Genel,  Türkiye,  Ülkeler

Hititlerin Başkenti Hattuşa Antik Kenti Gezisinden Notlarım

Türkiye sınırları içinde UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış 18 yer bulunuyor an itibariyle. Sayıları artacaktır tabii. Bunlar arasında antik şehirler çoğunluğu oluşturuyor. Anadolu’daki ilk büyük uygarlık denince akla gelen Hititlerin en önemli kenti olmuş Hattuşa (ya da Hattuşaş) da haklı olarak bu listedeki yerini bulmuş.

Hattuşa, Türkiye’nin en bilinen ören yerlerinden biri hiç süphesiz. Türklerin gelişinden bin yıllar önce buraları mesken tutmuş, (yine Türkler gibi göç yoluyla gelmiş) ilk büyük uygarlık diyebileceğimiz Hititlerin başkenti. Ankara’da yaşayanlar için bir günübirlik gezi mesafesinde bulunan Hattuşa’ya gitmek, iyi bir haftasonu aktivitesi olacaktır kanısındayım. Özellikle pandemi nedeniyle uzak yerlere ve ülkelere gitmenin iyice zorlaştığı şu zamanlarda Orta Anadolu’nun belki de en önemli antik ören yerini görmek kesinlikle iyi bir fikir. Bu nedenle kendi gezi deneyimlerimi paylaşmak istiyorum bu satırları okuyacaklarla.

Hattuşa’ya Nasıl Gidilir?

Hattuşa adını birçok kişi duymuş olsa da tam nerede olduğunu bilmeyenler olabilir, açıkçası buraya gitmeye karar vermemişlerin bilmemesi de çok normal. Hattuşa antik kenti, Çorum il sınırının Yozgat il sınırına çok yaklaştığı bir bölgede, Boğazkale (eski adı Boğazköy) ilçesi yakınlarında yer alıyor. Ankara merkezinden yaklaşık 3 saatlik bir araba yolculuğuyla ulaşılıyor. Mesafe 200 km civarlarında ki elbette Ankara’dan gelenler için hangi taraftan yola çıkıldığına göre bu sayı değişecektir.

Boğazkale’nin merkezinden Hattuşa ve Yazılıkaya gayet yakınlar

Ankara’dan geleceklere öncelikle Samsun yoluna çıkmalarını söyleyebilirim. Elmadağ ve Kırıkkale’yi geçtikten sonra Çorum – Yozgat yol ayrımı geliyor, oradan Çorum yönünde devam edin. Sungurlu ilçesini geçtikten 8 km sonra sağdaki Boğazkale dönüşüne girin, yaklaşık 30 km sonra bu küçük ilçeye varacaksınız. Sonrasında ise tabelaları takip ederek Hattuşa’ya kısa sürede gelmiş olacaksınız. Yolun son kısmı toprak, ancak çok uzun sürmüyor. Ana yoldan son dönüşün olduğu yerdeki kulübeden birileri çıkıp size harita veriyor, onlardan eğer isterseniz rehberlik hizmeti de alabilirsiniz.

Boğazkale ve çevresinde Hattuşa haricinde görülebilecek birkaç yer daha var, onlara da ören yerini anlattıktan sonra geçeceğim.

Hattuşa’nın Tarihi

Hattuşa’daki ilk yerleşimlerin MÖ 6000’e kadar gittiği düşünülse de burayı Hattuş adıyla Anadolu’nun yerli halklarında Hattiler kurmuş. Daha sonra Asurlu tüccarların şehrin alt bölgesine kurdukları koloniyle zenginleşmişler, ancak MÖ 1700 civarında Hititlerin ele geçirmesiyle Hattşa bir Hitit şehri ve sonra da başkent olmuş. MÖ 1200’de ülke yıkıldıktan sonra gelen uygarlıklar, yani Frigler, Persler, Doğu Roman/Bizanslılar ve Türkmenler de bölgede yerleşmeyi sürdürmüş, ancak bölge Hititler dönemindeki önemini zaman içinde yitirmiş.

Hattuşa’nın gün yüzüne çıkarılması ise yaklaşık 100 yıl öncesine dayanıyor. İlk olarak Fransız arkeolog Charles Texier’nin 19. yüzyılın ilk yarısında keşfettiği kente 1906’da ilk kazma vurulmuş. Alman arkeologlar ile Rum-Osmanlı arkeologu Makridi Bey’in çabalarıyla gün yüzüne çıkarılan antik kent kompleksinde, sonraki on yıllar boyunca yapılan kazılar sonucunda bulunan çok önemli eserler şu an birçok farklı müzede sergileniyor.

Hattuşa’ya Giderken Aklınızda Bulunsun

  • Hattuşa ören yerinin girişi ile çıkış aynı yer. İçeri arabayla girilebiliyor. Başından sonuna kaldırım taşıyla kaplanmış bir araba yolunu takip ediyorsunuz, yol sizi bütün önemli duraklara götürüyor. Bu yol yaklaşık 7 kilometrelik bir tur atarak tüm kenti görmenizi sağlıyor.
  • Her ne kadar burayı yürüyerek gezmek mümkün olsa da, Hattuşa antik kenti tepelerin yamaçlarına, arada oluşan vadilere kurulmuş, oldukça engebeli bir bölge. Arabanın zor tırmandığı dik çıkışlar var. Arabayla gezmek, zamanızı çok daha verimli kullanmanızı sağlayacaktır. Zaten başka bir şehirden buraya arabayla gelmiş olma ihtimaliniz çok daha akla yakın.
  • Boğazkale çok küçük bir ilçe, yeme içme anlamında fazla bir seçenek sunmuyor. Yanınızda içecek ve yiyecek birşeylerle gelirseniz arabanızı park edip binlerce yıllık antik kentin içinde, ortalarda gezinip otlayan inekleri seyrederek karnınızı doyurabilirsiniz. Cidden çok keyifli oluyor.
  • Yukarıda belirttiğim gibi Hattuşa yüksek bir bölgeye kurulmuş, hava güneşli olsa da bol rüzgar alan bir yer. Yanınızda ona göre kıyafet getirmeyi unutmayın. Ayrıca her ne kadar arabayla gelseniz de yürünecek yollar, geçilecek tüneller, tırmanılacak bazı kısımları bulunduğundan ayakkabı seçimini de ona göre yapın. Nitekim her şekilde buraya en az 2-3 saat ayırmanız yerinde olacaktır.

Hattuşa Ören Yeri

Öncelikle şunu belirteyim, Hattuşa ören yerine giriş ücreti 2020 itibariyle 12 TL, ancak Müze Kart sahibiyseniz ücretsiz girebiliyorsunuz. Giriş yerinde bilet gişesi ile hediyelik eşya dükkanı ile tuvaletler bulunuyor. Yine bu giriş bölümünde kerpiçten yapılmış şehir surlarının aslına uygun şekilde yeniden inşa edilmiş bir bölümü bulunuyor. Müzeden öğrendiğime göre, orijinali 6.6 km uzunluğunda olan surların 65 metresinin yeniden inşa edilmesi 2 yıl sürmüş.

Hattuşa’nın aslına uygun inşa edilmiş surları

Ören yerinde ilk olarak asıl şehrin alçak kısmına kurulmuş Alt Şehir karşılıyor ziyaretçileri. Yukarıda anlattığımız Asurlu tüccarların kurduğu bölge yani. Ancak şehrin en önemli yerlerinden biri olan büyük tapınak burada bulunuyor. Tapınağa ayrılan alanın büyüklüğü, bina duvarı olarak kullanılan taşların üzerindeki büyük ve nizami dübel delikleri dikkat çekiyor burada. Taşların üzerine toprak ve kireçtaşı blokları oturtmaya yarıyormuş bu direkler. Ayrıca giriş bölümündeki, bir kısmı korunabilmiş ‘aslanlı tekne’ de görülmeye değer. Bu geniş düzlük alanda taşlarla sınırları belirlenmiş odalar, oldukça planlı ve detaylı bir yapı serisinin bulunduğuna işaret ediyor. Sadece tapınağın 200’den fazla odası bulunuyormuş. Yine kazılar esnasında bulunan, ancak anlamı çözülemeden oldukları yerlerde bırakılan yeşil taşlar da fazlasıyla dikkat çekiyor.

Alt Şehir Hattuşa’nın en etkileyici olmasa da en sofistike şekilde dizayn edilmiş yeri olabilir

Buradan sonraki durak Hattuşa’nın ünlü noktalarından biri olan Aslanlı Kapı. Oldukça dik bir yoldan arabayla çıkarken vadi tabanında kalan kalıntılara, bina sınırlarını belirleyen düzenli taşlara göz atmadan geçmeyin.

Aslanlı Kapı’da, şehrin diğer kapılarındakine benzer bir mantıkla yapılmış, çift aşamalı kapı sistemini ilk kez görmüş oluyoruz. Arada kısa bir avlu bölümünün (kapı odası) olduğu iki tane ahşap kapı, şehrin girişlerinden bir tanesi olan Aslanlı Kapı’yı oluşturuyor. Bu kapı da, günümüze kadar oldukça başarılı bir şekilde korunmuş (biri restore edilmiş) aslan çiftinden adını alıyor. Aslanların vücutlarındaki detaylar kesinlikle göz kamaştırıcı.

Aslanlar şehri korumaya devam ediyor

Buradan sonra gelen Yerkapı, Hattuşa’nın bir başka meşhur noktası. Şehrin güney surlarının bulunduğu noktaya toprak yığılmasıyla yapılan setin ortasına taşlar dizilerek bir geçit oluşturulmuş (potern). Setin üzerinde ise yine taşlardan oluşan bir sur yapısı ve Sfenksli Kapı bulunuyor. Sfenskli Kapı, tıpkı Aslanlı Kapı gibi ikili bir kapı sistemi, bu nedenle toplamda 4 tane Sfenks yapılmış. Bunların iki tanesi hala yerinde duruyor (biri orijinal, diğeri rekonstrüksiyon), diğer ikisinin hikayesini ise Boğazköy Müzesi bölümünde anlatacağım.

Sfenksli Kapı

Yerkapı’ya geldiğinizde, ne kadar klostrofobik olsanız da 70 metrelik poternden aşağı yürümenizi, sonra setin etrafından dolanarak yukarı çıkan taş merdivenleri geçerek tepeye çıkmanızı ve Sfenksli Kapı’dan iç tarafa dönerek olabildiğine uzanan manzaraya, kalıntıları görünür durumda olan Yukarı Şehir’e bakmanızı naçizane öneririm.

Yerkapı’daki poternden yürürken tepedeki koskoca kayalar insan hafiften korkutsa da, 3500 yıldır tünelin ucunda ışık var

Yerkapı’dan sonra aşağıya iniş başlıyor. Sonraki durak olan Kral Kapısı, Aslanlı Kapı’ya benzer bir şekilde, çift taraflı bir kapının bulunduğu, şehrin güneydoğu kapısı. Buradaki görkemli kral motifi şu anda Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde, Hattuşa’da ise bir kopyası bulunuyor. Kapının üzerinde hala duran taşlar, bu kapıların yukarıya doğru yüksek bir kavis çizdiklerini gösteriyor.

Kral Kapısı’ndaki kralın aslı Ankara’da, Hattuşa’da kopyası bulunuyor

Nişantepe ise üzerinde en net yazılı motiflerin bulunduğu bölüm Hattuşa’daki. Son Hitit Kralı 2. Şuppiluliuma’nın icraatlarının anlatıldığı kayadaki yazıların bazıları aşırı derece tahrip olduğundan çözülememiş.

Fotoğraflardan çok anlaşılmasa da Nişantepe’deki kabartmalar oldukça büyük

Kraliyet sarayı hüviyetindeki Büyükkale ise zamanında çok ihtişamlı bir yer olduğunu, şehre hakim bir tepeye kurulmuş olmasıyla ve çok sayıda odaya barındırmasıyla hissettirse de günümüzde çıplak gözle görülebilecek fazla bir seyirlik sunmuyor diyebiliriz. Buradan sonra da yol yeniden Alt Şehir’e götürüyor bizi ve bu görkemli şehrin sonuna geliyoruz.

Yazılıkaya

Ören yerinden çıktıktan sonra Boğazkale yönüne değil, Yozgat yönüne ilerlediğinizde birkaç kilometre sonra Yazılıkaya dönüşüne ulaşılıyor. Burayı da kesinlikle atlamayın. Hattuşa gibi büyük ölçekli bir şehir kalıntısı sizi açmadıysa, buraya adını veren, kayalara oyulup günümüze kadar ulaşmış eşsiz güzellikte kabartmalar mutlaka ilginizi çekecektir.

Yüksek kayaların arasında 2 dar ama üstü açık alanın yer aldığı Yazılıkaya, Hititlerin günümüze kadar gelebilmiş en önemli tapınağı konumunda. Yeni yıl törenleri, cenaze törenleri ve Hitit inancına ait diğer ritüeller bu küçük ama eşsiz güzellikteki yerde yapılırmış. En ikonik kabartma ise, hiç şüphesiz 12 tanrının ellerinde kılıçlarla gösterildiği çalışma. 3500 yıl öncesinden günümüze, her türlü hava koşuluna ve geçen yıllara böylesine başarıyla direnmesi müthiş birşey bence.

12 tanrı, ellerinde kılıç, üzerlerinde eteklerle resmedilmişler

İç odadaki kabartmalar da göz kamaştırıcı. Yine 12’li kılıç tutan tanrı setinin yanında daha büyük kral ve tanrı kabartmaları bulunuyor. Bunlardan benim dikkatimi en çok çeken, Kral 4. Tudhaliya’nın koruyucu tanrısı Şarruma’nın himayesine girişini gösteren kabartma ile yanındaki sunak bölümü oldu. Burada tanrı, yanında adeta çocuk gibi duran kralı, elini omzuna atarak korumasına almış şekilde resmedilmiş. Gerçekten enfes bir görüntü olduğunu söyleyebilirim.

Tanrı ve kralın kabartması dibimi düşürürken, kimbilir neler neler adandı bu sunakta diye düşünmeden edemiyorum

Yukarıda belirttiğim gibi, Hattuşa ve çevresinin kazı çalışmaları 100 yıldan uzun süredir Alman arkeologları tarafından sürdürülüyor. Yazıklıkaya’da ise daha da eskiye dayanıyor kazılar. Yazılıkaya’daki rölyefleri ilk kez Berlin‘deki Pergamon Müzesi’ni ziyaret ettiğimde görmüştüm. Kabartmaların kopyaları çıkarılmış ve müzede bu kopyalar sergilenmekteydi, Anadolu ve Mezotopya’daki eski Osmanlı coğrafyasından topladıkları diğer benzersiz buluntular gibi. Kalıplar 1882’de Alman arkeolog Karl Humann tarafından çıkarılıp Almanya’ya getirilmiş ve doğa şartlarının tahrif edici etkilerinden uzak kaldığı için oldukça net bir şekilde figürleri gösteriyor. Elbette gerçeğini yerinde görmek çok daha farklı, ama bu detayı da burada not etmek isterim.

Berlin Pergamonmuseum’da Yazılıkaya kabartmalarının kopyasını fotoğraflarken gerçeklerini görmeyi planlamıyordum

Yazılıkaya’nın giriş bölümünde yöre halkının kendi elleriyle yaptığı çok çeşitli biblo ve hatıra eşyası, değerli taşlardan yapılmış aksesuarlar satılıyor. Yöre halkına destek olmak ve sevdiklerinize hediye götürmek isterseniz tezgahlarına bir göz atın derim. Yazılıkaya’ya giriş ücretsiz.

Boğazköy Müzesi

Boğazköy Müzesi (Boğazkale Müzesi de deniyor) 1966’da açılmış ancak nispeten yakın bir tarihte, 2011’de modernize edilip günümüzdeki şekline kavuşmuş. Hem Hititlerin hem de Hattuşa kazılarının tarihçesini aktaran, oldukça modern bir müze. Müzenin en önemli hazinesi ise, hiç kuşkusuz girişte sizi karşılayan iki Sfenks heykeli. Hattuşa’nın Sfenksli kapısından alınan bu Sfenks’ler, 1907’de restorasyon için Almanya’ya gitmiş. Biri 1924’te İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde dönmüş, diğeri ise yukarıda bahsettiğim Pergamonmuseum’da 2011’e kadar kalmış. Yenilenen müzeye ikisi birlikte bu tarihte dönmüşler.

100 yıldan uzun süre Berlin’de kalıp, 2. Dünya Savaşı bombardımanlarını atlatan Hattuşa Sfenksi

Bunlar dışında Hattuşa’dan çıkarılmış çok sayıda eser ile dönemin günlük yaşayışını aktaran canlandırmalar da bulunuyor. Ayrıca sadece Hititler değil, bölgede yaşamış, Frigler, Galatlar, Bizans vb. uygarlıklardan ve Bronz, Demir çağlarından kalan eserler de müzede sergileniyor. Bizans zamanından Hristiyanlık dönemi dini buluntular da bulunmakta. Hititler döneminden kalma hiyeroglif tabletler benim en çok ilgimi çeken bölüm oldu burada.

Müzenin bahçesinde ise, yine bölgedeki kazılarda keşfedilmiş çeşitli kilometre taşları ile üzeri Yunanca yazılı mezar taşları sergileniyor. Müzeye giriş Müze Kart sahiplerine ücretsiz.

Boğazkale’nin girişindeki Kadeş Barış Antlaşması anıtından da söz edeyim. Ortaokul-lise tarih derslerinden hepimizin çok iyi bildiği üzere dünya tarihinin ilk bilinen antlaşması olan Kadeş Barışı, Mısırlılar ile Hititler arasında Suriye topraklarında gerçekleşen savaş sonucunda yapılmıştı. Hattuşa’dan çıkarılan anlaşmanın orijinali İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenirken, anlaşma metninin yanında savaşın iki tarafını simgeleyen büyük kabartmaların olduğu anıt, Boğazkale’nin girişinde bulunuyor, adeta bu bölgenin dünya tarihinde ne kadar büyük bir önemi olduğunu yeniden kanıtlıyor.

Kadeş Antlaşmasına adanan anıt, Boğazkale ilçesinin girişinde bulunuyor
Kadeş Antlaşmasına adanan anıt, Boğazkale ilçesinin girişinde bulunuyor

Yine Hititlilere ait Alacahöyük de buraya yaklaşık 30 km mesafede, biz belki başka zaman gitmek üzere orayı atladık. Programınızı biraz sıkıştırmanız halinde oraya da aynı gün içinde gitmek mümkün. Günübirlik gezmek yerine daha çok zaman ayırarak dolaşmak isteyenler için Boğazkale ilçesinde butik oteller, hatta kamp alanları bulunduğunu da hatırlatayım. Hattuşa ve Alacahöyük’ten çıkarılan eserlerin en büyük kısmının Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde yer aldığını da söylemek lazım, gerçek bir Hitit deneyimi için burası da muhakkak görülmeli.

Kısacası Hattuşa, Türkiye sınırları içindeki en iyi korunmuş olmasa da en kadim ve etkileyici antik kentlerden biri olarak ziyaretçilerini bekliyor, özellikle Ankara’da yaşayanlara kesinlikle tavsiye ederim.

Özetle söylemek gerekirse, gezmeye meraklı bir beyaz yakalıyım. Üniversiteyi bitirene kadar hiç yurt dışına çıkmadıysam da, sonrasında elimdeki imkanları olabildiğince kullanmaya çalışarak 40'tan fazla ülkeye gittim. Ülkeleri sokaklarında yürüyerek, bütün müzelere ve tarihi yerlere gitmeye çalışarak, az konuşarak, az yiyip içerek, çok yürüyerek, erken kalkıp erken yatarak gezmeyi severim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir