Almanya,  Gezi,  Spor,  Ülkeler

Modern ve Güzel Şehir – Köln’de Gezilecek Yerler

Herkesin görüp bildiği şehirlerle ilgili kimsenin bilmediği veya insanların işine yarayacak şeyler yazmak kolay değil. Orada geçirdiğim kısa sürede Köln’ün her yerini görmem, aradan belli bir zaman geçtikten sonra her ayrıntıyı hatırlamam da pek mümkün değil. Ama ne olursa olsun Avrupa’da gördüğüm en yaşanılası şehirlerden biri gibi gördüğüm Köln için az da olsa, çok amatörce de olsa birşeyler yazmak istedim.

Köln’ün konumu ve jeopolitik öneminden bahsetmenin pek bir anlamı yok. Ren (Rhein) bölgesinde, Frankfurt, Dortmund gibi şehirlere ve Fransa’ya yakın. Belki etrafında çok gelişmiş bir futbol kültürünün olmasına dikkat çekilebilir, şehrin kendi takımı 1. FC Köln’ün yanında 20 dk mesafedeki Leverkusen’in Bayer’i, birkaç saat mesafede yer alan Dortmund, Gelsenkirschen, Mönchengladbach şehirlerinin takımlarını anmak lazım. Çok zor olmayan tren yolculuklarıyla bütün bu şehirlere gidilebilir. Bundesliga tribün ortamını görmek isteyenlere şiddetle tavsiye ederim.
Türkiye’de pek taraftarı olmayan sporları fırsat bulunca görmek için Köln’de derin araştırmalar yapmaya gerek yok. Örneğin Almanya’da çok popüler olan buz hokeyini hiç görmeyenler için güzel bir fırsat var. Șehrin takımı Kölner Haie’nin Lanxess Arena’daki bir maçına gidin, kesinlikle pişman olmazsınız. Hayatınızda hokey izlemediyseniz bile çok keyifli geçeceğini garanti ederim. En azından televizyondan izlerken doğru düzgün göremediğim puck’ın tribünde ne kadar uzakta olursanız olun gayet rahat takip edildiğini görmek aydınlatıcı olmuştu.
Köln’ün müzelerinden bahsetmeden önce, şehirde geçireceğiniz zamana uyan bir KölnCard almanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Şehirdeki metro dahil birçok ulaşım aracından ücretsiz yararlanabildiğiniz gibi, neredeyse bütün müzelere güzel indirimlerle girebiliyorsunuz. Hatta ben hokey maçına bilet alırken bile kart sayesinde indirimden yararlandım. Bir de itirafta bulunayım, 24 saat geçerli aldığım 9 €’luk kartla 1 günü geçtiği halde müzelerde indirimlerden yararlanmayı biraz daha sürdürdüm. Müzelerde kartı göstermem yetti, üzerindeki tarihi pek inceleyen olmadı.
Köln’ün birçok başarılı müzesi olduğunu söyleyebilirim. Sanat müzeleri ve tematik müzeleri bir kenara bırakırsak ilk söylenmesi gereken yer Dokumentationszentrum. El De Haus olarak da biliniyor. Gestapo’nun bir zamanlar merkezi olan binanın bodrum katlarında da tutuklular kalmışlar, sorgu ve işkenceler yapılmış. Arkadaki kapıdan çıkılan küçük avluda da çok sayıda infaz gerçekleşmiş. Tutukluların duvarlara yazdığı -çoğunluğu Rusça- yazılar, çizdikleri figürler görülebilir durumda, gerçekten insanı son derece etkileyen bu yeri Köln’de öncelikli olarak görmenizi öneririm. Tek kötü yanı üst katlarda açıklamalar sadece Almanca. Nazilerin propaganda araçları, afişler, bildiriler, gazete kupürleri, toplama kamplarına gönderilen insanların sağlık raporları gibi bence çok değerli belgelerin İngilizce açıklamaları da olsa gerçekten harika olurdu. Ancak sadece bodrumdaki zindanlarda tutukluların yazıları İngilizce de açıklanmış.
Dokumentationszentrum
Dokumentationszentrum’dan propaganda afişleri…
Şehrin ve hatta Avrupa’nın çikolata tarihine ilişkin interaktif şekilde bilgi edebileceğiniz Çikolata Müzesi, yani Schokoladenmuseum da görülebilecek yerlerden. Çikolatanın hammaddesi kakaonun tanıtımı, kakaonun Avrupa’ya gelişine dair kısımlardan sonra çikolatanın yapımına dair kapsamlı bir bölümle karşılaşıyorsunuz. Burada prototip bir fabrikada çikolatanın tüm yapım ve ambalajlama süreçlerini izleyip bizzat gözünüzün önünde yapılmış çikolatayı yiyebiliyorsunuz. Değişik çikolata kalıpları, kutuları ve ambalajlarından oluşan koleksiyonlar, kakaonun yetiştiği tropik diyarlardan bir kesit olarak tasarlanmış sera, çikolatanın kültürel anlamına ilişkin bölümlerle son derece iyi hazırlanmış, hem çocukların hem de büyüklerin keyif alacağı bu müze Ren kenarında merkezi bir yerde bulunuyor.
Sporun her dalına ilgi duyan biriyseniz bu çikolata müzesinin hemen yanında spor ve olimpiyat müzesini kesinlikle görmeniz gerektiğini düşünüyorum. Alman sporunun kilometre taşları olan kişi ve olaylardan harika bir koleksiyon var. Michael Schumacher’in 1995’te şampiyonluğu kazandığı Benetton’u ve tulumu, Dirk Nowitzki’nin giydiği bir Almanya forması, Steffi Graf’ın kırdığı bir raketin yanında Wimbledon’da kazandığı bir şampiyonluk kupası ve ülkenin düzenlediği 1936 Berlin ile 1972 Münih Olimpiyatları’na dair bilgi veren köşelerle çok başarılı bir müze burası da.
Şehrin merkezindeki görkemli katedrali (Kölner Dom) görmemek imkansız zaten. Katedralin 500 küsur basamaklık merdivenle çıkılan çan kulesi, müthiş bir Köln manzarası sunuyormuş. Ben çıkmadım, çıkanlar öyle diyor. Kuleye çıkmasanız bile katedralin içini muhakkak dolaşın derim.
Filozoflar Mozaiği
Römisch-Germanisches Müzesi’ndeki filozoflar mozaiği, sağdaki Sofoklis…
Köln bugün Almanya’nın en büyük ve modern şehirlerinden biri olsa da 2. Dünya Savaşı’ndan en ağır hasarla çıkan Alman şehri olduğunu da unutmamak lazım. Şehrin tamamına yakını Müttefikler’in bombardımanıyla yerle bir olmuş. Köln’ün Orta Çağ’dan itibaren tarihçesine dair belgeler barındıran Şehir Müzesi’ni de (Kölnisches Stadtmuseum) önerebilirim. Şeker ve ekmek karneleri, halkın tuttuğu bombardıman çeteleleri, Naziler ve Yahudiler’den geriye kalanlar bence görülmeli. Burası da maalesef sadece Almanca açıklamalar barındırıyor ama girişte İngilizce sesli rehber ücretsiz veriliyor.
Modern sanatları sevenler için gayet tatmin edici eserlerin bulunduğunu zannettiğim Ludwig Müzesi, şehrin her yerine yayılmış Roma dönemine ait kalıntılardan da anlaşılacağı üzere zengin bir Roma tarihine evsahipliği yapmasından mütevellit yine çok zengin bir arkeoloji müzesi Römisch-Germanisches Museum da görülebilir yerler. Özellikle Dionysos ve Filozoflar Mozaikleri son derece etkileyici görünmüştü bana.
Bunun dışında Hohenzollern Köprüsü’nden en az bir kez yürüyerek karşıya geçmenizi öneririm. Deutz tarafını Köln Hbf’a bağlayan, trenlerin ve yayaların geçtiği bu köprünün üstünden hem şehrin iki yakasını görebilir, hem de bu tür köprülerin bir klasiği olarak sevgililerin aşklarını ölümsüzleştirdiği onbinlerce kilide bakabilirsiniz.
Köln, Dom Meydanı
Yağmurlu bir Köln akşamında, Dom’un önündeki meydan, Dom Hotel vs.
Müze dışında gezip dolaşmak, “bierhaus” tarzı bir yerlerde oturmak için tarihi Rathaus dolaylarına, alışveriş için ise Schildergasse ve Neumarkt’a gidilebilir diyeyim. Benim pek ilgimi çekmediği için gitmedim, ancak kolonyaya adını veren şehirde Farina’nın müzesi de merak edenler için bir seçenek olabilir. Ayrıca Köln’ü bilen bir arkadaşımın da bir önerisini aktarmak isterim, özellikle puro severler için, Peter Heinrichs’in ünlü puro evi “Haus der 10.000 Pfeifen”de farklı tütün ürünlerini deneyebilme imkanı bulabiliyormuşsunuz.
Bu tür şehirlerde yapılacak birşey mutlaka bulunuyor, işin güzel tarafı ulaşım sistemi son derece kapsamlı ve rahat olduğundan uzaktaki yerlere bile kolayca gidilebiliyor. Kaldı ki Köln, Almanya standartlarında bir metropol olsa da görülmesi gereken yerlerin çoğu dar bir alana sıkışmış durumda olduğundan toplu taşımaya nadiren ihtiyaç duyuluyor. Alman şehirlerinde yaşamaktansa başka ülkelerde yaşamayı tercih edecek çok insan tanıyorum, ama niyeyse Köln benim yaşamaktan hiç şikayetçi olmayacağım, gördüğüm birçok şehre tercih edeceğim bir yer olarak aklımda yer etti.
İletişim

Bu yazıyla ve diğer yazılarımla ilgili her türlü sorunuzu, yazıların altına yorum yaparak bana iletebilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir