak bir biçimde Sovyet Rusya’nın uzak bölgelerine sürgüne gönderilen, uzun yıllar orada yaşayan, dönen veya dönemeyen insanların yaşadıklarına odaklanırken, Stalin sonrası SSCB’de hayata dair de bilgiler veriliyor. Özgürlük ve demokrasi kavramlarına sürekli vurgu yapılan müzede, bir de interaktif test var. Çeşitli sorulara verdiğiniz yanıtlara göre sizin Estonya’da hangi siyasi partiye yakın olduğunuzu tahmin eden bir test. Sovyetler zamanına söven, Avrupa’ya atfedilen olumlu değerlere sahip çıkmaya çalışan, benim için alışıldık türde söylemleri olan bir müzeydi kısacası. Giriş 11 Euro, Tallinn Card ile ücretsiz.

Diğeri ise çok daha ilginç bir yer aslında. Bir zamanlar Tallinn’e gelen yabancıların kalmasına izin verilen yerlerden olan Hotel Viru, hala otel olarak hizmet vermekte. Ancak Sovyet yıllarında bu otelin en üst katı hem ziyaretçilere, hem de otel personeline kapalıymış. Burada ne olduğunu kimse bilmiyormuş. İşte bu katta ne olduğunu ancak ülke bağımsızlığını kazandıktan sonra öğrenebilmişler.

Evet, bu gayrıresmi son katta KGB’nin bir dinleme ve takip üssü bulunuyormuş. Otele gelen yabancıların ne amaçla orada bulunduklarını anlamak amacıyla Olduğu gibi korunan bu en üst kattaki 2 odayı görebilmek için, İngilizce tur saatlerinin birinde, otelin lobisinden adınızı yazdırıp 12 Euro karşılığında tura katılabilirsiniz. Kontenjan sınırlı olduğundan, işinizi garanti altına almak için otelin sitesinden istediğiniz gün ve saate rezervasyon yapmayı da düşünebilirsiniz.

Otelin asansörü 22. kata kadar sizi çıkarıyor, ama 23. kata merdivenlerden gidiliyor. Rehberimiz birkaç tipik Sovyet fıkrası anlatarak çoğunluğu Batılı turist grubunun yüzlerinde gülümsemelere neden olduktan sonra 2 odaya sırayla girdik.

Viru’nun çatı katındaki KGB’ye ait odada her şey bulunduğu gibi duruyor (diyorlar)

Kapısında “içeride hiçbirşey yok” yazan odada aslında çok şey var. Çok çeşitli eşyaların içine yerleştirilmiş dinleme aygıtları, çok daha karmaşık görünen kayıt araçları, kağıtlar, telefonlar, küllüklerdeki sigaralar vs. Zamanın donup kaldığı yerler ilgimi çekmiştir. Bu odalar gerçekten 90’ların başında nasıl bulunduysa öyle kalmış, buna inanmak gayet kolay. Burada ayrıca Tallinn’e tepeden bakan balkonlara çıkarak fotoğraf da çekebilirsiniz.

Tallinn Türkiye’de çok popüler olmasa da gezilmeye değer bir ülke. Yolunuzun kolayca düşmesi pek olası değilse de bir şekilde gitmeye ve görmeye çalışmanızın iyi olacağı, yeşil, huzurlu ve tarihi bir şehir. Geziseverlerin kaçırmaması gereken bir yer.

İletişim

Bu yazıyla ilgili sorularınızı, yazının altına yorum yaparak bana iletebilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir